TKP’nin bölgedeki liderlerinden Nabi Dağcı, terör örgütü PKK'nın bölgede nasıl kök saldığını anlattı...
Abone olEski TKP’nin bölgedeki liderlerinden Nabi Dağcı, PKK eylem yapmaya başlayınca diğer Kürt grupların ‘Bunlar da nereden çıktılar’ dendiğini söyledi.
Yağcı, PKK'nın 1980 öncesindeki silahlı mücadelesini, Kürt siyasi hareketlerine ve siyasetçilerine karşı yapılandırdığını anlattı.
Birden ortaya çıkan Apoculuktan Kürt siyasal hareketinin 'karanlık güçler' diye şüphelendiğini sözlerine ekledi.
Taraf yazarı Neşe Düzel, 1980 öncesinde Kürt siyasi hareketlerinin içinde yer alan, o dönemde Diyarbakır’da gençlik liderlerinden biri olan, yasadışı Türkiye Komünist Partisi üyeliğinden Diyarbakır zindanlarında dört yıl yatan Tıp Doktoru Mustafa Dağcı’yla konuştu.
1980’den önce Diyarbakır’da politik durum neydi?
1980 öncesinde Kürt siyasal hareketi hem çok canlıydı hem de çok başlıydı. 1980 öncesinde Doğu ve Güneydoğu’da çok sayıda siyasi Kürt hareketi vardı. Bunların bazıları Sovyet yanlısıydı, bazısı Maocuydu. Bazısı Barzani’ye yakındı, bazıları da Rızgari gibi daha bağımsızdı.
Hangi gruplar vardı?
Mesela iki tane KDP vardı. Biri, muhafazakâr olan Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi. Diğeri, daha solda olan Sait Elçi’nin kurduğu Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi. Sonra bundan Kürdistan İşçi Partisi doğdu ve bunun gençlik örgütü de DDKD’ydi. Yani Devrimci Demokratik Kültür Derneği... Hatip Dicle de oradan çıktı. Bölgede Yasadışı Türkiye Komünist Partisi (TKP) de etkindi. Onun gençlik örgütü de İlerici Gençler Derneği-İGD’ydi. Bir de Kemal Burkay’ın öncülüğünde kurulan Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi (TSKP) vardı. Bu hareket çıkardığı Özgürlük Yolu dergisinin adıyla anılırdı. Ayrıca bölgede Türkiye İşçi Partisi de (TİP) faaliyetteydi.
Bölgede Türkiye’nin kitle partileri yok muydu?
Tabii ki vardı. Mesela Erbakan’ın Milli Selamet Partisi Urfa, Muş, Bingöl ve Batman’da iyiyken, CHP de Diyarbakır’da milletvekillerinin çoğunluğunu çıkaracak kadar güçlüydü. 1977’de CHP’nin Diyarbakır mitinginde kalabalıktan iskeleler çöküyordu. Zaten Kürt hareketlerinin bir kısmı da o dönemde CHP’nin olanaklarından yararlanmak için CHP’nin içinde örgütlendiler. Ama CHP’nin 1977’deki Diyarbakır mitinginden sonra Kürt siyasetiyle CHP arasında ayrışma başladı. Çünkü “halklara özgürlük” sloganı atan Özgürlük Yolu, Rızgari, DDKD gibi grupların alana alınmamaları için o mitingde anonslar yapıldı.
Peki, Kürt siyasal hareketi, kendi içinde tam olarak hangi noktalarda birbirinden ayrılıyordu?
Aralarında ideolojik olarak pek bir farklılık yoktu. Aynı şeyi söylüyorlardı ama ayrı yapılarda örgütlenmeyi savundular. Zaten her hareketin kendine göre iyi örgütlendiği iller vardı. Bu illeri sahipleniyorlardı ve başka siyasi hareketlerin bu illerde örgütlenmelerini engellemeye çalışıyorlardı.
