Rütbeli Selahattin Demirtaş!
Türk toplumunda yaygın bir kanaat hakim. Sanki terör örgütü PKK ile müzakere masasına ilk kez AK Parti iktidarı masaya oturmuş gibi bir algı var.
Yazının başlığına anlam veremediğinizi biliyorum. Nedenini
aşağıda anlatacağım. İzin verirsinez önce "Çözüm
Süreci" ile ilgili önemli gördüğüm bir iki ayrıntıyı
sizinle paylaşmak istiyorum.
Son yıllarda toplumun bazı kesimlerinde yaygın bir kanaat hakim
olmaya başladı. Sanki terör örgütü PKK ile müzakere masasına ilk
kez AK Parti iktidarı masaya oturmuş gibi bir algı var.
Halbuki durum böyle değil.
Terör örgütü kan döktüğü ilk günden beri görev yapan tüm iktidarlar
öyle veya böyle barış adına bazı hamleler yaptı.
Bu görüşmelerin çetelesini 2013 yılında çıkarmıştım, meraklıları
için tekrarlayayım.
PKK ile ilk görüşmeler 1993 yılında yapıldı. PKK
saldırılarının en yoğun olduğu dönemlerde "İkinci
Cumhuriyet" tartışmasını çıkaran dönemin Cumhurbaşkanı
Turgut Özal diğer yandan da barışın yollarını
arama adına masaya oturan lider oldu. O zamanlar Celal Talabani bu
görüşmelerde arabulucu sıfatı görüyordu. Belli bir noktaya gelen,
hatta ateşkesle noktalanan sürecin sonrasında görüşmeler nasıl
olduysa oldu ve bir anda kesildi.
PKK ile ikinci görüşme ise Özal'ın vefatından sonra yaşandı. Hatta
çok güçlü kaynaklara göre Özal Öcalan'la her konuda anlaşmıştı ve
karar açıklanmak üzereyken Özal'ı ortadan kaldırdılar. Özal
öldükten sonra bu kez PKK ile görüşen isim ANAP lideri
Mesut Yılmaz oldu. Ancak askeri kanattan birileri
devreye girince, 1995 yılında süresiz ateşkes ilan edilmesine,
barış görüşmelerine başlandığı kulaktan kulağa fısıldanmasına
rağmen süreç yeniden tıkandı.
Aynı Mesut Yılmaz 1996 yılında bir kez daha
harekete geçecek, HADEP'ten Recep Doğaner
üzerinden devletin ilişki kurmak istediği haberini PKK'ya
ulaştıracaktı. Ancak bu kez sürecin
"İsrail-Filistin" benzeri bir yöntemle çözüleceği
dahi konuşulmasına rağmen yine bir el devreye girecek ve sağlanan
ateşkes süreci ile barış görüşmeleri yeniden tıkanacaktı.
Yılmaz'dan sonra PKK ile temas kuran isim merhum Necmettin
Erbakan oldu. Erbakan- Çiller koalisyonu döneminde bir
gazeteci Abdullah Öcalan'a barış görüşmelerinin başlamasına start
verilmesi amacıyla gönderildi. Bu karar PKK'nın Avrupa yönetimine
iletildi ama o çaba da birileri devreye girince başarısızlıkla
sonuçlandı.
En ilginç barış görüşmeleri süreci ise aynı yılın 1 Eylül'ünde,
yani 'Dünya Barış Günü'nde yeniden başlatıldı.
Süreci başlatmak isteyen bu kez kimdi biliyor musunuz? PKK
ile dağ tepe demeden, binlerce şehit veren Mehmetçiğin ta
kendisiydi. Yani üst düzey askeri kanat bu taleple
APO'ya haber gönderdi. O süreç de aniden tuhaf bir şekilde
tıkandı.
Devam edelim...
PKK ile mücadele adına Güneydoğu'yu kan gölüne çeviren,
"Her Kürt teröristtir" mantığıyla hareket ettiği
için Kürt işadamlarını katlettiren, özel harekatçıları birer cellat
edasıyla bölgeye sevkeden Tansu Çiller de PKK ile görüşme masasına
oturan isimlerden biriydi. Çiller Başbakanlığı döneminde bir yandan
bu katliamları yaparken diğer yandan da Mehmet Ağar'ı yanına
katarak PKK'ya görüşme istediğini MOSSAD üzerinden ileten isim
oldu.
