Özkök, sınav sisteminin lider yetiştirmekten uzak, tâbi yetiştirdiğini söyledi...
Abone olGenelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, İstanbul'da Harp Akademileri Komutanlığı'nda entelektüel seviyesi çok yüksek olan bir konferans verdi. Özkök, Türkiye'nin nükleer tehditle karşı karşıya olduğu ve internetin bir silâh gibi kullanıldığı tespitlerine yer verdiği konuşmasını dipnotlarla da süsledi. Eğitim konusunda Özkök şunları söyledi, ''Ne yazık ki, bizde de son yıllarda çoktan seçmeli imtihan usulleri, bir iki neslin hareket tarzı yaratma kabiliyetini yok etmiş, hepsini lider değil, tabi yapmıştır.Lider, herkesin bir tarafa baktığı sırada diğer tarafta olup biteni de görebilendir. Yaptıklarını başkası beğensin diye değil, kendisi beğenip doğru bulduğu için yapandır. Tepelerin arkasını görebilendir. Sadece kabul edilebilecekleri yapan değil, yaptığını kabul ettirendir''
Orgeneral Özkök'ün, soru-cevap metodunu da sık sık kullandığı konuşmasının tam metni şöyle:
''Genelkurmay Başkanlığı görevime başladığımdan beri, Harp Akademilerine birçok kez geldim. Harp Akademileri TSK içinde benim en çok önem verdiğim kurumların başında gelmektedir. Özellikle buradan yetişen ve mezun olan subaylarımızın kalitesinin yüksek olmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü, TSK'nin bütün birimlerinde kurum vizyonuna uygun yürütülen önemli çalışmalar ağırlıkla bu arkadaşlarımız tarafından hazırlanmaktadır. Bu çalışmaların verimliliği, kalitesi onların bilgi ve yetenekleriyle doğru orantılıdır.
Konuşmamın detaylarına geçmeden önce, sizlere şu soruyu yöneltmek istiyorum;
"Geçmiş yıllardan sizlere intikal etmiş ve "arşiv" diye adlandırdığınız dokümanları hangi sıklıkla kullanıyorsunuz?"
Biliyorum ki bu soru hepinizi ürküttü. Şu anda içinde bulunduğunuz tedirginliği gözlerinizden okuyabiliyorum. Bazılarınız "acaba ne desem?" diye düşünmeye başladı bile. Ancak sizlere bu soruyu yöneltmemdeki maksat, artık elinizdeki geçmiş yıllardan kalan dokümanların şu anki gereksinimlere yanıt verememesi gerektiğini vurgulamaktır. Hatta ben şunu da iddia ediyorum; elinizde geçen yıldan kalan benzer dokümanlar bile bugün güncelliğini yitirmiş olmalıdır. Çünkü içinde bulunduğumuz çağ ve yaşadığımız değişim, bırakınız yılları, bir günü ve bazen bir saati bile diğerinden farklı kılmaktadır. Bilginin ve hatta bazen bilinen, geniş çevrelerce kabul görmüş yaklaşımların bile hızla eskidiği bir çağda yaşıyoruz. Dolayısıyla, eskiden akademi öğrencisi için bir servet kıymetinde olan arşivlerin bugün artık çok fazla önemi olduğunu söylemek mümkün değildir.
Arşiv sahibi olmayanlar, arşiv sahibi arkadaşlarına göre biraz fazla düşünüyor olabilirler, ancak bu düşünsel zorlanmanın onların araştırma yeteneğine ve yaratıcılıklarına çok önemli katkı sağladığını unutmasınlar. Benim sizlere tavsiyem, eski dokümanlara tabii ki bakın. Ancak onları yargılayın ve kendi düşüncelerinizi mutlaka çalışmalarınıza aktarın. Özellikle iletişim ve bilişim altyapısını teşkil eden İnternet de dahil olmak üzere tüm araçların sunduğu imkanları devamlı olarak kullanın.