Farklı siyasi gruplar arasında çatışma yaşanıyor muydu?
Hayır, silahlı çatışma yoktu. Öyle ki, biz 1980 öncesinde TKP, TİP, DDKD ve Özgürlük Yolu ve Rızgari’li gençler aynı evde kalabiliyorduk. Farklı çizgilerdeydik ama birbirimizi anlıyorduk, tartışıyorduk. Kimse kimseyi dövmüyordu. Bazı münferit olaylar da konuşularak çözülüyordu. O sırada PKK yok gibiydi. Mesela Diyarbakır Tıp Fakültesi’nde sadece üç PKK’lı vardı. Bunlara Apocu deniyordu. O dönemde silah yoktu. Bu durum 1978’e kadar sürdü.
PKK nasıl oluştu?
PKK 1978’den sonra güçlenmeye ve bazı silahlı eylemler yapmaya başladı. O zaman diğer siyasi hareketler hep birlikte, “Bunlar nereden çıktı” sorusunu sordular. Bütün siyasi hareketler birbirini tanıyordu, zira geçmişte herkesin yolu bir şekilde birbiriyle çakışmıştı, aynı örgütlerde bulunmuşlardı. Ama birden bir Apoculuk çıktı. Apo, Kürt siyasi hareketini kuran isimlerle birlikte hiç çalışmamıştı. Şimdi bölgede örgütlenmeye çalışıyordu ve örgütlenirken de diğer Kürt siyasi hareketleriyle hiçbir temasa girmiyordu. Gerçi diğer Kürt örgütleri de o sırada PKK’yi çok dışladılar ya... Aslında kimsenin elinde bir kanıt yoktu ama insanlar acaba bu nasıl kuruldu diye PKK’den şüphelendiler o dönemde, onu karanlık bir güç olarak algılamaya başladılar. Mesela Duran Kalkan...
O gün PKK’nın kurucularından olan Duran Kalkan, bugün PKK’nın Kandil’deki önde gelen komutanlarından biri...
Duran Kalkan Ergani’de bacağından vuruldu ve bunu Türkiye Komünist Partililer yaptı diye iddia etti. Bunun üzerine bir PKK’li Diyarbakır’a geldi, bir kitapçının önünde oturan dört TKP’liyi taradı. O silahlı saldırıda TKP’nin en önemli isimlerinden Mehmet Çakmak öldü. PKK, sonra Cuma Yeşil’i de öldürdü. 1979’da oldu bunlar. Oysa TKP, silahlı mücadele yapmıyordu ve silahlı değildi.
1980 darbesine ortam hazırlanırken batıda Solcu gençlerle Ülkücü gençler birbirini vurdu. Doğuda ise Ülkücüler yok. Doğuda kim kiminle çatıştı, kim kimi öldürdü?
Sol gruplar arasında çatışma olmadı ama PKK, o dönemde sadece TKP’lileri değil, DDKD’lıları da vurmaya başladı. Çünkü artık güçlü olduğunu hissettirmesi gerekiyordu. Bu arada muhafazakâr olan Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi’nden bir grup, sola daha yakın olan bir söylemle ayrılmış ve KUK’u kurmuştu. PKK ile KUK arasında karşılıklı bir çatışma ortamı yaratıldı ve özellikle Mardin yöresinde yüzden fazla genç öldü. Ayrıca PKK güçlü aşiretlere de saldırdı. Aşiretlerle PKK arasında ciddi çatışmalar yaşandı.
PKK o dönemde devletle çatıştı mı?
