Rahmet Peygamberinin sirke satan ümmeti…
Diyanetin görevi “bu Müslüman, bu değil, bu münafık” diye milleti ayrıştırmak değil ki…
Kültürümüzde “Keskin sirke küpüne zarar” diye bir deyim vardır. Fevri çıkışların, zamansız çıkışların insana ve topluma vereceği zararları anlatan çok güzel bir darb-ı meseldir bu söz.
Ancak sıklıkla hatırlatılmasına ve zararları yaşanmasına rağmen bir türlü keskin sirke olmaktan kurtulamıyoruz toplum olarak.
Yukarıdaki girişi yapmama neden olan olay dün twitter’da rastladığım bir tweet oldu. Beni üzen bu tweet, Diyanet İşleri Başkanlığı’na yönelik yazılmış olan bir teklif başlığı ile paylaşılmış. Mahiyeti ise, dini değerler ve kutsal mabetlerimiz ile alay eden ve bu minvalde İslam ve dahi Müslümanlara yönelik saldırılardan berî durmayan şahıslara yönelik bir yaptırım teklifi.
Oysa İslam dini barış dinidir, selamet dinidir, bütün insanlığı kuşatıcı bir dindir.
Bu şekilde insanları dışlamanın, bu kadar keskin ifadeler kullanmanın bu dinin ruhuna uygun olduğunu düşünmüyorum.
Kaldı ki Rahmet Peygamberi olan Efendimiz Hz. Muhammed İslam’ın en büyük düşmanı olan Ebu Cehil’in cenazesi hakkında bile kötü söz söylenmemesini istemiş birisi.
Efendimiz Hz. Muhammed; Abdullah İbn-i Selul gibi münafıklığı herkes tarafından bilinen ve kendisine ve Müslümanlara onlarca kez zarar vermiş birisinin bile cenaze namazını kıldırmış birisi. Kendisi münafıkların kim olduğunu bildiği halde asla onların cenaze namazlarının kılınmaması yönünde ima ile dahi olsa işarette bulunmamıştır.
O Peygamber ki Ebu Cehil ve benzerlerine defalarca tebliğde bulunmuş birisi.
Biz niye insanları dışlayacağımıza gidip onlara hak ve hakikati tebliğ etmiyoruz ki?
Kaldı ki isimleri zikredilen ya da bu düşünceye ve zihniyete sahip olan insanların “Biz Müslüman değiliz, İslam dinini din olarak kabul etmiyoruz” gibi bir şey demedikleri ortada.
Bu insanların Bayram, Cuma ve Cenaze namazı münasebeti ile camiler ve ibadetle az da olsa ilişkilerinin var olduğu gerçeğini unutmamak lazım.
Bu şekilde bir davranış ile büsbütün irtibat kopukluğunun oluşması “Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker” düsturuna ters düşmüş olmaz mı?
Bırakın böyle bir karar alınmasını, sosyal medya üzerinden kıvılcımı ateşlenmiş tepkilerin çığ etkisi oluşturması durumunda bile: “Benim cenazem camide olmasın” diye karara gerek duymaksızın on binlerce insan ortaya çıkar!
Bir şekilde de olsa irtibatı olan on binlerce insanın cami ile ilişkisinin koparılması mı doğru olan?
Görevi ve ilmi birikintisi İslam’a davet olması gerekenler bu tarz söylemlerle ne kazandırdıklarını düşünüyorlar acaba?
Ayrıca, kuruluş amacı ülkemizdeki her insana dini tebliğ etmek olan bir kuruma böyle bir çağrı yapmak niye ki?
Diyanetin görevi “bu Müslüman, bu değil, bu münafık” diye milleti ayrıştırmak değil ki…
Peki, bu paylaşım karşılığında on binlerce insan “cenazemizi kılmayın!” diye bir karşı çıkış yaparsa bunun toplumda oluşturacağı travmayı hiç mi hesap edemiyorsunuz?
Bunun örneğini LGBT yürüyüşlerinde pankartlarda yazılı cümleleri okurken, şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmış gözlerle görmedik mi?
Buyurun işte, siz “cenaze namazları kılınmasın” derseniz onlar da şöyle der: “Tabi çok mantıklı. Benim cenazemi de doğrudan gömebilirler. Diyanetin kıldıracağı namaz onların olsun. Yalnız şöyle... Benim ödediğim vergiden Diyanet'e 1 kuruş bile verilemez. Kim verirse versin ama ben vermem. O sakallılara giden her kuruşum haram olsun. Anlaştık mı?”
Yukarıdaki alıntı bahis konusu olan tweete yazılmış olan benzeri onlarca cevaptan biri.
Bu vebal değil midir?
Bir milli eğitim bakanının: “Şu okullar olmasaydı milli eğitimi ne güzel idare ederdim” dediği gibi birileri de çıkıp “Şu Müslümanlar olmasaydı İslam dini ne güzel bir dindi” der mi acaba diye korkuyorum açıkçası!
Bu gidişle derler gibime de geliyor…