Ekonomi göstergelerinde gözlenen ''iyileşmeler'', iş dünyasının 2010 yılına ilişkin beklentilerini olumluya çevirdi.
Abone olKriz, üretim, ihracat, yatırım ve istihdam gibi temel verilerde meydana gelen düşüşlerle kendisini gösterirken, tüm ülkeler uygulamaya koydukları çeşitli önlem paketleriyle, krizin ülke ekonomileri üzerindeki etkilerini hafifletmeye çalıştı.
Dünyada ve Türkiye'de yılın son aylarında ekonomik göstergelerde gözlenen gelişmelerin, gelecek yıla ilişkin olumlu sinyaller verdiği ifade edilse de ekonomide ''toparlanma'' ve iyileşmeye geçiş sürecinin halen belirsizliğini koruduğu belirtiliyor.
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Üyesi ve Dışişleri Komisyonu Başkanı, Sabancı Holding Perakende Grubu Başkanı Haluk Dinçer, 2010 yılında dünya ekonomisinde hızlı bir büyüme beklenmediğini, dolayısıyla global ekonominin entegre bir parçası olan Türkiye'nin de yüksek büyüme hızına ulaşmasının pek mümkün olmadığını söyledi.
''BARDAĞIN DOLU, TARAFINI GÖRÜP DAHA İYİSİ YAPILABİLİR''
Orta Vadeli Program'ın gayet muhafazakar hedefler içerdiğini kaydeden Dinçer, ''Hızla artan bütçe açıkları dolayısıyla Hükümetin de eli kolu bağlı. Dünyanın önde gelen ülkelerinin uyguladığı genişleyici para ve maliye politikalarının uygulanması gündemde değil. Durum böyle olunca, Türkiye'nin elindeki silahlar bir tarafta güçlü bankacılık sektörü, diğer tarafta iş dünyasının girişimci ruhu, yaratıcılığı ve krizlerle baş edebilme becerisidir'' diye konuştu.
Dinçer, 2010 için Orta Vadeli Program'da öngörülenden daha iyimser olduğunu ifade ederek, ''Kendimize güvenelim. Hükümet ve iş dünyası arasında oluşturulacak güçlü diyalogla, ortak akılla Türkiye 2010'da yüzde 5 büyümeyi aşacaktır'' dedi.
Programda öngörülen yüzde 3,5, yüzde 4 ve yüzde 5'lik büyüme hedeflerinin kimsenin arzu etmediği kadar düşük seviyeler olduğunu belirten Dinçer, bu büyüme değerlerinin, ülkedeki işsizlik sorununu çözmeye yetmeyeceğinin ve dünyanın içinde bulunduğu zor ortamda Türkiye'nin rekabet gücü kazanma fırsatını da kaçırmasına neden olacağının altını çizdi.
Dinçer, Ekim ayı Sanayi Üretim Endeksi sonuçlarının umut verici olduğuna işaret ederek, ''bardağın dolu,tarafını görüp, moralleri yüksek tutarak, daha iyisinin yapılabileceğini vurguladı.
Türkiye ekonomisini önümüzdeki dönem etkileyebilecek en önemli riskin, ülkedeki siyasi iklim olduğunu kaydeden Dinçer, ''Sert söylemler, kutuplaşmalar, gerginlikler, kırılgan bir dönemden geçen ekonomimizde siyasi riski her zamankinden daha fazla yükseltti. Türkiye'de siyasi huzurun sağlanması için liderlere önemli görevler düşüyor. Aksi halde bunun faturası çok ağır olur'' değerlendirmesinde bulundu.
Dinçer, IMF anlaşmasına ilişkin olarak da dünyada kriz sonrası dengelerin yeniden sağlanması için G-20 toplantılarında IMF'e yeni rol verildiğini, Fonun önceliğinin, ''Türkiye'nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelere destek olmak ve kısa sürede yüksek büyüme hızına kavuşmalarını sağlamak'' olarak belirlendiğini hatırlatarak, dünyanın ve IMF'nin Türkiye'yle anlaşmaya ihtiyacı olduğunu, diğer taraftan Türkiye'nin kamu borç dengesinin olumsuz seyretmesinin, yüksek bütçe açıklarının, ülke kaynaklarının hazineye akmasına yol açtığını ve yüksek büyüme için gerekli finansman imkanlarını sınırlandırdığını anlattı.
Haluk Dinçer, ''Dolayısıyla Türkiye'nin de IMF ile anlaşmaya ihtiyacı var. Bir yılı aşkın süredir müzakere edilen anlaşmada bir sona gelindiğini ve yakında açıklanacağını umuyorum'' dedi.
