Yalçın Pekşen, sansürün zararlarını sıralamaya devam ediyor. Pekşen, sansüre karşı savaş açtı. Sansür, bugüne kadar hiç bir hükümete yaramadı.
Abone ol Basın özgürlüğü demokrasi için vazgeçilmez unsurlardan biri. Fakat yeni TCK'yla bu özgürlük kısıtlanacak. Yalçın Pekşen, isimli yazısında sansürün zararlarına değindi.Yazı : Yalçın Pekşen
Kaynak :
Demokrasi' şuurundan nasipsiz her hükümetin, işbaşına geldikten kısa süre sonra aklına gelen ilk önlemin basına sansür olduğu kesindir.
Kesin olan ikinci nokta ise sansürün hiçbir yönetime yaramadığıdır.
Osmanlı'nın son dönemlerinde basının ortaya çıkmasıyla, sansürün ortaya çıkışının paralelliğini anlattım.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında da durum farklı değildi. Ancak bugünkü durum ile o günler arasında çok fark vardı:
İlk yıllar demokrasinin sözcük anlamı bile bilinmiyordu. Daha önemlisi laik sisteme geçmeye çalışan Atatürk'ün, okuma-yazma oranının yüzde 5'lerde gezindiği ülkede şeriatçı propagandayı bir şekilde susturması gerekiyordu. Osmanlı hanedanının yurtdışında yaşayan üyelerinin gözü de, ülkedeki hilafet yanlılarının desteğiyle, hala yönetimdeydi.
Örneğin Hüseyin Cahit Yalçın gibi yazarlar şunları yazmaktaydı:
'Hilafet bizden giderse, beş-on milyonluk Türkiye devletinin İslam alemi içinde hiçbir önemi kalmayacaktır.'
Bu nedenlerle 1925 yılında çıkarılan 'Takrir-i sükun' yasasında 'İrticaya ve isyana ve memleketin sosyal düzenini, huzur ve barışını, güvenlik ve sanayisini bozmaya yönelen her türlü teşkilatı, kışkırtmaları, teşviklere girişenler ve yayınları, Hükümet ve Cumhurbaşkanı onayıyla yasaklamaya yetkilidir' deniliyordu.
Demokrasi' şuurundan nasipsiz her hükümetin, işbaşına geldikten kısa süre sonra aklına gelen ilk önlemin basına sansür olduğu kesindir.
Kesin olan ikinci nokta ise sansürün hiçbir yönetime yaramadığıdır.
Osmanlı'nın son dönemlerinde basının ortaya çıkmasıyla, sansürün ortaya çıkışının paralelliğini anlattım.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında da durum farklı değildi. Ancak bugünkü durum ile o günler arasında çok fark vardı:
İlk yıllar demokrasinin sözcük anlamı bile bilinmiyordu. Daha önemlisi laik sisteme geçmeye çalışan Atatürk'ün, okuma-yazma oranının yüzde 5'lerde gezindiği ülkede şeriatçı propagandayı bir şekilde susturması gerekiyordu. Osmanlı hanedanının yurtdışında yaşayan üyelerinin gözü de, ülkedeki hilafet yanlılarının desteğiyle, hala yönetimdeydi.
Örneğin Hüseyin Cahit Yalçın gibi yazarlar şunları yazmaktaydı:
'Hilafet bizden giderse, beş-on milyonluk Türkiye devletinin İslam alemi içinde hiçbir önemi kalmayacaktır.'
Bu nedenlerle 1925 yılında çıkarılan 'Takrir-i sükun' yasasında 'İrticaya ve isyana ve memleketin sosyal düzenini, huzur ve barışını, güvenlik ve sanayisini bozmaya yönelen her türlü teşkilatı, kışkırtmaları, teşviklere girişenler ve yayınları, Hükümet ve Cumhurbaşkanı onayıyla yasaklamaya yetkilidir' deniliyordu.