BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Sabancı, ölüme yürüyüşünü yazdı!

Ünlü işadamı Sakıp Sabancı, ölümünden önce kaleme aldığı son kitabı "Her şeyin başı sağlık"ta ölüme yürüyüşünü ve zamana nasıl yenik düştüğünü anlattı.

Abone ol

Ünlü işadamı Sakıp Sabancı, ölümünden önce kaleme aldığı son kitabı "Her şeyin başı sağlık"ta kendisini yavaş yavaş ölüme götüren hastalıkla nasıl mücadele ettiğini, zaman zaman nasıl yenik düştüğünü anlatıyor... İşte Türk iş dünyasına imzasını kalın harflerle atan bir işadamının 15'inci ve son kitabından çarpıcı satırlar... Sağlığıma gerekli önemi vermedim. Halbuki her şeyin başı sağlık. Vücut ve kafa sağlığı düzgün olmayan insan kendine, ailesine ve ülkesine karşı sorumluluğunu yerine getiremez. İnsanlar sağlığın önemini, kıymetini, sağlıklarını kaybedince fark ederler. Ben de Nasrettin Hoca'nın anlatımıyla 'damdan düşen biri' olarak sağlık konusunda başımdan geçenleri bu kitapta hikaye ettim. Alacaksanız alın bir an önce böbreğimi "Bay Sabancı, böbreklerinizden birini almak zorundayız..." Acaba bana bunun söylenmesini bekliyor muydum? Çünkü fazla şaşırmadım... Böbreğimin birinin alınmasından çok, bunun nasıl olabileceğini düşünmeye başladım. Sonra "Kader bu..." dedim. "Allahın dediği olur... Allah bize ne kadar ömür biçmişse onu tamamlarız..." Ve o anda rahatladım. "Bay Sabancı, böbreklerinizden birini almak zorundayız" diyen Amerikalı hekime gülerek "Madem ki alacaksınız... Bir an önce alın" dedim... İlk teşhis İstanbul'da konuldu. 2003 yılı haziran ayında, yıllık kontrollerim için Houston'daki hastaneye gitmeden, İstanbul'da ön tahlillerimi tamamlattırmak istedim. Ön tetkiklerde sol böbreğimin çalışmadığı, hemen tedaviye geçilmesi gerektiği tespit edildi. New York'ta alınan randevuya göre 5 Temmuz'da yola çıkmamız gerekiyordu. Kızlarım Dilek ve Sevil ile torunum Melissa da beni yalnız bırakmayacaklarını söyledi. Özel Kalem Müdürüm Ali Haydar Taşlı nasıl olsa benimle gelecekti. 10 Temmuz Perşembe sabahı sol böbreğimi almak için ameliyata karar verildi. Kızlarım ile Ali Haydar Taşlı'nın gözlerinden dökülen yaşlara kendimden daha çok üzülüyordum. Torunum Melissa bana büyük moral verdi Ameliyat önlüğü içinde beni götürürlerken torunum Melissa'nın kendi dizdiği mavi boncuklu bileziği bileğime takması bana büyük moral vermişti. Sonrasını hatırlamıyorum... Ameliyat başarıyla sonuçlanmış. O geceyi ağrısız ama yorgun geçirdim. Küçük bir çubuğa bağlı 2-3 cm uzunluğundaki süngeri buzlu suya batırarak ağzıma sokan Ali Haydar'ın elinden o bardağı alıp kana kana su içmeyi o kadar isterdim ki, ama takatim yoktu ve doğru da değildi. İki kişinin yardımıyla bana saatler gibi gelen zamanda yataktan kalkabilmek, koltuk şeklindeki tuvalete oturabilmek ne zor işti. Sanki yürümeyi yeni öğrenen bebek gibiydim Araları bir metre bile olmayan bu yatakla tuvalet koltuğu arasında, yürümesini yeni öğrenen çocuklar gibi, kimsenin yardımı olmadan 2-3 adım ileri geri atabilmek sanki saatlerce yürümüş gibi yoruyordu beni. Ancak birkaç gün sonra karnımda bir şişlik başladı. Bana sonra anlatıldığına göre bağırsak düğümlenmesi olmuş. Kalp ritmimde bir bozukluk hissetmişler. Bunlar yetmiyormuş gibi, ameliyat yerinde de bir iç kanama tespit etmişler. Kanamanın olduğu gün yeniden MR ve bazı testler için alt katta birçok makineye soktular, moralim sıfıra inmişti. Bir ara Ali Haydar'a, "Beni alın, çıkarın buradan, bırakın rahat öleyim" demişim. Odaya çıktıktan sonra bağırsaklarıma kolonoskopi yapma lüzumunu hissettiklerini söylediler. Ben "Bir daha aşağı kata o makinelere inmem" dedim. Anjiyo bölümünde çalışan bir Türk doktor zaman zaman ziyaretime geliyordu. Kızım ve Ali Haydar, bu doktordan "ısrar edersek" kolonoskopi ve röntgeni yatağımda yapabileceklerini öğrenmişler. Sevil, "Babacığım sen merak etme, ben seni aşağıya göndermeyeceğim" dedi. Sabancı ruhunun ırsi olarak kızıma da geçtiğini görmekten mutlu oldum, onunla iftihar ettim. Hakikaten gitti, konuştu ve hem kolonoskopi hem röntgen yatağımda yapıldı. Hayatım film şeridi gibi gözümün önünde Bir yazı dikte ettirerek, Holding'in Kurumsal İletişim Dairesi aracılığıyla basına gönderttim. Özellikle sabah namazının gerek Emirgan gerekse Beylerbeyi Camii'nden dinlediğim o sessiz saatlerdeki insanın içini ısıtan ezan sesini çok özlemiştim. Yatakta yatarken hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Resmi geçitlerde Mehmetçiğimin rap rap yürüyüşleri, şerefli sancak geçerken ayağa kalkışımı, İstiklal Marşı'nı, Onuncu Yıl Marşı'nı coşku ile söylediğimi hatırladım. Güçlü olmalıydım. Yaşamalı, daha çok insana aş ve iş imkânı sağlamalı, daha hayırlı işler yapmalıydım. Eşim Türkân'ın alnıma soğuk bez koyarken ağlamamak için kendini nasıl zorladığını görüyordum. Kızımın ağlamaktan kızarmış gözlerle bana gülmeye, moral vermeye çalıştığını anlıyordum. Ali Haydar'ın uykusuzluk, yorgunluk dinlemeyen çabasını ve içine akıttığı gözyaşlarını, velhasıl her şeyi görüyor, hissediyor ve kendi kendime "Sakıp" diyordum, "Arkanda milyonların duası olduğunu unutma. Sen bunları yeneceksin, yenmelisin!" Hemşireler altımı temizlerken utandım Kollarımdaki iğne başları azaldı, sonra burnuma oksijen veren hortum çıkarıldı, daha rahat hale geldim. Bir gecede 6-7 defa aptes yaptığımı hatırlıyorum. O hemşirelerin bilgilerine, işlerine bağlılıklarına, sabırlarına hayran kalmamak elde değil. Her sabah yatağımda ben sırtüstü yatarken, gülümseyen yüzlerle beni şampuanlı sıcak suyla ıslatılmış bezlerle yıkayışları görülmeye değer bir beceriydi. Daima altımı temizlemelerinden bir Anadolu insanı olarak utanarak rahatsız oldum. Bunu fark eden hemşirelerin bunun iyileşme alameti olduğundan sevindiklerini söylemeleri bile ayrı bir incelikti. Kaynak: Vatan Gazetesi