Öcalan yakalandıktan sonra ne oldu peki? Onu da anlatayım..
Ecevit döneminde de barışın sağlanması adına
Öcalan'la masaya oturuldu. O dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin
Kıvrıkoğlu, askeri yetkililerden oluşan bir komisyon kurdu ve
Ecevit'i de bu sürece kattı. Başbakan Bülent Ecevit adına o
günlerde MİT Müsteşarı Emre Taner görüşmeleri tam yetkiyle sürdüren
isimdi.
O dönemde Hüseyin Kıvrıkoğlu çekilme süreci konuşulurken,
"PKK'lıların tamamı çekilmesin. 500 kişilik bir grup
kalsın. Çünkü PKK'nın boşaltacağı alanlara diğer terör örgütleri
sızabilir. Bu boşluğu PKK doldursun" diye bir öneri bile
götürdü. Bu görüşmeler 2001 yılının Eylül ayına kadar sürdü ve
sonuç alınamadı.
Sonrasını zaten biliyoruz. AK Parti ve görüşme süreci başladı. AK
Parti'nin diğer partilerden farkı, süreci tam gizlilik içinde değil
de yarı şeffaf yürütmesi oldu. Hal böyle olunca "Vatan
elden gidiyor" diyenlere de fırsat doğdu.
Şimdi gelelim günümüze...
Beni okuyan herkes şahitlik edecektir ki hiç bir dönemde AK
Parti'nin süreci yüzde yüz doğru yönettiğini söylemedim. Televizyon
ekranlarında ve yazılarımda yapılan hataları tekrarlamaktan hiç
vazgeçmedim.
Şimdilerde birileri yeni bir algı operasyonu ile "Çözüm
Süreci"ni AK Parti'nin bitirdiğini yazıp çiziyor. İddia o
ki Cumhurbaşkanı Erdoğan AK Parti'nin düşen oylarını artırmak için
savaş emri vermiş!
Açıklanan bütün kamuoyu anketleri böyle bir ortamda AK Parti
oylarında ciddi bir yükselme olmadığını, aksine gelen şehit
tabutlarının oy kaybına neden olduğunu gösteriyor.
Peki buna rağmen devlet neden savaşma yolunu seçiyor?
Bu sorunun cevabını geçtiğimiz günlerde Jandarma Genel Komutanlığı
verdi. Sadece jandarmanın mıntıkasında bulunan bölgelerde 2012
yılında PKK bin 689 terör olayı gerçekleştirmiş. 2013'te bu rakam
658 olmuş. 2014'te bin 255 terör olayı yaşanırken, 2015 yılının ilk
7 ayında 832 terör olayı meydana gelmiş.
Buna karşılık Türkiye ise 160 küsur kanun maddesi çıkararak Kürt
sorununu çözme yolunda adımlar atmış.
Henüz 7 Haziran seçimlerine aylar varken terör örgütü Doğu ve
Güneydoğu'da barajların ve otoyolların yapımını bahane ederek
saldırılarını zirveye çıkarmış. 6-7-8 Ekim'de Kobani bahane
edilerek 51 masum insan barbarca katledilmiş, devlet buna rağmen
barış söyleminden geri adım atmamış.
Son olarak Suruç'ta yaşanan patlama sonrası PKK Ceylanpınar'da iki
palisi uyurken şehit etmiş, sokakta bulduğu her askeri vurma emri
vermiş. Yüzlerce araç yakılmış, bölgelerde "Özerklik
ilanı" yapılmış. Devlet de sahnelenmek istenen bu yeni
ayaklanma üzerine 3 yıl sonra silaha silahla karşılık vermiş.
Ortada bu veriler varken "AK Parti seçimi kazanmak için
savaş başlattı" demek onurlu ve namuslu insanların
yapacağı iş değildir.
Yazının başlığını neden "Üniformalı Selahattin
Demirtaş" koyduğum sorusuna gelince...
Dün kardeşini şehit vermiş bir yarbayın isyanını izledim televizyon
ekranlarından. Terörle mücadele edeceğine yemin etmesine rağmen,
terörle mücadele eden devletine saydırıyordu.
