BIST 9.610
DOLAR 34,69
EURO 36,77
ALTIN 2.967,82
HABER /  GÜNCEL

PKK'yla mücadelede büyük hata!

Hükümetin terör örgütü PKK'ya yönelik yaptığı tam saha presin istenilen sonucu vermesi için bu şart olmazsa olmaz olarak değerlendiriliyor.

Abone ol

PKK'ya yönelik operasyonların başarılı olması istihbaratın gücüne bağlı. Ancak istihbarat yapımızda yanlışlıklar var. Operasyonu yapanın istihbarat, istihbarat toplayanın da operasyon yapma yetkisi yok.

Terörle mücadelede devletin tüm birimlerinin topyekûn mücadelesinin meyvelerini nasıl verdiğini dün aktarmıştık. Bugün de bölgede sistemin işleyişini, 'sahadaki' birimlerin gördüğü aksaklıklar ve yapılması gerekenleri masaya yatırıyoruz. Öncelikle şunu not düşmek şart.

ATILMASI GEREKEN ADIMLAR

Bugün'ün haberine göre, güvenlik bürokrasisi hiç olmadığı kadar bütünleşmiş ve kararlı. Fakat sistemik aksaklıklar sürüyor. Özveri ile çalışan asker ve polis açığı kapatmaya çalışsa da uzun vadede atılması gereken çok adım var. Sistemik aksaklıkların faturası hep ağır oldu. Yıllardır sabit noktalarda bekleyen birliklerimiz sürekli zayiat verdiler. Sabit noktada beklemek demek sonuçta basılmak demek. Öyle ki yıllardır girilmeyen, teröristlerin kurtarılmış bölgeleri var. Eylem yapacağı, EYP döşeyeceği yere elini kolunu sallayarak gelebiliyorlar. Bazı komutanlar da 'sicil' kaygısıyla 'ne kadar az dolaşırsak o kadar az zayiat veririz' diyerek saha taraması yaptırmıyor. Ayrıca operasyonun başarılı olması istihbaratın gücüne de bağlı. Fakat istihbarat yapılanmamızda yanlışlıklar var. Kara Kuvvetleri birliklerinin istihbarat toplama yetkisi yok.

Yetkisi olsa da istihbaratı bilmiyorlar. Bilgi toplama işi polis, jandarma ve MİT'te. İstihbaratı toplayan birimle operasyonu yapacak birim farklı olunca ya iş işten geçiyor ya da 'şike yapan' ara unsurlar çıkıyor. Nitekim iki gündür medyanın gündemini meşgul eden 'yanlış koordinat bildirip boş dağları bombalatan komutan' haberi herkesin malumu. Medyanın son yıllardaki sorgulayıcı tavrı istihbarat anlayışını da değiştirdi. Fakat bu durumun da şöyle bir yan etkisi var. Basın olayı sorgulayacağı için her birim teyit etmemiş olsa bile 'ben uyarmıştım' diyebilmek için sürekli istihbarat raporu düzenliyor. Sürekli bu tip raporlar görmeye alışan birimler de bir süre sonra gerçek istihbarata karşı bile duyarsızlaşabiliyor. İstihbarattaki temel kaynak ise insan. Fakat bu konuda son yıllarda ciddi zafiyet oluştu. Mesela Keklikkayası baskınında PKK'lılar Kazan Vadisi'ni kullandılar. Üs vadiye 5 km mesafede. Kalabalık bir grup vadideki köylere parça parça yerleşiyor fakat istihbarat alamıyorsunuz. Bu esaslı bir sorun...

PAYLAŞIMDAKİ AKSAKLIKLAR

Ankara'dan basit gibi gözüken bazı kararlar sahada çok hayati olabiliyor.Mesela Silopi'de yakalanan PKK'lı orada sorgulanamayıp merkeze yollanıyor. Tabii ciddi zaman ve bilgi kaybı da doğuyor. O teröristten alınacak bilginin sahadaki birimlere ulaşması haftalar alıyor.

ÜÇLÜ KARARGAH ŞART

Sınırların korunması konusunda yapısal sorunlardan birisi de valilerin pozisyonu. Pratikte Çukurca, Şemdinli, Yüksekova ve Şırnak'taki hudut birlikleri valiye bağlıyken iki ayrı devletin kurumları gibi hareket ediyorlar. Valilerin elindeki imkanları da rica minnet kullandırıyor. Yani oralarda devlet bin parça. Hudut hattındaki birliklere değişen genişlikte sorumluluk sahası vermek gerekiyor. Huduttaki birinci derece askeri yasak bölgenin genişliği 600 metre. Ama hudut birlikleri bu hattın dışında da kullanılabiliyor. Bir kanuni düzenleme yaparak, hudut hattındaki birliklerin sorumluluk sahasını terör tehdidi gibi durumlarda genişletecek şekilde tedbir almak lazım.

