BIST 9.725
DOLAR 35,20
EURO 36,80
ALTIN 2.969,55
HABER /  POLİTİKA  /  CHP

Rüşvetin adı hediye mi oldu?

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, TBMM'e düzenlediği basın toplantısında, gündeme ilişkin konulara değindi.

Abone ol

Kararın verildiği 17 Ekim tarihinin Türkiye'de artık yeni bir dönemi başlattığını ifade eden Altay, "Bu karar, yargının vesayet ve işgal altında olduğunun, yürütmenin tasallutuna maruz kaldığının tescilidir. 17 ve 25 Aralık asrın rüşvet ve yolsuzluk operasyonu olarak tarihteki yerini korumaya devam edecek ama 17 Ekim tarihi de artık asrın vicdan yolsuzluğu olarak tarihteki kayıtlara geçecektir" diye konuştu.

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun genel başkanlığa seçildiği partisini büyük kongresinde yaptığı konuşmada, "yolsuzluk yapanın elini kırarız" dediğini ve yeni bir ahlak anlayışı inşa edeceklerinden bahsettiğini hatırlatan Altay, "Allah'a yalvarıyorum; Cenab-ı Allah'ım bunların yeni ahlakından 77 milyonu koru. Bunların ahlakının ne olduğu 17 Ekim tarihi itibariyle herkes tarafından açıkça görülmüştür" değerlendirmesinde bulundu.

Yasama ve yargı organlarının yürütme organının güdümünde olduğu rejime demokrasi denemeyeceğini, bunun dikta rejimi anlamına geldiğini ileri süren Altay, Türkiye'de yaşanın da bu olduğunu savunarak, şunları kaydetti:

"Şimdi Türkiye'nin her yerinde görkemli adalet sarayları yapılıyor. Ama bu adalet saraylarında adalet yok, çürümüşlük ve kokuşmuşluk var. Çok beğendiğim bir söz vardır; bir yerde adliyenin olması, orada adaletin olduğu anlamına gelmez. 17 Ekim bu sözün de tescillendiği tarih olmuştur. Bu kararla parlamenter demokratik sistem ve kuvvetler ayrılığı fiilen son bulmuştur. Yürütme cuntası, yasama, yürütme ve yargıyı tekeline geçirmiştir. Artık Türkiye'de görevi kötüye kullanma, suçu bildirmemek, yargı görevi yapanın görevini engellemek, suçluyu kayırmak, nüfuz ticareti yapmak, mal bildirimine muhalefet etmek ve rüşvet, yolsuzluk artık suç değildir. AKP'ye bir tavsiyem de şudur; bu saydığım suçların Türk Ceza Kanunu'ndaki karşılığı olan maddeleri derhal bir torba kanunla TBMM'ye getirsinler ve bu maddeleri Türk Ceza Kanunu'ndan kaldıralım. Laik niteliği törpülenmiş devletin, hukuk devleti olma özelliği de bu kararla sıfırlanmıştır. Türkiye'de artık devletin anayasada tarif edilen laik, sosyal bir hukuk devleti olma özelliği de 17 Ekim itibariyle ortadan kaldırılmıştır."

Kararın hukuk, vicdan ve adalet katliamı anlamına geldiğini ileri süren Altay, adı geçen eski bakanların karara itiraz ederek, şaibeleri ortadan kaldırmak için yargılanmayı talep etmeleri gerektiğini de söyledi. Siyasetçi olmanın toplumun sorumluluğunu ve vicdanını sırtında taşımak anlamına geldiğine işaret eden Altay, "Bakanlar Reza'nın önüne değil, adaletin önüne yatmalıdır. Partimizin söylediği gibi 17 Ekim adaletin kara bir günüdür. Ve Türkiye'de artık kimsenin yargıya güveni kalmayacak, yargı yürütme organın sopası, maşası olarak adlandırılacak, öyle algılanacaktır. Bu kararı veren Sayın Cumhuriyet Savcısı'na da bir tavsiyem var; kapısındaki tabelada savcı ibaresi durabilir ama cumhuriyet ibaresini kaldırmalıdır" diye konuştu.

Açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Altay, takipsizlik kararının TBMM'de 4 eski bakan hakkında kurulan soruşturma komisyonuna ilişkin süreci nasıl etkileyeceği sorusuna, "Komisyon sürecinin devam etmesi gerekir. Meclis'te soruşturma komisyonu kurulması için mahkemede bir davanın görülmesine gerek yoktur. Meclis kendi iradesi ile mahkemede, adliyede bir dava görülmüyorken de Türk Ceza Kanunu'ndaki karşılıklı maddeleri bularak mevcut bir bakan veya eski bakan hakkında da da her zaman soruşturma komisyonu kurma ve o komisyonu çalıştırma yetkisine sahiptir" karşılığını verdi. Altay, komisyon başkanını bu takipsizlik kararından yola çıkarak, "dava düşmüştür' diyemeyeceğini öne sürerek, bunun TBMM İçtüzüğüne ve anayasaya aykırı bir yaklaşım olacağını savundu.