Hayır. O dönemde PKK silahlı mücadelesini devlete karşı yapmadı. Devlete ilk saldırısını 1984’te Eruh’ta yaptı. PKK 1980 öncesindeki silahlı mücadelesini, Kürt siyasetçilerine ve hareketlerine karşı yapılandırdı. Biz, 1978’in kasım ayında TKP olarak Batman’da bir miting düzenledik. Daha sonra Apo tarafından öldürtülen PKK’nin kurucularından Mehmet Şener de o sırada Batman’daydı. Biz, bütün risklere rağmen mitingi yaptık. Mitingi mikrofon elimde ben yönetmiştim. Aradan yıllar geçti, PKK’li Medeni Çelik’le Diyarbakır cezaevinde arkadaş olduk. “Abi ben sana bir şey söyleyeceğim. Biz o gün hazırlandık. Mitingde sizi öldürecektik. Sonra bir şey oldu sizi taramaktan vazgeçtik. Şimdi bakıyorum da sizin gibi güzel insanı ben tarayacakmışım” dedi.
Peki, o günlerde, PKK dışındaki Kürt siyasetçilerinin talepleri nelerdi?
Gönüllerinde yatan, bağımsız bir Kürdistan devletini kurmaktı ama tercihi halkın oyuna bırakıyorlardı. Bağımsız devlet veya federasyon, halk ne istiyorsa o olacaktı. Yani ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunuyorlardı. Kemal Burkay’ın partisi federasyona daha yakın olsa da, o bile “Halk karar verecek buna” diyordu. Bugünkü gibi Türkiye devletinin yapısı içinde kalarak demokratik taleplerde bulunmak yoktu. Demokratik haklar için talepler öne çıkmış değildi o günlerde.
1980 öncesinde, “çok canlı ve çok başlı” olarak tarif ettiğiniz silahsız Kürt siyasetinin Kürt halkı arasında desteği güçlü müydü?
Güçlüydü. 1977’den itibaren bölgede CHP’nin yerini Kürt siyaseti almaya başladı. Mesela 1977’de Mehdi Zana Diyarbakır belediye başkanlığına bağımsız adaylığını koydu ve seçildi. Gene Özgürlük Yolu’ndan bir bağımsız aday da 1979’da Ağrı’da belediye başkanlığını kazandı. 1979’da Senato ara seçimleri vardı. Mardin’de ve Siirt’te Kürt siyasetinin adayları kıl payı seçimleri kaybetti. CHP’nin ve Adalet Partisi’nin tabanı Kürt siyasi hareketlerine kaymaya başlamıştı. Bu da Kürt halkının silahsız Kürt siyasetine sıcak baktığını kanıtlıyor.
Peki, 12 Eylül’de ne oldu?
Bu demokratik siyaseti, 12 Eylül’de silahla ve darbeyle boğdular. 1980 darbesi olunca, hiçbir eyleme katılmamış insanlar da dâhil herkes zaman içinde cezaevine konuldu. Mesela bize karşı operasyon 1982’de yapıldı. TKP olarak biz “Anayasa’ya Hayır” kampanyası başlatmıştık. Kenan Evren bir konuşma yaptı ve “Hepsini toplayın” dedi. Ondan sonra eline silah almamış, teröre bulaşmamış kim varsa ona operasyon yaptılar. Kürt siyasi hareketlerinin tabanını, kitlesinin büyük bölümünü cezaevine attılar. PKK’ye yönelik operasyonlar ise darbeden önce başlamıştı ve bu operasyonlar darbeden sonra çok arttı. Apo, “operasyon bana da geliyor” diyerek, önce Urfa’ya, sonra Suriye’ye gitti.
Siz Diyarbakır hapishanesinde ne kadar yattınız?
Dört yıl yattım.
Hapishanedeki Kürt siyasetçiler arasında anlaşmazlıklar sürüyor muydu yoksa bir bütünleşme olmuş muydu?
İlk başlarda aynı koğuşta kaldıkları halde her grup ayrı takılmış ama... İşkencelerin dozu arttıkça daha sonra birbirlerine kenetlenmişler. Diyarbakır cezaevinde o dönemde üç bin kişi yatıyordu ve bunların yüzde 90’ı PKK’liydi. Yatanlar arasında kaçakçılar, eroinciler de vardı. Mesela Dündar Kılıç da o dönemde Diyarbakır cezaevinde yatıyor ve açlık grevine katılıyor. Diyarbakır cezaevinde herkese işkence yaptılar. Sınırı ihlal eden Iraklı, Suriyeli Kürtlere bile işkence yaptılar.