"Buradaki vatan evladı daha 32 yaşında. Vatanına,
sevdiklerine doyamadı. Bunun katili kim? Bunun sebebi kim? Düne
kadar çözüm diyenler ne oldu da sonradan savaş diyor. Saraylarda 30
tane korumayla gezip, zırhlı arabalara binip ’Şehit olmak
istiyorum’ diye bir şey yok. Git o zaman oraya git" diye
bağırırken şehit kardeşinin tabutunu yumrukluyordu.
Haber ilk yayınladığında "acısı var, bırakın
yaşasın" dedim. Ama iş propagandaya dönüp, yarbay gördüğü
her mikrofona, her kameraya koşmaya başlayınca meselenin bundan
ibaret olmadığını anladım. Bir ara Selahattin Demirtaş askeri
üniforma giymiş, propaganda yapıyor sandım!
Biliyorum...
Sanal medya fareleri yazdıklarımdan sonra, "Senin kardeşin
öldürülseydi başka şeyler yazardın" diyerek beni
eleştirecek. Onun için peşinen söyleyeyim. Allah bana veya
çocuklarıma bu ülke için şehit olmayı nasip etsin inşallah!
Kimse ucuz numaralarla yarbayı savunma yoluna başvurmasın. Acısı
varsa öldürene laf söyler, terörle mücadele eden devletine
değil...
"Bu yarbay ileride genelkurmay başkanı olsa ne
olurdu?" sorusu tam da şimdi sorulmalıdır. Ya da
"Bundan sonra bu yarbayla beraber savaşa giden askerler ona
güvenir mi?" diye düşünmenin zamanıdır.
Yarbay'ın söylediklerine gelince...
Şehit kardeşine yakışmamış yarbayım! Yakışmamış çünkü, Cumhuriyet
tarihinde ilk kez PKK bir komutanın sözlerini propaganda malzemesi
olarak kullanıyor. Aynı PKK yine cumhuriyet tarihinde ilk kez bir
komutanı savunuyor. Dik durup paşa olacağına, nefretine kurban olup
PKK'ya maşa olma yolunu seçti.
Allah hiç bir askere bu utancı yaşatmasın!
Yarbay, "Düne kadar çözüm sürecini savunanlar neden şimdi
savaşı savunuyor" diyor. Aslında cevabı çok basit bir
soru. Sen bu acıyı çok önceden yaşama diye, hatta hiç acı
yaşanmasın umuduyla çözüm istediler. Şimdiki savaşın sebebi ise
sana bu acıyı yaşatmak isteyenlerin, sana ve senden sonrakilere
aynı acıyı yaşatana kadar asla vazgeçmeyecek olmasıdır yarbay!
30 yıldır bu ülkede 40 bin insan hayatını kaybetti. Siz bu dönemde
milletin türbanına, şalvarına, saç eteğine takılmasaydınız bu
durumda olmazdık. O dönemde şehit düşenlerin suçlusu da Erdoğan
mı?
Yıllarca mecburi askerlik yapan erleri, "Vatan sana canım
feda" diyerek bağırtıp durdunuz. Onları bu gazla cepheye
sürünce sıkıntı olmadı da acı sizi bulunca mı isyan
ediverdiniz.
"Saraylarda 30 tane korumayla gezip
zırhlı araçlara binenler" diyerek Erdoğan'ı
eleştireceksiniz öyle mi? Daha düne onlarca mehmetçik ordu
evlerinde sizin ve eşlerinizin çocuklarınızın emrine amadeydi.
Alışveriş poşetlerinizi taşıtıyor, çöplerinizi bile onlara
toplattırıyordunuz. Keyfiniz bozulunca mı bunları söylemeye
başladınız.
Bilmiyorsanız öğrenin yarbay!
Cumhurbaşkanının korumalarının çok olması, bu ülkede
Cumhurbaşkanı'nın canını almaya çalışan şerefsiz vatan hainlerinin
çok olmasından dolayıdır.
Kardeşin şehit oldu, sen de gönüllerde öldün! Şehit binbaşının eşi
kadar asker olamadın.
Sana bundan sonra düşen, "Ben bu kirli savaşta
olmam" diyerek üniformanı çıkarmak ve istifa etmektir.
Eminim ki kendine yakışanı yapar, erken seçimde barış güvercini
olan HDP'lilerle aynı safta yer alarak devletten kardeşinin
intikamını alırsın!