Gazeteci Fehim Taştekin BBC Türkçe için kaleme aldığı analizde, Rojava'da yaşananların Suriye'deki krizi nasıl etkilediğini ele alıyor. Taştekin'e göre kartların yeniden karıldığı Suriye krizinde Kürtler, asli unsur haline geliyor.
Abone olSafların ansızın değiştiği ‘fay hattı’ neresidir derseniz; kuşkusuz Suriye’dir. Gelişmeleri yakından takip edenlerin bile 15 gün ara verince ‘Kim kimdir’ sorusuna yanıt vermekte zorlandığı bir cephe burası.
Vekâlet (Proxy) savaşı içinde vekâlet savaşları. Bu yüzden saflar hızlı değişiyor.
Bu senenin başına dek aşina olduğumuz bir denklem vardı: Vekâlet savaşının bir tarafında Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile kendi bayraklarıyla savaşan grupların hamisi Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Batılı müttefikler vardı.
Orkestra şefi ‘silahların doğru ellere gitmesini temin etme’ adına CIA idi. Müttefikler için ılımlı-radikal savaşçı ayrımı lüzumsuzdu. Nasıl olsa hedef Beşşar Esad’ı devirmekti ve iç hesaplaşmalar ‘devrim’ sonrasına bırakılabilirdi!
Vekâlet savaşının öbür tarafında Suriye’ye kalkan olan Rusya, İran ve Hizbullah vardı.
Kürtlerin yolu
Kürtler ise Araf’ta kalmıştı. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin ağabeyliğini üstlendiği Kürt Ulusal Konseyi (KUK), bir türlü Suriye Ulusal Konseyi (SUK) ve sonrasında Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu’na (SMDK) dahil olamamış, Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) başını çektiği kanat ise savaşı Rojava’dan (Batı Kürdistan) uzak tutacak üçüncü yolu seçmişti.
Bu yol, mümkün oldukça rejimle savaştan kaçınma, ÖSO’yu Kürt bölgesinden uzak tutma ve anadilde Kürtçe eğitim dahil özerkliğe temel olacak pratiklere yoğunlaşma prensibine göre ilerliyordu.
Kürt bölgelerini Temmuz 2012’den itibaren idare etmek üzere KUK ile oluşturulan Kürt Yüksek Konseyi (KYK), PYD’ye saha hâkimiyetinde önemli bir ‘meşruiyet şapkası’ işlevi gördü.
PYD, oluşturulan komitelerde ve silahlı kanat Halk Savunma Birlikleri’nde (YPG) dominant olsa da KYK, Kürt davasının hatırına iç düşmanlıkların baskın çıkmasının önüne geçti.
Türkiye’nin baskılarıyla Barzani’nin PYD’yi saf dışı bırakma ya da hiç olmazsa minimize etme girişimlerine ve partiler arası sürtüşmelere rağmen KYK hâlâ Rojava’da kırılgan Kürt barışını temsil ediyor.
Rojava: Oyunu değiştiren hamle
Bir vekâlet savaşı içinde şekillenen yeni vekâlet savaşı, Nusra Cephesi ve selefi grupların sahada kendi gündemini dayatacak kadar güçlenmesiyle başladı.
Nusra ile birlikte 13 Selefi örgütün geçen yıl 19 Kasım’da ‘şeriat devleti’ kurma niyetini deklare etmesine karşın radikal kanatları elimine etme misyonuyla 8 Aralık’ta Antalya’da Özgür Suriye Ordu Birleşik Komutanlığı’nın kurulması, ardından ABD’nin 10 Aralık’ta Nusra’yı terör örgütü listesine alması, Nusra’nın Batılı silah yardımının önündeki en önemli engel olarak algılanması ve Kaide’ye karşı Irak’taki gibi Sehva (Uyanış) birliklerini tesis etme planları ÖSO-Nusra ayrışmasını derinleştirdi. Lübnan ve Ürdün’le bağlantılı stratejik noktaların kontrolüne geçmesi ve kuzeydeki kurtarılmış bölgede ÖSO ile Kaide arasındaki çatışmalar Nusra ve Kaide içindeki kuzeni Irak-Şam İslam Devleti’ni (IŞİD) yeni bir stratejiye itti: İki örgüt ‘kurtarılmış bölgeler’ Rakka ile Deyr-ez Zor arasında uzanan, bir tarafı Irak diğer tarafı Türkiye’ye açılan Fırat hattına yoğunlaştı.
Rojava’nın önemli bir kısmının da yer aldığı Cezire bölgesi, Kaide’nin emirlik ilan edip petrol gelirleriyle varlığını sürdürebileceği bir hedef alana dönüştü.
Geçen temmuzda Serekaniye’de (Rasulayn) patlak veren çatışmalar Kaide bağlantılı grupların ramazanda emirlik ilan etme planı ile PYD’nin özerklik ilanı anlamına gelecek şekilde Kürt yönetimini tesis etme niyetinin çakıştığı bir sırada geldi. Ve Suriye sahnesinde yeni bir perde açıldı, vekâlet savaşında kartlar tekrar karıldı.
Rusya ve İran’ın Kürt kartı!
Rojava üzerinden kurgulanan yeni oyun çok karmaşık. Bir kere içerde saflar karışırken dış aktörlerin de politikaları ‘çeşitlendi’.