''KAYIPLARIN TELAFİSİ, 2001'E GÖRE DAHA UZUN SÜRECEK''
İstanbul Sanayi Odası (İSO) Yönetim Kurulu Başkanı Tanıl Küçük ise sanayi sektörünün, ekonominin lokomotifi olduğunu belirterek, 2008'de başlayan olumsuzlukların 2009'da artarak devam ettiğini ve 2009'un Türkiye sanayisi için zor yıllardan biri olduğunu kaydetti.
Küçük, 2009'un 10 ayı sonunda sanayi üretiminin yüzde 13,1 oranında küçüldüğünü, ekim ayında önceki yıla göre yüzde 6,5 oranında artmasıyla, sanayi üretiminde 2008 Ağustos ayından itibaren 14 ay aralıksız devam eden küçülme sürecinin, beklenenden önce ve öngörülenden daha yüksek artış oranıyla son bulduğunu dile getirerek, verileri şöyle değerlendirdi:
''Bu olumlu gelişme, moralleri bir miktar düzeltse de sanayi üretiminin henüz istikrar kazanmadığı unutulmamalıdır. Yayımlanan ekonomik programda, 2010 yılında GSYİH'nın yüzde 3,5 sanayi sektörünün de yüzde 4,4 oranında büyümesi öngörülmektedir. Ekonomide lokomotiflik görevi yine sanayimizden beklenmektedir. Sanayide üretimin seyrini ise iç ve dış talepteki gelişmeler belirleyecektir. 2010 yılında hane halkı tüketim harcamalarının yüzde 2,5 ihracatın ise dolar bazında yüzde 11,5 oranında artması beklenmektedir. İç tüketimdeki yüzde 2,5'lik artışla sanayide yüzde 4,4'lük büyüme elde edilmesi, mevcut durum itibariyle güç görünmektedir. Nitekim Tüketici Güven Endeksi'ndeki son durum, iç talepte iyileşmenin yavaş seyredeceğine işaret etmektedir. Ancak son dönemde, küçük de olsa bir ışık ihracattan gelmektedir. İhracatımız, ekim ayında, 13 ay aradan sonra ilk kez artmış, artış kasım ayında da devam etmiştir.
İhracatımızın, ekim ayında, dolar bazında yüzde 3,9 artmasının yanı sıra miktar bazında da 10,7 oranında artması dikkat çekicidir. TÜİK'in ihracat birim fiyat endeksi, ihracatta, 2009'un 10 ayı sonunda, ortalama yüzde 19,2'lik fiyat düşüşüne işaret etmektedir. Bu şu anlama gelmektedir; ihracatta fiyatlar düşerken, ihracatçı sanayici, büyük bir özveri göstererek, hem ihracattaki düşüşü asgaride tutma hem de üretimdeki düşüşü frenleme başarısını göstermiştir. Bu noktada, şu gerçeği hatırlatmalıyız ki, bu koşullarda, ihracatta 2010'a yönelik umutların devam edebilmesi için, kurun en azından mevcut düzeyinden daha aşağılara düşmemesi gerekmektedir. Diğer taraftan, 2010 yılında, sanayi katma değerinde öngörülen yıllık yüzde 4,4'lük artış gerçekleşse dahi, bu artış, 2009 yılındaki kaybı telafi etmeye yetmeyecektir. 2010'daki yüzde 4,4'lük artış ile sanayi sektörü, ancak 2011'de 2008 yılındaki düzeyini yakalayabilecektir. Bu öngörüler, sanayide, toparlanmanın ve kayıpların telafisinin, bu krizde, 2001'e göre daha uzun zaman alacağına işaret eder niteliktedir.''
''SANAYİ SEKTÖRÜ İSTİHDAMINDA KAYDA DEĞER İYİLEŞME BEKLENMEMELİ''
Tanıl Küçük, Eylül 2009 dönemi işgücü verilerinin, son bir yılda, sanayi sektörü istihdamının 295 bin kişi ile yüzde 6,5 oranında azaldığını ortaya koyduğunu ve son bir yılda istihdamı azalan tek ana sektörün sanayi olduğuna işaret ederek, sanayi sektörü istihdamında 2010 yılında kayda değer bir iyileşme beklememek gerektiğini söyledi.
2008 yılında, kar ve zarar toplamının, İSO 500 Büyük kapsamındaki sanayi kuruluşlarında yüzde 47, Merkez Bankası'nın incelediği 3 bin 530 imalat sanayi işyerinde de yaklaşık yüzde 66 oranında azaldığını aktaran Küçük, ''Durum 2009'da kuşkusuz ki daha da kötüleşmiştir. Nitekim, 2009'un ilk 6 ayında, İMKB'de işlem gören sanayi kuruluşlarının, kar ve zarar toplamlarında, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 80'e varan azalmalar görülmektedir'' diye konuştu.