Bir başka soruyu yanıtlarken de Altay, kararı veren savcının, rüşvetinin adını hediye olarak sıfatlandırarak dünya yargı tarihine geçtiğini söyledi. Aytay, "Savcının bu kadar orta yerde ayakkabı kutuları, para kutuları, para sayma makineleri, yasal olarak dinlenmiş ses kayıtları varken bu soruşturmayı kapatabilmesi de ayrıca takdire şayan cesur bir harekettir. Ama kamu vicdanında bu tavrı nedeniyle on yıllar boyu anımsanacak bir savcı olarak kalacaktır" diye konuştu.

Altay, "Öcalan'ın hapis koşullarına ilişkin tartışmalar var. Bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusuna ise şu yanıtı verdi:

"Öcalan ile ilgili AKP'nin ayın tek günü başka, çift günü başka bir şey söylemesine alışkınız. Önce daha sert bir tavır göstermişti, şimdi herhalde adadaki şartlarının düzenlenmesine yönelik bir tavır var. Bunu bir küçük gaz alma operasyonu olarak görürüz. Abdullah Öcalan terör örgütü lideridir. 30 bin insanın ölümüne sebep olan ve cezası kesinleşmiş bir hükümlüdür. Biz elbette bütün cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin şartlarının insani olması anlayışına sahibiz. Ama Öcalan için ayrıca çok istisnai ve özel muamelelerin yapılması kamu vicdanında nasıl karşılık görür, onu da kamuoyunun vicdanına bırakmak lazım."

Altay, 17 Aralık Soruşturmasında hakkında takipsizlik kararı verilenlerin, süreç dolayısıyla tazminat davaları açma haklarının doğduğu yönündeki haberlerin hatırlatılması üzerine de "Gücümüz nispetinde öderiz. Arkadaşların belli ki çaldıkları para onların beklentilerine karşılık gelmemiş. Şu hazin manzara bütün 77 milyona ibret olmalıdır. Hem bu kadar hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk işine bulaşacaksınız, sonra bir savcı tarafından güya aklanacaksınız, üstüne üstelik devletten ve 'burada hırsızlık var' diye feryat eden gazetecilerden, siyasetçilerden para alacaksınız. Tam Aziz Nesin'lik olay" diye konuştu.

"Türkiye'nin bir tezi vardı; 'Kobani'ye silah yardımı gerçekleştirilirse bu silahlar bize karşı da kullanılabilir' diye. Ancak şu an ABD Kobani'ye doğrudan, havadan silah yardımına başladı. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?" sorusunun da sorulduğu Altay, şunları kaydetti:

"Umarım o silahlar Türkiye'ye yönelmez. Ama bunu derken PYD'ye yapılan silah yardımını direkt eleştiriyor da değilim. Çünkü orada, o insanlar kendi bulundukları bölgeyi savunma noktasındalar. IŞİD'in ne kadar barbar bir terör örgütü olduğu da ortada. 900 kilometrelik sınırımız, Türkiye için ne kadar büyük bir tehdit unsuru olacağı ortada. O bakımdan bu silahlar niye verildi demiyoruz ama Türkiye'ye yönelmesine de temenni etmeyiz. Umarım böyle bir hata yapılmaz. Gelişmeler oraya doğru evrilmez."

Altay, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "PKK neyse, PYD'de odur" dediğinin ifade edilmesi üzerine de "Yardımlarla ilgili tabii ki kuşkularımız var. Ama IŞİD tehdidini Türkiye için daha ciddi bir tehlike olarak gördüğümüzün de altını çizmemiz lazım. Eğit-Donat'ta kim eğitilecek? Eğit-Donat modeliyle eğitilecekler terörist değil mi? Onlar sütten çıkmış ak kaşık değil herhalde. Adana'da yakalanan TIR'larla o malzemeler kime verildi? Önce Sayın Cumhurbaşkanı'nın dönemin başbakanı olarak kamuoyunu tatmin etmesi, makul bir açıklama yapması lazım. Bölgedeki gelişmeler gerçekten çok hassas, dikkatle değerlendirilmesi lazım. Ama bununla beraber PYD ile IŞİD'i aynı kefede tutmak söz konusu olmaz. PYD en azından orada şu anda savunma modunda, IŞİD saldırı modunda. bu bile ayırmak için yeterli bir sebeptir" diye konuştu.