BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46

PKK ile hangi liderler masaya oturdu?

Yazıya başlamadan önce bir soru soracağım size. Liderin biri "Bizim mücalemiz, Kürtlerle Türklerin birlikte devlet kurmasıdır" demiş. Bakalım tahmin edebilecek misiniz kim olduğunu?

Yazıya başlamadan önce bir soru soracağım size. Liderin biri "Bizim mücalemiz, Kürtlerle Türklerin birlikte devlet kurmasıdır" demiş. Bakalım tahmin edebilecek misiniz kim olduğunu?

Şimdi yazıya başlayabiliriz.

30 yıldır kanla sulanan, her çakıl taşında bir şehidin veya bir teröristin kanı bulunan bu topraklara barışı hakim kılmanın sadece ama sadece 3 yolu var.

1 - Savaşarak. Bunu zaten 30 yıldır yapıyoruz ve 40 bin insanı böyle savaşta kaybettik. Feryadın yükselmediği il, ilçe, köy ve mezra kalmadı.

2 - Bölünerek. Bir asırdır içten ve dıştan gelen tüm tehditlere rağmen bölünmedik. Bunu Kürtler dahi istemiyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkımında dahi Kürtler İngiltere ve Fransa'nın kışkırtma ve tahriklerine rağmen bu topraklara ihanet etmedi, yine etmeyecek.

3 - Konuşarak. Şu an tam da bu yapılıyor. Beğeniriz veya beğenmeyiz. Çoğunluğun oylarıyla iktidara gelen bir hükümet var ve kendi tarzı, kendi yöntemiyle bu sorunu konuşarak halletmek istiyor. Ama herkes buna karşı. "Peki senin çözüm önerin ne?" dendiğinde ise çıt çıkmıyor!

Çünkü barışı sağlamak için bu 3 yoldan başka güzergah yok.

Söylenen tek şey var. "Hükümet neden PKK ile müzakere masasına oturdu?"

İyi de PKK ile pazarlık masasına oturan ilk iktidar AK Parti değil ki? Terör örgütü kan döktüğü ilk günden beri görev yapan tüm iktidarlar öyle veya böyle barış adına bazı hamleler yaptı?

Daha doğrusu bugüne kadar devlet adına kimler, gizli veya aşikar bir şekilde PKK ile müzakere masasına oturdu, gelin ona bakalım.

PKK ile ilk görüşmeler 1993 yılında yapıldı. PKK saldırılarının en yoğun olduğu dönemlerde "İkinci Cumhuriyet" tartışmasını çıkaran dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal diğer yandan da barışın yollarını arama adına masaya oturan lider oldu. O zamanlar Celal Talabani bu görüşmelerde arabulucu sıfatı görüyordu. Belli bir noktaya gelen, hatta ateşkesle noktalanan sürecin sonrasında görüşmeler nasıl olduysa oldu ve bir anda kesildi.

PKK ile ikinci görüşme ise Özal'ın vefatından sonra yaşandı. Hatta çok güçlü kaynaklara göre Özal Öcalan'la her konuda anlaşmıştı ve karar açıklanmak üzereyken Özal'ı ortadan kaldırdılar. Özal öldükten sonra bu kez PKK ile görüşen isim ANAP lideri Mesut Yılmaz oldu.  Ancak askeri kanattan birileri devreye girince, 1995 yılında süresiz ateşkes ilan edilmesine, barış görüşmelerine başlandığı kulaktan kulağa fısıldanmasına rağmen süreç yeniden tıkandı.

Aynı Mesut Yılmaz 1996 yılında bir kez daha harekete geçecek, HADEP'ten Recep Doğaner üzerinden devletin ilişki kurmak istediği haberini PKK'ya ulaştıracaktı. Ancak bu kez sürecin "İsrail-Filistin" benzeri bir yöntemle çözüleceği dahi konuşulmasına rağmen yine bir el devreye girecek ve sağlanan ateşkes süreci ile barış görüşmeleri yeniden tıkanacaktı.