12 Eylül döneminin korkunç anıları... PKK diğer Kürt hareketini nasıl sindirdi? Sonraki sayfada
[PAGE]
12 Eylül yönetimi bilinçli bir şekilde mi işkence yaptırdı yoksa bu işkenceler sadece oradaki subayların bir tercihi miydi?
Bu işkencenin münferit olması mümkün değil. Bilinçli bir tercihti bu! Sorgudayız... Bir gün Budak ailesinden biri geldi. Çok şişmandı. Ona da işkence yaptılar. Adam bayıldı. Kalp masajı yapmaya başladılar. Ben her şeyi göze alıp, göz bağımı çıkarttım adamın üstüne atladım. Ölmemiş adama kalp masajı yapılmaz. İlk yardım yaptım. Açık havaya çıkarttık. Başımıza çuval geçirilip sorguya götürüldüğümüzden ve sorgunun tamamında da gözlerimiz bağlı olduğundan biz nerede işkence gördüğümüzü bilmiyorduk. Ben o sırada nerede olduğumuzu gördüm.
Ne gördünüz?
Su kulesinin bulunduğu binayı gördüm. Askeriyenin içindeydik biz! Diyarbakır Kolordu’nun içindeydik! İşkencehane Kolordu’nun içindeydi! Sıkıyönetim Mahkemesi’nin tam arkasındaydık. Anlayacağınız, Kolordu’nun içinde, mahkeme heyetinin de gelip yaptırdığı ve izlediği bir işkenceydi bu!
Mahkeme heyeti işkenceyi mi izliyordu?
Evet. Mesela sorguda sizi askıya alıp sallandırıyorlar ve elektrik veriyorlar. Gözleriniz bağlı. Yukarıda asılı olduğunuz için aşağıyı bazen çok az görebiliyorsunuz. Orada bana işkence yapanlardan birini gördüm. Sonra aynı yüzü mahkemeye çıkarıldığımda da gördüm. Karşımda kürsüde oturuyordu.
Kürsüde işkenceci mi oturuyordu?
Evet. Bana işkence yapan kişi, davanın askerî hâkimiydi. Adı, Ülkü Coşkun! O sırada yüzbaşıydı. Yıllar sonra albay rütbesiyle Ankara DGM Savcısı ve ardından da Askerî Yargıtay üyesi oldu. Önce işkence yapıyor ve sonra sizi mahkemede yargılıyor! O dönemde işkence ve yargı el eleydi. Sorgudaki o yoğun işkenceden sonra ne yapıyorlardı biliyor musunuz? Mahkemeye çıkarmadan önce bizi biraz iyileştirmek için 10-12 gün gözaltında tutuyorlardı. Çünkü her tarafımız yara içinde. Bizi biraz tedavi ediyorlardı.
Darbecilerin yargıçları gibi doktorları da var mıydı?
Orhan Özcanlı diye bir doktor vardı. Sağlam raporlarını o veriyordu. Cezaevinin doktoruydu. Asteğmen olarak askerliğini yapıyordu. Ben tutuklanmadan önce dispanserde çalışıyordum. Geldi benden tutuklular için bazı ilaçlar istedi. Verdim. Sorgudaki işkenceden sonra bizi ona götürdüler. İşkenceyi tedavi edecek. Tedavi etmeden önce işkence yaptı! Bu adam, daha sonra Sevgi Hastaneleri’ni kurdu. Çok zengin oldu, Amerika’da evleri vardı. Susurlukçu İbrahim Şahin’le çok yakındı. Onu, Amerika’daki evinde ağırladı. Yolu işkencecilikten geçip yükselenlerden biri de bu işte!