Ancak burada, İnternet'in kullanıcılara sunduğu sınırsız olanakların yanında, çok dikkat edilmesi gereken ve ülkelerin bekasını tehdit edebilecek riskler taşıdığını da dikkatlerinize sunmak istiyorum. İnternet'in gelişmesiyle birlikte psikolojik harekat ve uluslararası siber terörde bir tırmanma yaşanmıştır. İnternet, korkakların insan karalama forumuna dönüştürülmüştür. İnternet ortamından yararlanılarak yapılan psikolojik harekât, hedefi insan, silahı kitle iletişim araçları ve mermisi propaganda ve iftira olan bir tür mücadele yöntemidir. Günümüzde ülkeleri korkutan en önemli konu, bilgisayar ağlarının ve İnternet'in ülkenin gelişimini sürükleyen en önemli araç olmasının yanında, yönetilebilir olmaktan çıkarak bir tehdit haline dönüşmesi ihtimalidir. Çünkü, Sayın Ahmet PEKEL'in1 "Bilişim Güvenliği" adlı makalesinde de vurguladığı gibi; ülkelere ait stratejik önemi haiz bilgisayar sistemleri, terörist eylemler yoluyla vurulabileceği gibi siber saldırıların da hedefi olabilir ve zarar görebilir. Devlet kurumlarına ait bilgisayarlar, bankacılık sistemleri ve e-ticaret siteleri yoğun siber saldırılara maruz kalabileceği için ciddi tehdit altındadır.Ayrıca, İnternet yoluyla yayılan fikirlerin, ülkelerin dokusu ve bekası üzerindeki etkisi de gittikçe artmaya başlamıştır. Bazı ülkelerde yaşanan yönetim değişikliklerinin altyapısı İnternet yoluyla hazırlanmıştır.
Bu sebeple, sizin yaptığınız sanal ortamdaki çalışmaların bir şekilde dünya üzerinde hızla yayılması yüksek bir ihtimal dahilindedir. Bu noktada, ürettiğiniz dokümanların doğruluğu, kalitesi ve özgünlüğü çok önemlidir. Bundan dolayı ortaya koyacağınız her çalışma yüksek standartlarda hazırlanmalıdır. Aksi takdirde, yapılan çalışmalar 'akademik' sıfatlamasını alamaz. Bunun için, bilgi devrimi tüm yönleriyle birlikte anlaşılmalı ve özellikle eğitim sistemimizdeki uygulamalara yansıtılmalıdır.
Daha önce yaptığım bir konuşmamda şu örneği vermiştim. Belki bazılarınız bu örneği, konuşmalarım TSK-NET'te olduğu için okumuş olabilir, ancak yine de tekrarlamak istiyorum.
İspanya'nın Bilbao kentinde modern mimarinin harika yapıtlarından biri olan "Guggenheim Bilbao Müzesi" vardır. Bu müzenin, zor ve oldukça karmaşık inşa hikayesi vardır. Bu süreci anlatan mimar ve mühendislerin anlatımlarındaki şu hususlar çok dikkat çekicidir:
Böyle bir yapıyı tasarlayabilmek için "düşünce seansları" uyguladık.
Daha önce hiç kimsenin uygulamadığı bir yaklaşım denedik.
Sıra dışı mühendislik yöntemleri uyguladık.
Bilgisayar olmasaydı herhalde böyle bir yapıyı tasarlayamazdık.
Bilgisayar çizimlerinden sonra bilginin etkin biçimde dağıtımı çok önemliydi.
Kağıt üzerinde her şey inşa edilebilir, ancak uygulama bambaşka bir şeydir.
Bu altı husus, gelecekte çok önemli görevler üstlenecek ve karmaşık problemleri çözmek durumunda kalacak siz genç arkadaşlarım için önemli mesajlar içermektedir. Bir atasözü vardır;
"Bir deli kuyuya bir taş atmış, 40 akıllı çıkaramamış."
Bu sözün tersi bir yaklaşımla, bazen problemlerin çözümünde bir deliye de ihtiyaç duyulabilir. 40 akıllının bile karmaşa içinden doğru çözümü bulmak için yeterli olamadığı bir durumda, içinizden birinin aklına gelen ve sizlere başlangıçta oldukça sıra dışı gelen bir fikir çözümün anahtarı olabilir.
Bu bağlamda benim sizlere tavsiyem, hiçbir zaman herhangi bir konuda ileri sürülen bir fikre karşı ön yargıyla hareket etmeyiniz. Çok aykırı fikirlerle karşılaşabilirsiniz, hele bu fikirlere "vatan haini bir düşünce" gibi çok iddialı bir önyargı ile yaklaşırsanız, fikirlerden istifade marjını daha başlangıçta sıfırlamış olursunuz. Asimetri yaratacak fikirlerden ürkmeyiniz. Bazen onlara bakar yanlış, bazen de çok doğru olduğumuzu anlayabiliriz. Unutmayınız ki, uygarlık karşı fikirlerin çarpışmasıyla gelişmiştir. Müsademe-i efkârdan, barika-i hakikat doğar.2 Yenilikler hep karşı fikirler sayesinde ortaya çıkmıştır. Bir İngiliz tasarımcısı olan Ross LOVEGROVE "21. Yüzyılı Tasarlamak" konulu sunumunda öğrencileriyle ilgili şunları söylemektedir;
- Öğrencilerime bakıyorum. Çok zeki ve yetenekliler. Ama bunları kullanmak akıllarına gelmiyor. Çünkü öyle bir sistemde yetiştirilmişler. Geçen sene bir öğrencim yalvarıyordu. "Siz fikir verin, ben ne isterseniz yapacağım" diye. Fikir vermedim. Önce zorlandı, sonra çok güzel fikirler bulup uyguladı. Eksiklik burada. Yapamamakta değil. Yapmamakta. Yanlış alışkanlıklar kazandırılmasında. Ne yazık ki, bizde de son yıllarda çoktan seçmeli imtihan usulleri, bir iki neslin hareket tarzı yaratma kabiliyetini yok etmiş, hepsini lider değil, tâbî yapmıştır.
Burada anlattıklarımda önemli bir alan ortaya çıkmaktadır ki bu da çağdaşlığın temel göstergelerinden biridir: Problemi tanımlamak, analiz etmek ve 'aşmaktır'. Bizler, önümüze sürekli çıkacak engellerin, öncelikle ana çerçevesini tanımlayabilmeliyiz. Daha sonra, tüm yönleri ile önyargıdan uzak olacak şekilde tartışabilmeliyiz. Bu arada bizi hedeften uzaklaştıracak 'çeldiricilere' sapmadan problemi çözebilmeli ve engelleri aşabilmeliyiz. Sizlere anlatmaya çalıştığım bu süreç, sistemleri işler tutan ve ileriye götüren basit ancak çok önemli bir sosyal işlevdir. Yoksa birbiriyle boğuşan ve meselenin çevresinde dolaşanlar ayakta kalamazlar.
YENİ GÜVENLİK ORTAMI VE TÜRKİYE'YE ETKİLERİ
Şimdi de sizlere, "Yeni Güvenlik Ortamı ve Türkiye'ye Etkileri" konusunda bazı şeyler söylemek istiyorum.
Biz yüzyıllardır dünya üzerindeki diğer ülkelerden çok farklı ve zor bir coğrafyada yaşamak zorunda kalan bir ülkeyiz. Ne yazık ki bu durum tüm beklentilerin aksine Soğuk Savaş sonrası da değişmedi, daha da kötüleşti. Nitekim, bu zor coğrafyada, güvenlik bağlamında kontrol etmek ve yönetmek zorunda olduğumuz parametre sayısında da önemli bir artış olmuştur.
Parametre sayısındaki artış, güvenlik konusundaki yeni yaklaşımlar, ülkemizin bugünkü güvenlik ihtiyaçları ve askeri alanda yaşanmakta olan değişim bizlerin sorunlara Soğuk Savaş döneminin yaklaşımıyla bakmamızı olanaksız hale getirmektedir.
Küreselleşmeyle beraber, ülkelerin etki ve ilgi alanlarının sınırlarında önemli değişmeler olmuştur. Artık etki ve ilgi alanları neredeyse birbiri üzerine binmiş durumdadır ve bu durum ülkeler arası çıkar çatışmalarının temelini oluşturmaktadır. Örneğin, yüzyıllar önce "Monroe doktrini" ile kendi kıtasıyla ilgi ve etki alanını sınırlandıran ABD'nin etki ve ilgi alanının sınırlarını bugün tespit etmek mümkün değildir. Etki alanı günümüzde belki de bütün dünyadır. İlgi alanı ise güneş sisteminin derinliklerine kadar uzanmaktadır. Gelişmiş ülkeler için uzay en önemli ilgi alanıdır.
Bir diğer önemli konu da, özelikle 11 Eylül 2001 tarihindeki saldırılar sonrası, bu çıkar çatışmasına ilave olarak dünya üzerindeki bölünmeye doğru yönelme eğilimidir. Soğuk Savaş sonrası dönemde, başlangıçta şüpheyle karşılanan Amerikalı Prof. Huntington'ın gelecekteki çatışmaların; din, tarih, dil ve geleneklerle birbirinden ayrılan medeniyetlerin oluşturduğu fay hatları boyunca meydana geleceğini öngören "medeniyetler çatışması" kuramı giderek daha fazla taraftar toplamakta ve bu kuramı doğrular nitelikte gelişmeler yaşanmaktadır. Özellikle, Danimarka gazetelerinde yayınlanan karikatürler sonrası dünyada yaşananlar bu konuda son dönemde yaşadığımız önemli bir gelişmedir.
Bir diğer farklı yaklaşım ise, yukarıdaki yaklaşımla da belirli noktalarda paralellik taşıyan başarılı ve başarısız devlet kavramlarıdır. Hatta bazı Fukuyama gibi siyaset bilimciler, 11 Eylül saldırılarını devlet yetersizliğinin devasa bir meydan okuması olarak kabul etmekte, ayrıca devlet zayıflığının ulusal olduğu gibi uluslararası boyutunun olduğuna da işaret etmektedirler. Yine, bazı bilim insanları, dünyayı fonksiyonel yani işleyen merkez ve entegre olamamış boşluk olmak üzere ikiye ayırmakta; özellikle savaş bölgelerinin, güç gösterilerinin, asker konuşlandırmanın, tahliye, güvenlik ve barış gücü operasyonlarının her bakımdan sorunlu ve başarısız devletlerin yer aldığı bu boşlukta yer aldığını iddia etmektedirler.
Başarısız veya zayıf devletlerle ilgili sorunlar incelendiğinde görülecektir ki, bu devletlerin sahip olduğu önemli sorunlar; fakirlik, ekonomik istikrarsızlık, soysal refahı oluşturamama, güvenlik üretememe veya güvensizlik nedeni olma ve özellikle devlet yönetimindeki zayıflıktır. Özellikle en sonuncusu kurumsal kaliteyle de yakından ilgilidir. Bir devletteki yönetim kalitesini, devleti oluşturan kurumların kalitesi belirlemektedir. Ayrıca bunu tamamlayan diğer hususlarsa, kurumların iç ahengi ve diğer kurumlarla uyumlu, etkili işbirliği ve eşgüdüm içinde çalışmasıdır. Bunları gerçekleştirebilen ulusların profili sürekli yükselmektedir. Unutulmamalıdır ki, bu profili yakalayan toplumların başarısında, toplumu oluşturan bireylerin bir amaç doğrultusunda kanalize olmalarının da etkisi büyüktür. Özellikle, her konuda sürekli kavga eden, uzlaşamayan toplumların moral değerlerinden yoksun bir şekilde bu seviyeyi yakalamaları hayal bile edilemez. Bu nedenle bir ulusun refahı, istikrarı, geleceği, bağımsızlığı için iç barışın öneminin altını kalın çizgilerle çizmek istiyorum.
Her ne kadar bazı yabancı düşünürler ve siyaset adamları ülkemizi farklı bloklarda görseler de, bizim kendimizin hangi tarafta olacağımıza karar vermemiz gerekir. Aksi takdirde, yalnızlık ve izolasyon medeni dünyanın ait olduğu sistemden kopmayı da beraberinde getirecektir. Dış ve yakın çevredeki gelişme ve değişimlerden kendini soyutlayan ve sadece içine bakan ülkeler dünya siyasi tarihinin tozlu yapraklarında kalmaya mahkum bırakılmışlardır. Çevresel şartlara açık ve gelişmelere zamanında uyum sağlayabilme becerisi, sistemlerin bekasının teminatıdır. Aslında ülkemiz kararını Cumhuriyetle birlikte ve hatta Osmanlı döneminde sürekli batıya doğru ilerlemeye çalışarak vermiştir. Büyük Önder Atatürk de, Türk ulusuna hedef olarak "çağdaş medeniyetler seviyesinin üzerini" göstererek Türk ulusunun tercihinin açık olarak akıl ve bilimin en egemen olduğu Batı medeniyetinden yana olduğunu ortaya koymuştur.
Batı medeniyeti için gittikçe önem kazanan ve şimdilerde çok daha duyarlı hareket etmemizi gerektiren önemli bir husus da, enerjidir. Bildiğiniz gibi günümüzde, dünya enerji ihtiyacı büyük ölçüde fosil yakıtlardan karşılanmaktadır.3 Fosil enerji kaynak rezervlerinin ne zaman biteceğine dair pek çok varsayım olmakla birlikte, gerçek olan husus, bu kaynakların sonlu olduğudur.4 Ülkelerin gelişmeleriyle orantılı olarak enerjiye olan talep gün geçtikçe artmakta ve enerji açığı daha da büyümektedir. Örneğin, ABD'nin enerji talebi 2025 yılında 3,4 milyar ton petrole eş değer olacaktır5. Doğal olarak, özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelere olan ilgilerinde de artış gözlenmektedir. Özellikle son dönemde ham petrol fiyatlarında görülen yükseliş, enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelerin önemini gelecek on yıllarda devam ettireceğinin ve 'enerji kullanma maliyetinin' daha da yükseleceğinin önemli bir göstergesidir. Öyle ki, bazı ülkeler tehdit ve risk algılamalarını kendi ülkesinden çok uzaklarda değerlendirmekte ve askeri değişimini bu istikamette yönlendirmektedir. Bununla beraber, alternatif, yenilenebilir yakıtlara yönelik çalışmalar da hız kazanmıştır. Ancak, fosil kaynakların işletilmesi ve taşınması büyük yatırımlara ihtiyaç gösterdiğinden, fosil kaynaklara bağımlılık devam etmekte; alternatif, yenilenebilir kaynakların geliştirilmesi için yapılan araştırmalara ayrılan fonlar yetersiz kalmaktadır.
Dünyanın genel durumu bu iken, ülkemizin de petrol ve doğal gaz bakımından kaynaklarının oldukça kısıtlı olduğunun altını çizmek istiyorum. Bu sebeple, ülkemizin enerji talebinin 2010'lu yıllarda bugünkü talebin çok üstünde olacağını ve fosil kaynakları kullanmaya devam edeceğimizi söylemek yanlış olmayacaktır. Bir değerlendirmeye göre, ülkemizin 2020 yılındaki enerji talebi 319 milyon ton petrole eşdeğer civarda olacaktır.6 Dolayısıyla ülkemiz, gelecekte de enerji bağımlısı bir ülke olmaya devam edecektir. Diğer taraftan, alternatif çözümler bulunmadığı takdirde, gelecekte enerji açığı gittikçe yükselecek, ülkemizin bu alanda başka ülkelerle de rekabet halinde olacağı dikkate alındığında; bu durum, ekonomik ve sosyal gelişmenin önündeki en büyük engellerden birisi olacaktır. Çünkü gelecekte, ülkemizin yarattığı ekonomik değerler artan oranda enerjiye aktarılmaya devam edecektir. Bu süreç, gelişmiş ülkeler seviyesini hedeflemiş ülkemiz için son derece olumsuz bir faktördür. Elbette ülkemizde ulusal enerji stratejileri çerçevesinde kaynak çeşitlendirmesine yönelik bazı çalışmalar yapılmaktadır. Ancak, kısa ve orta vadeli enerji ihtiyacımızın dışarıdan karşılanması önemli bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Bu durumda bize düşen acil ve öncelikli görevlerden biri, ülkemizin geleceği için 'enerji tasarrufu' yapmamız gereğidir. Özellikle, 'enerjiyi verimli kullanma' anlayışının yerleştirilmesi büyük önem arz etmektedir. Daha az enerji tüketerek aynı işi yapmanın yollarını oluşturmalıyız. Verimlilik maksimuma çıkarılmalı, israflar kısılmalı ve rasyonel bir tasarruf stratejisi izlenmelidir.
Ayrıca, bilimi ve teknolojiyi kullanarak yeni yaşam koşulları geliştirmek zorundayız. Ancak bu konu bizim en önemli eksiğimizdir. Çünkü Türkiye bazı önemli kaynakları olmasına rağmen bunları ülkemiz için önemli bir katma değere çevirecek bilim ve teknoloji üretememektedir. Bu yetkinliğe ulaşsak bile, kendi kaynaklarımızla enerji ihtiyacına çözüm üretmek yıllar alabilecektir.
Aslında bu noktada gelişmiş ülkelerin bile sıkıntıları olduğunu görüyoruz. Onlar da alternatif enerji kaynaklarını kullanma gayreti içindeler. Ancak bizden farkları şu; yıllar önce bu işe başlamak. Örneğin, geçenlerde BBC'de yayınlanan bir programda, enerji tasarrufu ile ilgili şehir belediyelerinin çok önemli çalışmalar yaptıkları ifade edilmiştir. Özellikle, İngiltere gibi güneşin son derece az görüldüğü bir ülkede bile, güneş enerjisinin konutlarda kullanımının teşvik edilmesi ilgi çekicidir.
Sonuç olarak sözde 'fayda' elde edeceğim diye, çağdaş savurganlık yapılmamalıdır. Borçlanmak kolaydır. Muhasebe hesaplarıyla da bunun uzun vadeli olarak sermayeyi etkilemeyeceği gibi sonuçlar da çıkarılabilir. Ancak, hesapsız fayda adına yapılan harcamalar, geleceğin sermayesinin bugünden yenmesidir. Harcadığımız her kuruş, gelecek nesillerin, çocuklarımızın, torunlarımızın sırtına yüklediğimiz ve ödeme için onları taahhüt altına soktuğumuz tonlarca yükle eşdeğerdir. Buna hakkımız yoktur. Bizden sonraki nesillerin geleceğini, bugünden yapılacak öngörüsüz harcamalarla ipotek altına almamalı ve onlara borç bırakmamalıyız.
Özellikle son dönemde yaşanan enerji krizleri ve petrol fiyatlarındaki aşırı yükselme, enerji faturamızı oldukça kabartmıştır. Giderlerimizi borçla finanse ettiğimizi unutmayınız. Fayda elde etmek için, bugün yaptığımız tüm harcamaların ileride güvenliğimizin teminatı olacak şekilde geri dönmesini hesaplamak zorundayız. Bu konuda TSK olarak üzerimize çok önemli görevler düşmektedir. Daha önce birçok alanda yaptığımız gibi, topluma enerji tasarrufu bilincini yerleştirmede de önemli rol oynayabiliriz. Her yıl on binlerce Türk genci çeşitli askeri kurumlarda görev yapmaktadır. Yurt Sevgisi eğitimine benzer bir düzenlemeyle, enerji tasarrufunun ülkemiz için ne kadar önemli olduğunu ve alınabilecek tedbirleri gençlerimize anlatabilir ve onları bu konuda bilinçlendirilebiliriz.
Ülkemiz açısından bir diğer önemli husus da, belirli bir oranda hala geleneksel bir çatışma ve özellikle de nükleer silahlarla ilgili tehdit ile karşı karşıya bulunmamızdır. Uzak Doğu'daki Çin, Kore Yarımadası ve Japonya'nın bulunduğu bölgedeki sorunlar ile Orta Asya ülkelerinde olup bitenler ve Kafkasya'da şu anda dondurulmuş halde bekletilen çözülmemiş sorunlar; bir başka küresel güç adayı Hindistan'dan itibaren Pakistan, Afganistan ve İran'a kadar uzanan bölgedeki güvenlik problemleri; Orta Doğu'daki gelişmeler bölgemizde düğümlenen temel küresel kırılma hatlarını oluşturmaktadır. Bu bağlamda ülkemizin bulunduğu coğrafya, kırılma hatlarının kesiştiği bir düğüm noktası ve Avrupa'ya doğru uzanan bir eşik gibidir. Ayrıca, Uzak Doğu'dan başlayarak Orta Doğu'ya doğru uzanan nükleer eksenin biraz önce bahsettiğim küresel kırılma hatlarıyla olan ilgisi ve birbirini çeşitli şekillerde besleyen özel ilişkisi bölgemizdeki güvenlik konusunu çok daha karmaşık bir hale getirmektedir.
Böylesi bir ortamda, Türkiye gibi etrafı çok sayıda istikrarsızlıkla dolu bir coğrafyada yaşayan bir ülkenin aynı zamanda sağlam bir güvenlik stratejisine sahip olması da gerekir. Konuşmalarımda ve mesajlarımda sürekli olarak vurguladığım ülkemizin güvenlik stratejisinin dört temel dayanağını tekrar etmek gerekirse;
Etrafımızdaki simetrik tehditlere karşı mevcut dengeleri ve milli menfaatlerimizi korumak için caydırıcı bir gücün varlığı, ki bu güçlü bir silahlı kuvvetlerdir.
Terorizm başta olmak üzere uluslararası yeni risk ve asimetrik tehditlerin ülkemize ve ülke dışındaki menfaatlerimize zarar vermesinin önlenmesi,
Ülkenin bütünlüğüne, ulusal birliğine ve rejimin bekasına yönelik tehditlere karşı gerekli tedbirlerin alınması ve
Doğu Akdeniz'deki güvenliğimizin temelini teşkil eden Kıbrıs'taki hak ve menfaatlerimizin korunmasıdır.
Görüldüğü gibi, bu dört temel unsurun tamamı da TSK'ni yakından ilgilendirmektedir. Bizim ihtiyacımız olan şey, bir taraftan yaşadığımız bölgeyi ve dünyayı daha iyi anlayabilmek ve diğer taraftan ülkemizin güvenlik gereksinimlerine yönelik etkili çözümler üretebilmektir. Özellikle, ülkemizin bekası ve menfaatleri açısından gelişmelerin değerlendirilerek muhtemel karar noktalarının bugünden tespit edilmesi biz "karar vericiler" için büyük önem taşımaktadır. Bizleri gelecekteki bu noktalarla buluşturacak yetenekli personele sahip olmanın ve bu personelin karargahlarda istihdam edilmesinin ülkemizin bekası ve TSK'nin gelişimi için ayrı bir önemi olduğunun da altını çizmek isterim.
TSK'nin bütün bu ihtiyaçlara cevap verebilmesi, yüksek yoğunluklu bir harekat ile düşük yoğunluklu bir harekatı birlikte icra edebilecek yetenekte olmasıyla mümkündür. Dolayısıyla, cevabını vermemiz gereken bir diğer husus da "gelecekte nasıl bir harekat alanıyla karşılaşacağımız"dır. Bu harekat alanının özelliklerini şimdiden hayal etmeye başlamalıyız.
Bu konuda, bilgisayarlardan azami oranda istifade etmeliyiz. Bu bağlamda dünya üzerinde karmaşık konuları gerçeğine en yakın ölçüde modelleme yönünde bir çaba ve aynı zamanda yarış vardır. Parametre sayısının ve bilginin fazlalılığından dolayı bu işlemi salt insan zekasıyla da yapmaya olanak yoktur. Özellikle karar noktalarının modellenmesi karar vericilere büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Bu sebeple, Bilimsel Karar Destek Birimleri gelişmiş ülkelerde yoğun şekilde kullanılmaktadır. TSK'nde de benzer birimler ve kullanılan çeşitli modeller mevcuttur. Aslında her şey buraya kadar gayet iyi ve bir problem yokmuş gibi görünebilir ancak asıl problem sahası, algoritmaların7 oluşturulmasıdır. Örneğin her ordunun karargah subayları, muharebe öncesi bir nispi güç karşılaştırması yapmakta, işlem sonunda personel ve malzeme kayıplarına kadar uzanan bir değerlendirme ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç tabii ki, karar verici konumundaki komutanların kararı üzerinde etkili olmaktadır. Hatta, barış zamanında yapılan bu tür değerlendirmeler, savunma planlamasıyla ilgili faaliyetler üzerinde de yönlendirici bir etkiye sahiptir.