Yılmaz'dan sonra PKK ile temas kuran isim merhum Necmettin Erbakan oldu. Erbakan- Çiller koalisyonu döneminde bir gazeteci Abdullah Öcalan'a barış görüşmelerinin başlamasına start verilmesi amacıyla gönderildi. Bu karar PKK'nın Avrupa yönetimine iletildi ama o çaba da birileri devreye girince sonuçsuzlukla sonuçlandı.

En ilginç barış görüşmeleri süreci ise aynı yılın 1 Eylül'ünde, yani 'Dünya Barış Günü'nde yeniden başlatıldı. Süreci başlatmak isteyen bu kez kimdi biliyor musunuz?  PKK ile dağ tepe demeden, binlerce şehit veren Mehmetçiğin ta kendisiydi. Yani üst düzey askeri kanat bu taleple APO'ya haber gönderdi.

Öcalan yakalandıktan sonra yargılanırken o dönemi şu sözlerle anlatacaktı:

"Genelkurmay'ın Toplumsal İlişkiler Başkanlığı'nda çalışan bir Albay, üst düzey askeri kadronun verdiği yetki ve görevlendirme üzerine Brüksel'deki temsilciliğimize kadar gelmiş ve aynı önerileri getirmiş. Ben önerilerin ciddiyetine inandım, 1993'te de Özal'ın bu çeşit düşünceleri vardı ancak ordu o zamanlar bu konuya hazır değildi. Bana getirilen önerilerde artık ordunun da bu konuya hazır olduğu belirtiliyordu. Bu sebeple ben ateşkesi tek taraflı olarak ilan ettim. Bana söylenen resmen olmasa bile fiilen ateşkes şartlarına bağlı kalınacağı ve aşama aşama önerilerin gerçekleştirileceği idi."

Sakın Öcalan'ın sözlerine itimat etmediğinizi söylemeyin. Yaklaşık 3 aydır Öcalan'ın ağzından çıkan her söze inananlar bugün "İnanmıyorum" derse komik olur çünkü. İnanmanızı gerektirecek çok güçlü belgeler de var ortalıkta. Öcalan'ın askerden gelen barış çabalarını anlattığı söyleşisi o günlerde Fransa'nın Le Monde gazetesinde yayınlanmış, Mine Kırıkkanat ve Saygı Öztürk bu söyleşiyi Türk basınına da taşımış ve askeri kanattan bir tepki veyahut tekzip gelmemişti.

Neyse, devam edelim.


PKK ile mücadele adına Güneydoğu'yu kan gölüne çeviren, "Her Kürt teröristtir" mantığıyla hareket ettiği için Kürt işadamlarını katlettiren, özel harekatçıları birer cellat edasıyla bölgeye sevkeden Tansu Çiller de PKK ile görüşme masasına oturan isimlerden biri. Çiller Başbakanlığı  döneminde bir yandan bu katliamları yaparken diğer yandan da Mehmet Ağar'ı yanına katarak PKK'ya görüşme istediğini MOSSAD üzerinden ileten isim oldu.

Öcalan yakalandıktan sonra ne oldu peki? Onu da anlatayım..

Ecevit döneminde de barışın sağlanması adına Öcalan'la masaya oturuldu. O dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, askeri yetkililerden oluşan bir komisyon kurdu ve Ecevit'i de bu sürece kattı. Başbakan Bülent Ecevit adına o günlerde MİT Müsteşarı Emre Taner görüşmeleri tam yetkiyle sürdüren isimdi.

Size daha acısını söyleyeyim.

O dönemde Hüseyin Kıvrıkoğlu çekilme süreci konuşulurken, "PKK'lıların tamamı çekilmesin. 500 kişilik bir grup kalsın. Çünkü PKK'nın boşaltacağı alanlara diğer terör örgütleri sızabilir. Bu boşluğu PKK doldursun" diye bir öneri bile götürdü. Bu görüşmeler 2001 yılının Eylül ayına kadar sürdü ve sonuç alınamadı.

Ecevit de zaten kısa süre sonra ekonomik kriz patlak verince koltuktan düştü.

Sonrasını zaten biliyoruz. AK Parti ve görüşme süreci aynen devam ediyor. AK Parti'nin diğer partilerden farkı, süreci tam gizlilik içinde değil de yarı şeffaf yürütmesi.

Mesele de buradan çıkıyor zaten.

