Gazeteci-yazar Cengiz Çandar'a göre, Türkiye'nin bu dış politika ile kısa ve orta vadede kayıplar yaşaması olası. Ama Esad'ın gitmesi, Türkiye'yi Suriye'nin en büyük kazananı haline getirebilir. Okuyun, görüşlerinizi paylaşın.
Abone olTürkiye'de Fenerbahçe-Galatasaray maçları Real Madrid-Barcelona; Boca Juniors-River Plate ya da Celtic-Glasgow Rangers maçlarından bile daha ateşli bir derbi müsabakası haline geldi.
Pazar günü, Fenerbahçe'nin 50 bin kişilik stadyumundaki maçın başlama vuruşundan önce, bir önceki gün Reyhanlı'da hayatını kaybeden 50'den fazla insan için saygı duruşu anonsu yapıldığında, binlerce kişi "hükümet istifa" diye tempo tuttu.
Bu spontane bir tepkiydi. Tepki, Reyhanlı'da dökülen kanlardan ötürü, Suriye'deki Başşar Esad rejiminden ziyade, Tayyip Erdoğan hükümetini sorumlu gören bir hissiyatı yansıtması bakımından ilginçti.
Yani, Reyhanlı'da bütün toplumu sarsan, iki patlayıcı yüklü arabadan ötürü, Erdoğan hükümetinin izlediği Suriye politikası hedef alınıyordu.
Tayyip Erdoğan hükümetinin Suriye politikası nedir?
Suriye: Dış politikanın pivot ülkesi
Öncelikle, Suriye'nin 2002 Kasım ayından itibaren Türkiye'de iktidarda bulunan Ak Parti hükümetlerinin yeni Ortadoğu politikasının pivot ülkesi olduğunu tespit etmek gerekiyor.
2003'teki Irak Savaşı'nın ardından Suriye'deki Baas rejimi, özellikle 2005'te eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri'ye yönelik suikast sonrası tam bir uluslararası tecrite giderken, ona oksijen tüpünü uzatan Tayyip Erdoğan hükümeti olmuştu.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun mimarlığını yaptığı ve "komşularla sıfır sorun" diye kavramsallaştırılan yeni Türkiye Ortadoğu politikası, özellikle Suriye ile yakınlaşma üzerinden inşa edilmişti.
Öyle ki, Türkiye'nin en uzun sınıra sahip bulunduğu komşusu Suriye ile vizelerin kaldırılmasına uzanan yakın ilişkiler, iki ülkenin merkezi eksen teşkil ettiği bir şekilde Lübnan ve Ürdün'ü de dahil ederek bir "ortak serbest ticaret bölgesi"nin kurulmasına, iki ülke hükümetinin aynı gün içinde Halep'te ve Gaziantep'te birlikte toplanmasına kadar vardı.
Suriye'de olaylar 15 Mart'ta Ürdün sınırındaki Deraa'da başladı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Nisan başında -kendisiyle birlikteydim- Şam'a yaptığı ani ziyarette, Başşar Esad ile başbaşa üç saat görüşerek, "geçiş dönemi" önerisini sundu. Bu öneri, yeni ve daha geniş bir tabanlı, içine Müslüman Kardeşler'in Başşar Esad tarafından belirlenecek ve uygun görülecek unsurlarını da içine alacak bir hükümet oluşmasını, Kürtlerle ilgili uygulamaların değiştirilmesini, bir makul süre sonunda seçimlere gidilmesini içeriyordu.
Davutoğlu, ikinci kez bu kez 6 saati aşkın bir başbaşa görüşmeyle, "geçiş dönemi"ni Başşar ile tartıştı. Aynı zaman zarfında, Tayyip Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı özel mesajla Başşar'a gönderdi.
Yani, 2011 Mart'ı ile 2011 Ağustos'u arasında Türkiye, sessiz diplomasi ile Başşar Esad rejimini korumaya çalıştı. Bu dönem, silahsız ve barışçıl gösterilere, Başşar rejiminin güç kullanıp, kan akıttığı dönemdi.
Aynı yılın Ekim ayından itibaren, Türkiye, geleneksel politikasından radikal biçimde ayrılarak, Türkiye toprakları içinde Suriye muhalefetine "sponsor" oldu. Giderek, uluslararası planda "Suriye'nin Dostları" adlı uluslararası gruplaşmanın başını çeken ülkelerden biri haline geldi.
Ama Esad giderse...
Dahası, bu hamleler, Türkiye'yi geniş planda ABD ve İngiltere ile Fransa ve bölgesel ölçekte Katar ve Suudi Arabistan ile aynı "eksende" buluştuğu görüntüsü verdi.
Türkiye, giderek, Suriye'de her türlü gelişme için Başşar Esad'ın iktidardan ayrılmasını ön şart olarak öne sürdü. Bu pozisyonunda, Rusya bir yana, ABD ile bile çelişir görüntü verdi. Aynı zamanda, Suriye muhalefeti içinde Selefi ve radikal İslamcı grupların güçlenmesi nedeniyle, kendi uzun sınırlarının bu gruplar tarafından kullanılmasından ötürü, "Şii-Alevi bölgesel ekseni"ne karşıt "Sünni bloku"nun merkezi olarak algılanmaya yol açan bir dış politikanın temsilcisi olarak görülmeye başlandı.
Böyle bir konjonktür değişmedikçe ya da Türkiye politika değiştirmedikçe ve Başşar Esad iktidarda kaldığı sürece, Türkiye, "mezhepçi" bir dış politikanın temsilcisi görüntüsünden çıkamayacak ve Reyhanlı benzeri gelişmelere açık bir ülke konumuna gelecek.
Bu dış politika ile, kısa ve orta vadede kayıplar yaşaması ihtimali yabana atılmaz.
Bununla birlikte, Başşar Esad'ın bir gün iktidarını kaybetmesi durumunda, jeopolitik konumu ve söz konusu dış politikayı sürdürmüş olmasının, Türkiye'yi Suriye'nin en büyük kazananı haline getirmesi ihtimali de yabana atılamaz.
GÖRÜŞLERİNİZ
Reyhanlı saldırılarının ardından Türkiye'nin dış politikası, sadece mültecilere kucak açmakla yetinmeyip silahlı muhalefete ev sahipliği yapması, Esad rejiminin devrilmesi için aktif bir strateji izlemesi çabaları hararetli bir tartışma da başlattı.
Bölgeyi yakından izleyen iki uzman, ve Cengiz Çandar, BBC Türkçe için kaleme aldıkları yazılarda Türkiye'nin Suriye politikasına farklı açıklardan baktı.