Reklamlar…
Masum olmayan bir şeyi “reklam” adı altında masum gösteremeyiz.
Vahşi kapitalizmin oluşturduğu tüketim kültürü birçok alanda zararlara yol açtı. Bu tüketim kültüründen çocuklar da erkekler de şehirliler de köylüler de fakir de zengin de bir şekilde etkilendi.
Ama bana sorarsanız kapitalizmin acımasız yüzü olan tüketim kültürü en çok kadınlara zarar verdi.
Tüketim kültürü, sürekli tüketimi gerektiren bir olgu.
“Ne kadar çok tüketirsen o kadar çok bireysin” sloganıyla özendirilmeye çalışılan tüketimin artması için kullanılan argüman ise “reklamlar” oldu.
Son derece profesyonelce, dev bütçeli sinema yapımlarına taş çıkartacak nitelik ve kalitede hazırlanan reklamlarla pompalanan tüketim kültürü, “tüketim için her şey mubah” anlayışı ile sınır tanımaksızın gelişti.
Tüketim kültürünü sürekli hale getirmek için kullanılan reklamlarda ise en çok kadın figürü ön plana çıkarıldı. Öyle ki kadın, kadın olmaktan, ürün de ürün olmaktan çıkarıldı.
Bir araba lastiği reklamında kadın figürünün kullanılmasının mantığını anlayabilen varsa bir adım öne çıksın. Araba lastiği ve kadın… Birbiri ile alakalı olmayan iki figür…
Reklamlarda kullanılan kadın figürü abartılmadan kullanılsa belki bir şey demeyeceğiz ama bir buzdolabı reklamında kullanılan kadın bile cinsel yönü ön plana çıkarılarak kullanılıyorsa burada bir terslik var demektir.
Ya dondurma reklamlarında kullanılan kadın figürüne ne demeli… Resmen cinsel içerikli, dondurmayı çağrıştırmayan görüntüler. İnsan çocukları ile birlikte seyretmekten utanıyor…
Bu örnekleri yüzlerce, binlerce şekilde çeşitlendirebiliriz.
Evet, bir şeyleri tükettiğimiz kesin ama bu tüketim kültürünün ön gördüğü bir tüketim değil.
Başta kadın olmak üzere, aileyi ve ona ait bütün değerleri hızla tüketiyor ve itibarsızlaştırıyoruz.
Annelik gibi kutsal bir müesseseyi bile reklam objesi olarak kullanıp tüketimi artırmanın peşindeyiz.
Niye reklamlarda hep mankenler kullanılır?
Gerçek bir anne, gerçek bir ev hanımı, gerçek bir babaanne veya baba, çocuk kullanılmaz da hep idealize edilmiş ve gerçek hayatta karşılaşılması zor olan figürler reklamlarda arzı endam eder.
Niye reklamlar bir aileyi değil de cinsel öğeleri akla getirir?
Bir lastik reklamında bile kadın figürünün oldukça yüksek bir dozda şehvet uyandıracak bir figür olarak kullanılmasının mantığı nedir?
Neden kamu spotlarında ya da reklamlarda gizli özne olarak hep cinsellik vardır da aile mefhumuna yönelik ya da ibadete, namaza yönelik kurgular senaryo edilmez.
Deterjan ya da iç serinleten, ruhu dinlendiren ürünlerin ya da mekanların pazarlanması ve dahi reklamı sunulurken gizli özne olarak “namaz kılan kimse maddi ve manevi kirlerden temizlenir” düsturu ile anlatılabilir.
“Namaz, günlük yaşamı şekillendirerek bilinçli, ruhsal ve duygusal dünyanın dengesini kurmada en önemli etkendir” imajını, algısını oluşturarak ruhsal açıdan ve sağlık açısından şifa olduğu hatırlatılabilir.
Korona süresince 14 altın kural ile yatıp kalktık. Namazın ve Ailenin de altın kurallarını anlatan kamu spotları ile toplum daha bilinçli ve ahlaklı hale dönüştürülebilir.
Temizliğin korona sürecinde ne kadar önem arz ettiğini söylemeyen ne doktor ne de medyacı kaldı.
Efendimizin “Temizlik imanın yarısıdır” buyurması üzerine abdestin önemi ve sağlığa katkıları reklamlarda ve kamu spotlarında işlenebilir.
Bu şekilde kurgulanmış senaryolar toplumu duçar kaldığı bataklıktan kurtarılması adına kolaylık sağlayacaktır.
Masum olmayan bir şeyi “reklam” adı altında masum gösteremeyiz.
Kamu spotlarında bile kadını hep şiddet gören, şiddete maruz kalan bir insan olarak resmediyoruz. Olumlu bir şey yapalım derken olumsuz örnekler üzerinden gidiyoruz.
Kadını yüceltelim derken onu değersizleştirdiğimizin farkında değiliz maalesef.
Bu mantıksızlığa isyan etmenin ve “dur” demenin vakti gelmedi mi hala?
Reklamların toplumsal ahlakımıza verdiği zararı daha ne kadar görmezden geleceğiz.
“Sonuçta bu bir reklam” deyip geçemeyiz.
Bir an önce yaptığımız ve yapılan hatadan dönmeliyiz. Eğer kadına gerçek değerini vermek istiyorsak onu cinsel bir öğe olarak figüre etmekten ve şiddet gören bir birey olarak resmetmekten vazgeçmeliyiz.
İstanbul Sözleşmesi gibi son derece tehlike unsuru içeren bir gudubet sözleşme ile kadının değeri ve hakkı verilmiş olmaz vesselam…