Bakınız; 

AK Parti'nin bu süreci yüzde yüz doğru götürdüğünü söylemiyorum. Ancak Kürt sorununu İnsan Hakları ve Hukuk Ölçeğinde çözmek istediğine dair çabaları olduğunu söylüyorum. Bugün bahsi edilen Kürtler'in sadece yüzde 20-22'si BDP'ye ve dolayısıyla PKK'ya oy veriyor, yüzde 80'i oy vermiyor. Ama o yüzde 80 bile haklarını, dillerini ve kimliklerini istiyor. AK Parti de bu yüzde 80'in sorununu çözmekle beraber, PKK belasını da aradan kaldırmak üzere çabalıyor.

Katılırsınız veya katılmazsınız o sizin sorununuz ama bilesiniz ki, dünyada terörün musallat olduğu tüm ülkeler sorunları bu yöntemle halletti, hallediyor. İngiltere'nin İRA'dan kurtuluş yöntemini araştırın ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Siz PKK'yı kuran Ergenekon ve JİTEM'i yok sayıp, "Yahu Öcalan'a söyleyin birşeyler yapsın, kan döksün. Yoksa AKP iktidara gelecek" diyen yargının en tepesindeki isimleri görmezden gelip, PKK ile içli dışlı olan askerleri kahraman sayıp, AK Parti'ye küfretmeye niyetlenmişseniz, gökten vahiy dahi gelse ikna ve islah olmazsınız zaten.

Ha..

Eleştirdiğiniz ve hain dediğiniz Akil İnsanlar meselesine gelince...

Biliyorum ki, Akil İnsanlar'ın arasına bugün Atatürk de katılsa, Hazreti Peygamber de bu isimlerin arasına katılsa siz onlara da küfredersiniz, buna eminim.

Yalnız bilmelisiniz ki ..

Akil İnsanlar meselesini ilk dillendiren Abdullah Öcalan, Öcalan'ı destekleyen ilk açıklamayı yapan parti de CHP'dir. AK Parti'de bu sürece CHP'yi de dahil etmek için "Akil İnsanlar" önerisini kabul etmiştir.

Hatta Akil İnsanlar meselesini Meclis'e taşıyan ilk parti de CHP'dir. AK Parti bu meselenin Meclis'e taşınmasına izin verse ne olacaktı biliyor musunuz?

Meclis CHP'nin önerisini kabul etse, mecburen Akil İnsanları TBMM seçmek zorunda kalacaktı. Bu durum Abdullah Öcalan'ı "teröristbaşı" statüsünden çıkarıp "isyancı" konumuna sokacak, "terörist" dediklerimiz "gerilla" olarak anılacak, "terör eylemleri" de "hak mücadelesi" olarak resmen Birleşmiş Milletler'in kontrolü altına girecekti.

BDP'nin, "Bu konu Meclis'te görüşülmeden geri çekilme olmaz" diye diretmesine ve dayatmasına rağmen AK Parti'nin ısrarla, "Bu konu Meclis'te görüşülmeyecek" demesinin nedeni de budur.

Yazı uzadı..

Başınızı fazla şişirmeyeyim.

Son olarak diyeceğim şu.

"Bazen bir hainin fısıltısı, bir milleti öldürür.." Bugün barış süreci, Öcalan'ın açıklamalarına dahi yansıdığı şekliyle PKK'nın tek bir şartı dahi kabul edilmeden devam ederken, "Ülke bölündü. Öcalan ülkeyi yönetiyor" diye fitne ve vesvese üretmeye çalışanlara fazla aldırış etmemenizi tüm saygımla tavsiye ederim.

Aldırış etmeyin çünkü, paranoya gerçekten bulaşıcıdır.

Ha...

Yazının başında sorduğum sorunun cevabı:

O sözü söyleyen, hatta söylemekle kalmayıp Amasya Beyannamesi'nde bu sözün altına imza atan kişi Mustafa Kemal Atatürk'tür!...

NOT: Yazıya gelecek tepkileri tahmin edebiliyorum. Ancak vatana sadakatimi üç beş pıtırcık sünepenin sorgulayacak olması çok umurumda olmaz söyleyeyim!