ÖSO’ya bağlı Allah-u Ekber gibi bazı gruplar Nusra-IŞİD’la birlikte YPG’ye karşı savaşırken ÖSO içindeki Cephet-ül Akrad (Kürt Cephesi), YPG’nin yanında yer aldı.
Kürtlerin Araplarla iç içe yaşadığı Halep kırsalı, Rakka, El Bab, Azez ve Munbiç gibi bölgelerde kurulan Cephet-ül Akrad’ın lideri Hacı Ahmet Kürdi’nin ÖSO’ya gönderilen yardımların aslında Nusra’ya gittiğini belirtip ÖSO’nun Kürtlerin katledilmesi karşısındaki sessizliğini sorgulaması Kürt-Arap ayrışmasına dair bir işaretti. Halep Askeri Konsey Başkanı Albay Abdulcabbar el Akidi ise ÖSO içinden YPG’ye açıkça savaş ilan eden komutan olarak öne çıktı.
ÖSO’ya bağlı olmayıp da Kaide’ye omuz verenler arasında Gureba el Şam, Ahrar-uş Şam ve İslamcı Kürtlerin kurduğu Suriye İslam Cephesi de var. İdeolojik paydaşlık nedeniyle bunların tavrı şaşırtıcı değil.
PYD düşmanlığının ortak gerekçesi rejimin maşası olduğu iddiası. Ama spesifik gerekçeler de var: İslamcılar PYD’nin laik ve solculuğuna diş bilerken milliyetçi Araplar PYD’yi ‘bölücü’ olarak görüyor.
Arap, Kürt veya da Türkmen ya da radikal İslamcı, mutedil veya laik olmaları fark etmez, Türkiye ile selamlaşan grupların düşmanlık gerekçesi ise PYD’nin PKK olduğu tezi. Yeni vekâlet düzeninde belki üzerinde en çok durulması gereken aktör Türkiye.
Türkiye’nin ikilemi
Türkiye’nin radikal-ılımlı ayırımı gözetmeden yardım politikası, ABD’nin Nusra’yı terör örgütü ilan ettiği andan itibaren Batılı müttefikleri nezdinde sorgulanır hale gelmişti.
Serekaniye’de başlayıp Tel Ebyad’da derinleşen, şimdilerde Kamışlı ve Kobani kırsalında devam eden Kürt-Kaide çatışması ise Türkiye’yi ciddi bir ikilemle karşı karşıya bıraktı: Ankara Kaide’nin şeriat devletini mi yoksa PKK ile ilintili diye düne kadar tehdit ettiği PYD’nin öncülüğünde bir özerk Kürt bölgesini mi tercih edecekti?
Bu zor dönemeçte Türkiye, Kürtlere karşı ‘safi sopa politikası’nı ‘havuç-sopa politikası’na dönüştürme gereği duydu. MİT ve Dışişleri yetkililerinin PYD lideri Salih Müslim’le geçen ay İstanbul’da yaptığı görüşme yeni politikanın ilk ciddi emaresiydi.
Salih Müslim’in insani yardım için kapıların açılacağı ve Kaide’nin Türkiye sınırlarından beslenmesine karşı önlemler alınacağına dair çizdiği iyimser tabloyu kurulan diyalogu koruma çabasına verelim. Zira politikanın sopa ayağında çark eskisi gibi dönmeye devam ediyor.
Bir kere ÖSO komutanı Akidi, PYD’yi yok edeceklerine dair tehditleri 26 Temmuz’da yani Salih Müslim’le görüşmeler olurken 70 kadar muhalifin katıldığı Gaziantep’teki konferanstan savurmuştu.
Müslim’le görüşmeden sonra insani yardım koridoru açılmadı. Üstelik benim de şahsen görüştüğüm kaynakların verdiği bilgilere bakılırsa Kaide’ye Türkiye sınırlarından savaşçı ve silah geçişi kesilmedi.
Kürtler asli unsur haline geliyor
Çatışmalar Kürtler arası ilişkileri de etkiledi. Türkiye’nin PYD’ye karşı ittifak kullanmaya çalıştığı KUK içindeki partiler, tabandan gelen baskılar nedeniyle “Bu, PYD’nin savaşı” argümanını daha fazla sürdüremedi.
Şimdi hem Barzani hem Rojavalı müttefikleri, PYD’yi dengeleme hedefinden sapmadan “Gerekirse Kürt halkını savunmak için güçlerimizi seferber ederiz” noktasına geldi.
Rojava’daki çatışma Türkiye’yi ne kadar köşeye sıkıştırdıysa “Kaide ile savaşıyorum” diyen PYD’ye o kadar uluslararası alanda meşruiyet kazanma fırsatı sunuyor.
Nitekim Rojava’da 450 kişinin öldürüldüğüne ilişkin henüz kanıtlanmamış iddiayı sahiplenen Rusya, artık çözüm ortağı olarak PYD’yi daha güçlü bir iradeyle Cenevre konferansına taşımak istiyor.
Buna İran’ın PYD’ye göstermeye başladığı yakınlığı da ekleyin. Şimdiye dek göz ardı edilen Kürtler, yeni oyunda Suriye kriziyle ilgili tüm aktörlerin hesaba katmak zorunda olduğu asli unsur haline geliyor.