12 Eylül yöneticilerinin bu işkence suçlarından yargılanması gerekiyor mu sizce?
Kesinlikle yargılanmaları gerekiyor. Bu, bir günlük olay değil. Bir komutan gidiyor, başka komutan geliyor. Yeni gelen, işkencenin daha fazlasını yapıyor ve vahşet devam ediyor.
12 Eylül, Kürt siyasetini nasıl etkiledi?
Demokratik yoldan siyaset yapan Kürt gruplarını yok etti 12 Eylül. Çünkü demokratik ve yasal siyasetin önünü tıkadı. Bu durum, PKK’nın işine yaradı. Herkes piyasadan çekildi ve sadece PKK ayakta kaldı. Onun zaten Suriye’de silahlı kampları vardı ve 1980 sonrasında da silahlı eylemlerine devam ediyordu. Diyarbakır cezaevinden çıkanlar ne oldu derseniz... Gençler dağa gitti. Orta yaşlılar ise yurtdışına çıktı ve PKK’ye yönetici oldu. Mesela PKK’nin önde gelen ismi Mustafa Karasu dağa gidip savaşmadı, yönetici olarak Avrupa’ya gitti.
PKK’ya kimler katıldı?
Söylenildiği gibi, dağı sadece Diyarbakır cezaevi yaratmadı! Sadece cezaevinde değil, Kürdistan’ın her yerinde işkence vardı! Devlet köy bastı, halka işkence etti, faili meçhul cinayetler işledi. Adamı mahkeme serbest bırakıyordu, sonra birileri onu yakalıyor ve diz çöktürüp kafasına kurşun sıkıyordu. Bütün bu uygulamalar insanları dağa çıkmaya zorladı. Bir kere faili meçhul cinayete kurban gitmiş insanların ailelerinden en az bir kişi dağa gitti. Düşünün... 17 bin faili meçhul cinayetin işlendiği bir yer Kürdistan!
Bütün Kürt siyasetlerinden de katılım oldu mu PKK’ya?
Ciddi anlamda oldu. Çünkü devlet Kürtlerin üzerine öyle şiddetli gitti ki, insanlara, silahtan başka bir seçenek bırakmadı. Biz 1990’larda Türkiye Birleşik Komünist Partisi’ni tekrar kurmuştuk. O dönemde bile devlet demokratik siyasete izin vermedi, bizi kapattı. Devlet, Kürtlere yasal siyasi mücadele alanını hep kapattı. 12 Eylül mantığı ve sistemi yıllarca devam ettirildi.
PKK diğer Kürt siyasetçilere nasıl davrandı peki?
PKK, kendi içindeki ve dışındaki muhalefete tahammülsüz davrandı. Gerçi dört-beş yıldır durum değişti. Şimdi insanlar PKK’yi eleştirebiliyorlar ama hâlâ PKK’nin karşısında örgütlenebilmek kolay değil bölgede. İnsanlar devletten ve PKK’den hâlâ korkuyorlar. Daha da önemlisi halkın politize olmuş kesimi, PKK’yi bırakıp kurduğunuz partiye gelmez.
Niye gelmez?
Şunu teslim etmek lazım. Bu süreç halka bir ulusal bilinç aşıladı. Kürt olma bilincini aşıladı. Halkın belli bir kesimi bu bilinci aşılayanın PKK olduğunu biliyor ve bunu “değerli” buluyor.
PKK bütün diğer hareketleri siyaset sahnesinin dışına itmeyi ve bu durumu yıllarca sürdürmeyi nasıl başardı?
Önce şiddet kullanarak, silahla başardı. Silahlı mücadele Kürt siyasetindeki çeşitliliği, farklı görüşleri, demokratik mücadele zeminini ve muhalefeti yok etti. Ama şu gerçeği de söylemek lazım. Devletin de uygulamaları sonucunda, Kürtlerde, “devlet yasallıktan anlamaz. Devlet, silahtan anlar” düşüncesi de yayıldı biraz. Eskiden böyle değildi. Dolayısıyla şu aşamada, PKK’nin dışındaki Kürt siyasi örgütlerinin kendilerine destek bulması mümkün değil. Devlet, Anayasa’yı değiştirmeden, bütün yasaları demokratikleştirmeden insanlar PKK çizgisinden ayrılmazlar.