Küçük, karlılıkta 2010'da da büyük olasılıkla ''vahim'' bir tablo ile karşılaşılacağını belirterek, karlılıkta birkaç yıl üst üste büyük kayıplar yaşanmasının, kuruluşların mali yapılarında büyük tahribat yaratacağını, diğer taraftan, karlılığın azalmasının, kuruluşların tasarruf yapma, yeni yatırım ve istihdam için kaynak yaratma kapasitelerinin de azalması anlamına geldiğini vurguladı.
Düşük iç tasarruf ve düşük yatırım oranının, Türkiye ekonomisinin temel yapısal sorunlarından biri olduğuna değinen Küçük, ''Bu yapısal sorun, son dönemde, ne yazık ki daha da derinleşmiş görünmektedir. Bu yılın 9 ayı sonunda, özel sektör yatırım harcamaları yüzde 27 oranında küçülmüştür. Bu, çok yüksek bir orandır ve ekonomimiz adına iyi haber değildir'' dedi.
Küçük, ekonomide dinamizmin göstergesi yatırım iken, yeterince yatırım yoksa, ekonomide toparlanmanın, istenen hızda olmayacağına dikkati çekerek, şöyle devam etti:
''Ekim ayında sanayi üretiminde beklenenin üstünde artış gerçekleşirken, sabit sermaye malları üretiminde azalışın devam ettiği görülmektedir. Yatırımlardaki bu olumsuz tabloda, 2010'da ancak, küçük bir iyileşme görüleceği, bu nedenle üretim ve istihdamdaki iyileşmenin de yavaş kalacağı anlaşılmaktadır. Sanayi üretiminden gelen iyi haberle birlikte yılın son çeyreğinde büyümenin pozitif olması kuvvetle muhtemel hale gelmiştir. Sanayicimizin gayreti ve özverisiyle ortaya çıkan bu olumlu zemin, tedbirlerle desteklenmeli ve üretimdeki artışın, bundan sonraki aylarda da istikrarlı bir şekilde devam etmesi sağlanmalıdır. Bundan sonrası için hedef, üretim artışına istikrar kazandırmak, ayrıca tüketim ve yatırım harcamalarında da artıya geçişi sağlamak olmalıdır. Buralarda elde edilecek başarı, kanayan yaramız işsizliğe de, bir ölçüde de olsa çare olacaktır. ''
''EN CİDDİ STRATEJİ, İŞ ADAMLARININ DELİ GİBİ DOLAŞIP YENİ PAZARLAR BULMASI''
Eski TÜSİAD Başkanı ve MAP Havacılık Enerji ve Elektronik Ticaret Servis Yönetim Kurulu Başkanı Erkut Yücaoğlu, 2010'a dünya konjonktürüne çok bağımlı bir şekilde girileceğini belirtti.
Yücaoğlu, ''Türkiye diğer ülkelerden daha hızlı büyüyecektir, çünkü yapısı öyle. Resesyona daha derin giriyor ama çıkışı da daha hızlı oluyor. Ama bu arada dünyadaki varlık değerlerindeki artış çok yavaş olacak. Kredilendirme konusundaki sıkıntılar devam edecek. Dolayısıyla, Türkiye'nin işletmelerinin çok büyük ataklar yaparak büyümesi mümkün değil'' dedi.
En ciddi stratejinin Türkiye'nin özellikle ihracatında yeni pazarlara yoğunlaşması olduğunu vurgulayan Yücaoğlu, ''Çünkü hiç olmazsa bizim için yeni iş kapasitesi, katma değer yaratacak bir oluşum bu. Yoksa mevcut pazarlarda yaptığımız ihracatın çok hızlı artması mümkün değil. Dolayısıyla Türk iş adamlarının deli gibi dolaşarak yeni pazarlar bulmasının en ciddi strateji olduğunu düşünüyorum'' diye konuştu.
IMF ile anlaşma olup olmamasına ilişkin olarak da Yücaoğlu, şunları kaydetti:
''IMF ile anlaşma olması tabii Türkiye'ye bir rezerv para yaratması açısından faydalı olur. Şart değil ama faydalı olur diye düşünüyoruz. Hükümetin o konudaki son kararını bilmiyorum. Tabii ki hesapları yaparken o para yokmuş gibi tedbir almak doğru bir yaklaşım hem Hazine hem Merkez Bankası açısından.''