Sınırların sorumluluğu 1989 yılında çıkan kanunla Kara Kuvvetleri'ne verildi. Ancak halen Çukurca-Silopi arası jandarmada. Jandarma 'Nasıl olsa devredeceğiz' diye bu hattaki karakolları tahkim etmiyor. Kara Kuvvetleri de devralmıyor. Bazı karakollar ise verilen ağır zaiyatlardan sonra boşaltıldı. Oysa bu karakolların tamiri ve tahkimi gerekiyordu. Biz her Erdoğan-Obama görüşmesinde yada ikili temaslarda 'Teröristlere barınma imkanı sağlıyorsunuz' diye Amerika'ya kızıyoruz. Barzani'ye sert çıkıyoruz ama kendimiz barınma imkanı sağlıyoruz PKK'ya. Güvenlik uzmanlarına göre karargâh modellemesini yenilemek şart.

Üç aşamalı bir yapı öneriliyor

1- Taktik seviye karargâhları: Jandarma ve polis özel harekat birimleri ile sınırları koruyan yerel tugay karargâhlarını kapsayan bu düzenlemede öncelik sınırların güvenliğini temin etmek.

2-Operatif seviye karargâhları: Bu yapılanmada da komşu illerden oluşan karargâhlar koordinatör valinin yönetiminde; içinde polis jandarma ve askerin olacağı bir ekiple yönetilmeli.

3-Stratejik karargâh: Bu da başkentte, İçişleri Bakanlığı bünyesinde asker, sivil ve polisin üst düzey temsili, diğer bakanlıkların desteğiyle genel konsept belirleyen bir yapı olmalı. Bu yapı halihazırdaki 8 kademeli yapının bütün olumsuzluklarını giderebilir. Sonuçta günümüzdeki problemler sadece sivillerin ya da sadece askerlerin çözebileceği problemler değil. Sivil ve askeri bürokrasinin daha fit bir karargah düzeninde çalışması şart.

13 BİN KİŞİ ÇALIŞIYOR

Mevcut yapıyı hatırlatmakta fayda var. Bizde karargâhtan bol bir şey yok. MSB Karargahı, Genelkurmay Karargahı, Kara Kuvvetleri Karargâhı, Hava, Deniz, Sahil Güvenlik vs... Ankara'daki karargâhlarda 13 bin kişi çalışıyor. Hiyerarşi ise had safhada. Proje subayı, kısım amiri, şube müdürü, daire başkanı, kurmay başkanı ve nihayetinde komutan. Komutana bir bilgi çıkana kadar bazen günler geçiyor. Sonuçta yönetilemeyen bir teşkilat ortaya çıkıyor. Ankara'daki bütün karargâhlar MSB ve İçişleri Bakanlığı çatısı altında birleştirilmeli. Karargâhlarda Dışişleri'nin işlerini takip eden birimler bile var. Devlet içerisindeki bu devlet yapısına son verilmeli. TSK, MSB'ye bağlanmalı, 2 yılda bir stratejik seviyedeki komutanlar değişmemeli.

TERÖR VARKEN DEMOKRASİ OLMUYOR

Ankara'dan bakınca farklı şeyler gözükebilir fakat yerelde dengeler değişik. Bölge halkının terör başladığından bu yana en büyük endişesi aş iş değil güvenlikti. Önceliği hayatını korumaktı. Başlarda PKK'ya karşı savaşan bazı köylerin bugün askere tuzak kuruyor olması 'devletin onları PKK'ya karşı koruyacağı inancını vermemesinden' kaynaklanıyor. Ele geçirilen PKK'lıların ifadelerine bakınca BDP'ye bağlı akademilerin aslında askere alma ofisi gibi çalıştığı gerçeği görülüyor. BDP'liler de polise taş yada tokat atarak kendi tabanına mesaj vermenin derdine düşüyor. Polise tokat atan Sebahat Tuncel, Türk kamuoyunda nefreti körüklerken Kürt seçmenin gözünde polisi tokatlayan kahraman payesi kazanıyor.

PKK OLMASA BU YARDIMLAR OLMAZDI

Terör bitmeden, bölgeye yapılacak her yatırım halkın nazarında PKK'ya puan kazandırmaktan başka bir işe yaramıyor.' PKK sayesinde devlet bunları yapıyor, PKK olmasa bunlar olmazdı düşüncesi' özellikle pompalanıyor ve maalesef taban da buluyor. Geri kalmışlığın PKK terörü yüzünden olduğunu herkese anlatmak ger ekiyor. Kaçakçılığın da önlenip alternatif gelir kaynaklarını bulmak şart. Aksi takdirde terörün finansmanı da göstere göstere yapılıyor. Sonuç itibariyle; 2 gündür anlattıklarım Kürt sorununu çözmez. Bu tedbirler, yani güvenlik, bürokrasinin attığı adımlar, çözüm için sahayı hazırlamaktan başka bir şey değil. Çözüm yine Meclis'te, siyasi iradede olacaktır. Ama bunlar da yapılmadansiz açılım adı altında birtakım düzenlemelere giderseniz yaptığınız şey arabayı atın önüne bağlamak olur ki bir fayda getirmeyeceği açıktır.