PKK olmasaydı Kürt sorunu böylesine dikkat çeker miydi?
Evet, çekebilirdi. Çünkü 1980’den önce çekmişti. Kürt siyaseti daha güçlü olabilirdi. 12 Eylül Darbesi’nden önce bunun ciddi işaretleri vardı. Başta da söyledim. 1980’den önce Mehdi Zana bağımsız adaylığını koydu ve Diyarbakır’a Belediye Başkanı seçildi. Ama devlet bunu istemedi ve demokratik siyasetin önünü tıkadı. Demokratik siyaset devam etseydi, Kürt sorunun çözümü çok daha kolay olurdu.
Kürtlük bilinci, PKK ile mi oluştu yoksa daha önce de aynı güçte var mıydı?
Tabii ki Kürtlük bilinci PKK’den önce vardı ama PKK bu bilinci belli yerlere taşıdı. Türkçe bilmeyen hastalarım benimle daha önce Türkçe konuşmaya çalışırlardı. Şimdi Türkçe bilenler bile Kürtçe konuşuyorlar. Şimdi gelinen nokta bu! Kürtlük bilincinin oluşmasında devletin şiddet, baskı politikalarının da çok büyük rolü oldu tabii.
1980’den önce çok sayıda Kürt örgütü vardı. PKK’nın tabana yayılma stratejisinin diğer örgütlerden farkı neydi?
Soldaki diğer Kürt siyasi hareketleri şehir merkezlerinde öğrenci, memur ve işçi kesiminde örgütlenirken, PKK şehirlerin varoşlarında, yoksul, eğitimsiz, işsiz, çaresiz, öfkeli gençler arasında örgütlendi. Ayrıca köylere de girdi. Daha da önemlisi en güçlü aşiretlere saldırdı. Mesela Urfa’da Bucaklar’a, Batman’da Ramanlılar’a, Mardin’de Ömeriyanlar’a saldırdı. “En güçlüsünü alt edersen, zaten herkesi teslim alırsın, kendine biat ettirirsin” stratejisini güttü. Halkın çok korktuğu bu aşiretlerin otoritelerini sarstı. Devlet, bütün bunları seyretti. Bir de şu var...
Evet...
Kürtler silahı sever. Kürtler tarih boyunca hep korkutuldular. Sonunda kendileri de bir şeyin ancak korkutularak yapılacağına inandılar. Korkutmayı ve silahı bir yöntem haline getirdiler.
12 Eylül olmasaydı, Kürt siyaseti silahlı bir çatışmaya döner miydi?
Heves eden çıkardı ama büyük bir başarı sağlayamazdı, kendine taban bulamazdı. Düşünün... 1980 öncesinin kör demokrasisinde bile Kürt halkı demokratik mücadeleyi seçmişti. Parlamentoya gireceklerdi ama devlet buna izin vermedi. Bugün Kürt halkı artık silahlı mücadeleden bıktı. Yeter artık, diyor.
12 Eylül darbecilerinin yargılanması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben, sadece TKP üyeliğinden sekiz yıl ceza aldım. Ne yayın var, ne bıçak... Biz TKP’li arkadaşlarla başvuracağız, tek tek dava açacağız. Kenan Evren, Tahsin Şahinkaya, Ülkü Coşkun, Cezaevi Müdürü Abdullah Kahraman’ın yargılanmalarını isteyeceğiz. Bütün bu cinayetler ve işkenceler sistemli olarak gerçekleştirildi. Şimdi bu vahşet, bu suç yargılanıyor. Bu çok önemli!