Radikal yazarı Nuray Mert, Papa'nın ölümünün ardından yapılan törenlerin Türkiye'deki laiklik tartışmalarıyla yakın ilgisine dikkat çekti.
Abone olPapa'nın ölümünün ardından Avrupa'daki uygulamalar özel ve kamusal tartışmalarına yeni bir boyut ekledi. Radikal Gazetesi'nden Nuray Mert, "Papa'nın cenazesi özel alan mı?" başlıklı yazısında Avrupa'daki uygulamalardan hareketle sözü Türkiye'ye getirince ortaya ufuk açıcı bir yazı çıktı:
- Hani, bu çağda din özel alana çekilmesi gereken bir şeydi? Papa öldüğünden beri, yer yerinden oynadı. Ölmeden hemen önce, hastaneye gidişi, dönüşü CNN'den uzun uzun canlı yayımlandı, sonra haber olarak her şeyin önüne geçti. Görünen o ki, Papa'ya ilgi Katolik dünyayla sınırlı değil.
Papalık, birçok bakımdan hâlâ faal bir siyasal merkez, önemi bir yandan buradan kaynaklanıyor. Katolik kilisesinde sola kayan teolojilerin boy göstermesinden hemen sonra ve Sovyetler'in çözülmesinden hemen önce, 1978'de, Polonyalı bir Papa'nın siyasal olarak ne anlama geldiği çok tartışıldı. O günden bugüne gelen süreçte, Papalığın siyasi konumu, rolü neydi o da tartışılır. Siyasal deyince, sadece uluslararası dengelerdeki konumu anlaşılmamalı, olayın küresel sermaye ve küresel kültürel hegemonyayla bağlantılı boyutları da siyasi değerlendirmelerin içinde yer almak zorunda. Bakın, papalık hâlâ doğum kontrolüne karşı kararlı tavrını sürdürüyor, bu, mevcut kültürel hegemonyanın behemehal yıkmak istediği bir direnç. Diğer taraftan, iki gün önce, yazar Aytunç Altındal, aynı konuyla alakalı başka bir boyut olarak, yeni Papa seçiminde, dev ilaç şirketlerinin büyük rol oynayacağına işaret etti (4 Nisan 2005, Akşam ve Birgün gazeteleri).
Papalığın bu çerçevelerdeki öneminin yanı sıra, tüm bunlardan tamamen bağımsız olmasa da, sembolik bir önemi var. Batı dünyası, kendi kültür ve medeniyet dünyasına dair her şeyi, sonuna kadar yüceltmeyi bir iktidar meselesi olarak görüyor, buna göre davranıyor. Bu dünya içinde yer alanlar, Katolik olmasalar da, bu dünya artık Hıristiyan ve özellikle Papalığın sahip çıktığı değerlerden uzaklaşmış, hatta onunla çatışma içinde olsa da, Papalığı, kendi uygarlık dünyasının, iktidarının bir göstergesi olarak, kutsuyor.
Tam da bu nedenle, doğum kontrolü ve eşcinsellik konusunda, savunuculuğunu Batı'nın üstlendiği, günümüzün kültürel önkabullerine karşı çıksa da, Papalık, saygıdeğer bir makam olarak görülmeye devam ediliyor. Tony Blair'in veya diğer devlet erkânının cenazesine katılması sorun olmuyor. Oysa, aynı ülkede, Londra Belediye Başkanı Livingstone'un, eşcinsellik aleyhine görüş beyan eden, Müslüman bir dini liderle görüşmesi, büyük bir sorun olmuştu.
Diğer taraftan, Katolik ama, koyu laik Fransa'da, içişleri bakanlığı, valilerin, bölgelerinde, Papa için yapılacak törenlere katılmalarını istemiş. Bu, büyük tartışma konusu olmuş ama sonuç olarak böyle bir genelge yayımlanabilmiş. Benzer bir şey Türkiye'de olsaydı, 'AB sürecine bomba atıldı' diye manşet olur, hükümet düşerdi. Ama, tüm AB ülkelerinde bayraklar, Papa'nın ölümü dolayısıyla yarıya inecekmiş. Nerede kaldı, 'kamu alanı', 'hizmet alan/veren' meseleleri?
En acıklısı, Katolik âdetlerine ve Papalık protokolüne göre, bu tür törenlere katılan kadınların başını örtmesi gerekiyormuş. Nitekim, geçen yıl Laura Bush, Papayı ziyaretinde başına siyah tül örtmüştü. Şimdi de, AKP'den Nükhet Hotar'ın törene katılması söz konusuymuş ve eğer katılırsa siyah tül örtmesi gerekiyormuş. İtalyan filmlerindeki yas tutan kadınları hatırlatması dolayısıyla bazılarına 'hoş' bile gelebilir,
ama bu göz yaşartıcı, yüz kızartıcı bir durum. Bu ülkenin Başbakanı'nın, bakanlarının eşleri, başörtüsü taktıkları için, belli yerlere giremiyorlar, bir sürü tartışmaya neden oluyorlar. Koskoca profesörler, 'kamu alanı' vs. diye geveleyip, duruma bilimsel kılıf bulduklarını sanıyorlar. Sonra, bu ülkeden bir milletvekilinden, resmi törene katılacak diye, 'siyah tül' takması bekleniyor. Kimsenin sesi sedası çıkmıyor.
Bakın, iktidar kendini bin bir yolla dayatır. Papa'nın cenazesi protokolü etrafında, bize ve tüm dünyaya, bir kez daha söylenen şu: 'Ben ne dersem o olur, bana ait hiçbir şey sorgulanamaz, saygıda kusur edilemez, aynı şeyler senin için geçerli değil, sen de, ben ne dersem o olacaksın'. Özetle durum budur.
Yazı: Nuray Mert
Kaynak: