Paşa'nın 70'lik rakısı irticayı engellemiş!
Güven Erkaya ismini sanırım pek çoğunuz hatırlarsınız. Necmettin Erbakan döneminin en kudretli, en azametli paşalarından biriydi.
Güven Erkaya ismini sanırım pek çoğunuz hatırlarsınız. Necmettin
Erbakan döneminin en kudretli, en azametli paşalarından
biriydi.
Biraz daha detay vereyim ki herkes hatırlasın.
Askeri Şura toplantısı vesilesiyle, Başbakan Necmettin Erbakan'ın
verdiği yemekte yanına oturan ve Erbakan'a inat üzerinde TSK'nın
resmi üniforması varken rakı içen paşa...
İşte o Güven Erkaya, yakın dostu olan Emekli Büyükelçi Taner
Baytok'a o hareketi neden yaptığını anlatmış, Baytok da
'Bir Asker, Bir Diplomat' adlı kitabında
Erkaya'nın anlattıklarını birebir şöyle yazmış:
‘‘Askeri Şura toplantısı vesilesiyle, Başbakan'ın verdiği
yemekte garsonların servis yaptıkları tepsilere baktım, alkollü
içki yok. Bir garsondan rakı istedim. ‘‘Alkollü içki yok efendim’’
dedi. Israr edince garson bir kadeh rakıyı görünmesin diye peçete
kağıdına sarılmış olarak getirdi. Peçeteyi çıkarıp garsona verdim.
O sırada Genelkurmay Başkanı geldi. Bardağına hemen portakal suyu
koydular ama ‘‘Ben şarap içeceğim‘‘ dedi. Ben de garsona, ‘‘Rakıya
devam edeceğim, sen rakı şişesini servis masasına koy, kadehim
boşaldıkça doldurursun’’ dedim.Yemeğe geçilmeden evvel medya
mensupları içeri alındı. Ben rakının etrafındaki bardakları kenara
çektim.’’
Demek ki neymiş?
Paşam, o gün üzerinde TSK'nın resmi üniforması varken 70'lik rakı
şişesini diplemese, laiklik avuçlarımızın arasından pııııır pıııır
pııııır diye uçup gidecekmiş!
İçtiği rakı fena çarpmış olmalı ki, henüz ayılamamış. Ayılmış olsa,
altına imza attıkları diğer kepazelikleri de hatırlardı.
Erbakan'ı halkın gözü önünde 8-10 askere dövdürerek itibar kaybı
yaşatma planları yapan rütbelileri...
Konferans verip ülkesinin başbakanına "Pezevenk"
diyen paşayı...
Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları sırasında, Refah Partili Gölcük
Belediye Başkanı'nın ırzına, namusuna, "Karını niye
getirmedin, görürdük!" diyerek dil uzatan
mahlukatları..
Hiç söylemediği, "İmam Hatipler bizim arka
bahçemizdir" sözünü Erbakan'a hangi alçakların nasıl
malettiğini..
Ali Kalkancı'nın, Müslüm Gündüz'ün nasıl kiralandığını, Fadime
Şahin'in nasıl kullanıldığını hatırlamıyor!
Erbakan kürsüye çıkıp şu konuşmayı yapacaktı günün birinde:
“Bu kelimeleri kullanmak bile istemiyorum ama bunların
terörizmi karşısında herkes bu gerçeği görsün diye bu tabirleri
kullanmaya mecburiyet duyuyorum. Türkiye'nin şu anda bir şeye karar
vermesi lazım. Türkiye Refah Partisi'yle Adil Düzen'e geçecek, bu
kesin. Geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı
olacak kanlı mı olacak; 60 milyon buna karar verecek. Biz diyoruz
ki bu geçişi tatlı yapalım. Bu geçişi barış içinde yapalım. Biz
barışçıyız. Biz huzurcuyuz. Bizim yolumuz
kardeşliktir."
Ertesi gün gazeteler Erbakan'ın "Kanlı da olsa kansız da
olsa biz iktidara geleceğiz" dediğini yazarak aleni bir
iftirada bulunacaklardı. Paşa, hangi gazete patronlarına
"Bu sözleri bu şekilde verin" diye talimat
verdiklerini de hatırlamıyor.
Ne talihsiz günlerdi...
3-5 çapulcu yazarın kışkırtması, askeri coşturmaya yetiyordu.
Alınan her karar bedenleri tutuşturuyor, milyonların içinde bir yer
cız ediyor, ama kimse sesini çıkaramıyordu.
Erbakan'a çabuk pesetmenin utancını yaşatmaktı amaç. Yılların
hocası ya ateş üstüne gerilmiş telde yürüme cambazlığı gösterecek,
ya da rezil rüsva olarak bırakıp gidecekti.
Biliyorlardı oysa...
Erbakan cambazlık nedir bilmezdi.
Kaldı ki bu kez cambazların şahı da ona karşı oynanan oyunun bir
parçasıydı. Adına Demirel denen bu cambaz, kendisini 6 kez
gönderenlerle saf tutmuş, 7. kez gitmemek için bin bir entrika
çeviriyor, Erbakan'ın çaresizliğini tüm siyasi şevhetiyle
izliyordu.
O dönem mesele sadece Erbakan'ı cezalandırmak değildi. Ona oy
verenleri de sokağa çıkamayacak hale getirmekti plan... Kuran
Kursları, İmam Hatip Liseleri birer vebalı mekanmış gibi
gösteriliyor. Sakallı, çarşaflı ve hatta başörtülüler "ep
eşkere" hedefe konuyordu.
Gözü dönmüşlüğün nasıl bir şey olduğunu yaşıyordu Türkiye...
Bugün gibi hatırlıyorum.
Bana ve benim gibi tüm muhabirlere, "Sokaktaki çarşaflı,
türbanlı ve sakallıların fotoğraflarını çekin, gönderin"
diye emirler geliyordu gazetelerden. O fotoğrafların altına şeriat
ve irtica sözleriyle döşeniyor, askeri darbeye gidecek yolun
güzergahı adeta bu manşetlerle çiziliyordu.
Asker hükümeti tez elden devirmelerine imkan saglayacak haberler
göremedikçe celalleniyor, gazete yöneticilerinin başları adeta
yerlere değiyordu.
Telin altındaki ateş Erbakan'ın ayaklarının altını yakmaya
başlamıştı bile...
Ya olması gereken olacak, ya ölmesi gereken ölecekti!
Olması gereken oldu ve Erbakan önce siyaset dünyasından, bir kaç
yıl sonra da fani dünyadan göçtü, gitti.
Ve ne oldu biliyor musunuz?
Erbakan'ı, dili göbeğine sarkana kadar kovalamak isteyen o devrin
paşaları, hocanın cenazesine eksiksiz katıldı.
Sağlığında, "Pezevenk" dedikleri,
"İrticacı" diye dışladıkları, "rejim
düşmanı" diye hain ilan ettikleri Erbakan için bu kez,
"Büyük devlet adamıydı. Ülkeye çok hizmetleri dokundu.
Acımız büyük" dediler.
Bugünlerde 12 Eylül darbesinin eli kanlı mimarı, Türkiye'nin en
büyük diktatörü Kenan Evren hesap veriyor.
Erbakan iktidardan düşerken, "O Allah'ın gelsin de seni
kurtarsın" demişti Çevik Bir paşa.
Sıra şimdi ona geliyor!
Erbakan o gün O'na veremediği cevabı, ilahi kudret eliyle şimdi
mezarında veriyor.
"İnanmadığın Allah beni sizden, senden kurtardı. Her iki
dünyada vereceğiniz hesapta seni, sizi kim kurtaracak?"
diye soruyor!