ULUSLARARASI YATIRIMDA TOPARLANMA BEKLENTİSİ
Uluslararası Yatırımcılar Derneğinin (YASED) değerlendirmesine göre, uluslararası doğrudan yatırımlara (UDY) ilişkin beklentilerde 2010 yılında tam toparlanma beklentisi bulunmazken, kriz öncesi dönemdeki giriş miktarlarına dönülmesinin ancak 2011 yılında mümkün olabileceği görülüyor.
Krizin etkilerinin 2008 son çeyreğinden itibaren derinleşmesi nedeniyle, uluslararası doğrudan yatırım girişlerinde 2008 yılındaki düşüş sınırlı kalırken, daha keskin düşüş 2009 yılında yaşandı. 2009 yılında UDY girişlerinin 2008 yılındaki 1,7 trilyon dolardan, 1,2 trilyon doların altına ineceği tahmin ediliyor.
İyileşmenin 2010 yılında yavaş gerçekleşmesi ve girişlerin 1,4 trilyon doların üzerine çıkmaması, ancak 2011 yılında hız kazanarak 1,8 trilyon dolara yaklaşması bekleniyor. Global UDY girişleri 2007 yılında 2 trilyon dolar seviyesine ulaşırken, 2010 sonu ya da 2011'de beklenen toparlanmada düşük varlık fiyatlarının yarattığı yatırım imkanlarıyla enerji ve çevre bağlantılı yatırım ihtiyaçları etkili olacak faktörler olarak öne çıkıyor.
Türkiye'de UDY girişleri 2006 ve 2007 yıllarında sırasıyla 20 ve 22 milyar dolar seviyesinde gerçekleşirken, 2008 yılında 18 milyar dolara geriledi. 2009 yılında 10 ayda gerçekleşen 6,6 milyar dolarlık giriş geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 59 oranında düşüş anlamına geliyor.
YASED, 2009 yıl sonu itibariyle girişlerin 9 milyar doların altında kalacağı beklentisini koruyor. 2010 yılı için 2007-2008 yıllarındaki 18-20 milyar dolar seviyelerine geri dönüş halen muhtemel görünmezken, 2009'a kıyasla bir miktar daha toparlanma bekleniyor.
''KRİZ YÖNETİMİNE İLİŞKİN TEDBİRLER DEVAM ETMELİ''
Değerlendirmeye göre, global ekonomide krizden çıkış sinyalleri görülmeye başlanmasına rağmen riskler hala sürerken, krize neden olan faktörler devam ediyor, finansal sektör zararları sürüyor ve kredi piyasaları kısmen işlevsiz görünüyor. Hane halkı servet kaybı, yüksek işsizlik ve kredilerdeki zayıf performans tüketim ve yatırım harcamalarının gelişmiş ülkelerde baskı altında kalmasına neden olacak.
Global ekonomiye ilişkin olarak, bankacılık sektöründe yetersiz sermaye, hane halkının zayıf finansman durumu, yüksek işsizlik, yüksek kamu açıkları, şirketler ve ülkeler bazında kredi riskleri bulunurken, yurt dışındaki kurumların önümüzdeki dönemde daha sıkı regülasyonlara tabi olacak olmaları, daha yüksek sermaye zorunluluğu getirilme olasılığı finansal kurumların bilançolardaki büyümeyi kısıtlayacak veya bilançoları zorunlu olarak küçültecek bir etki yaratabilir. Türkiye açısından bakıldığında bu durum dış finansmana erişim olanaklarının 2010'da da kısıtlı kalacağını gösteriyor.
Türkiye'nin kredi notu değerlendirmelerindeki pozitif trendin devam etmesi ve ''investment grade'' seviyesine çıkmak için, mali kurala ilişkin yasal düzenlemenin yapılması kritik önem taşıyor. Bu bakımdan yeni nesil mali reformlara, mali kural, kayıt dışı ekonomiyle mücadele, vergi tabanının genişletilmesi, doğrudan-dolaylı vergilerin paylarının dengelenmesi gibi yapısal adımlara ivedilikle ihtiyaç duyuluyor.
Dünyada büyümenin yavaş olacağı ve Türkiye'deki gelişmelerin buna paralel gideceği göz önünde bulundurulduğunda kriz yönetimine ilişkin tedbirlerin devam etmesi gerektiğine yer verilen değerlendirmeye göre, bu tedbirlerin uzun vadeli, sağlam, düşük maliyetli yurt dışı kaynaklara dayandırılmasında fayda bulunuyor. 2010'dan başlayarak ekonomik tedbirlerle ekonominin desteklenmesi önemli görülüyor.
Yatırım ortamına ilişkin iyileştirmelerin sürekli devam ettirilmesi ve öngörülebilirliğin artırılarak yatırımcı güveninin sağlanması 2010 yılında derecesi belirsizliğini koruyan toparlanmayı hızlandıracak.