Bu bağlamda, sizlerle "The Economist Technology Quarterly" dergisinde okuduğum ve ilginç bulduğum bir makaledeki8 birkaç noktayı paylaşmak istiyorum. Makalede, askeri konularda gerçekçi analizler yapan ticari bir enstitünün çalışmalarından bahsediliyor. Ancak burada dikkati çeken esas konu ise; bu enstitünün dünyanın en büyük muharebe bilgi bankasına sahip olduğudur. Öyle ki, bu enstitü bilgi bankasını sürekli güncellemek ve daha da zenginleştirmek için eski savaş bölgelerini gezerek bilgi toplamakta, silah endüstrisini yakından takip etmekte ve hükümetlerin savunma alımlarını yapanlarla çeşitli anlaşmalar yapmakta, askeri arşivlere erişimin yasaklandığı ülkelerde çalışanlar vasıtasıyla değişik yollardan dokümanların fotokopilerini almaktadır. Dolayısıyla bu bilgi bankası sayesinde oluşturulan algoritmalarla analizler gerçeğe yaklaştırılabilmektedir. Eskiden bu tür değerlendirmelerde analizlere yansıtılamayan; ölüm korkusu, cesaret, eğitimin kalitesi, inisiyatif, aldatma ve sağlık olanakları gibi faktörler de yeni algoritmalar sayesinde analizlere aksettirilebilmektedir. Siz parayla bu tür bir yazılımı alıp kullanabilir, her sene geliştirme bedeli olarak belli bir parayı bu firmaya ödeyebilirsiniz. Ancak önemli olan bunu kendinizin de yapmasıdır. Çünkü TSK'nde teknik altyapı ve algoritmalara esas olabilecek veriler fazlasıyla mevcuttur. Örneğin, HOSİM bu tür çalışmalar için bir merkez olarak kullanılabilir.
Yeni güvenlik gereksinimlerine paralel olarak kendi özgün değişim felsefemizin alt yapısını da oluşturmak zorundayız. Ancak bir taraftan da dünyadaki değişimi yakından takip etmeli ve elde edilen girdileri kendi sistemimiz içine aktarabilmeliyiz. Bu sebeple, bütün bunları başaracak yetenekte, değişik bir insan profili ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu profil içinde; girişimcilik, yaratıcılık, bilgiye ulaşma yollarını bilme, bilgi teknolojilerini tanıyıp kullanabilme, bildikleri ile yaşantısı arasında doğrusal ilişkiler kurarak yeni bilgiler üretebilme, sorumluluklarının farkında olabilme, kendini sürekli geliştirme yeteneğine sahip olma ve takım ruhunu benimseme gibi özellikler vardır. Tabii bu noktada, bilgiye ulaşabilmenin önemli şartlarından birisi de en az bir yabancı dile iyi seviyede hakim olabilmektedir. Özellikle, günümüzde yabancı dil bilmeyen birisinin bilgiye nüfuz edebilmesi çok zordur. Bu sebeple önümüzdeki dönemde, Silahlı Kuvvetler içinde yabancı dil bilmeyen bir personelin kendisine gelecek bulması daha da zorlaşacaktır.
Diğer taraftan, biraz önce çerçevesini çizdiğim karmaşık ortamda geleceği görebilmenin ve etkili çözümler üretebilmenin yolu, sorumluluğu üstlenmekten korkmamak, daha fazla "yaratıcı" ve "öngörü" sahibi olabilmektir. Görüldüğü gibi yeni insan profilinin özellikleriyle bizim ihtiyaç duyduğumuz personel tipi örtüşmektedir. Bu sebeple, mezun olacak personelin bu özellikleri kazanmasını gelecek için çok önemsiyorum. Bu özellikler, günümüzün komutanlarına karargah subaylığı ve danışmanlık yapacak subayların daha sağlıklı değerlendirmeler yapmasına ve yeteneklerinin sınırlarını zorlamasına olanak sağlayacaktır. Ayrıca bu yetenekler sayesinde komutanlar, çok önemsediğimiz muhtemel karar noktalarıyla buluşturulabilecek ve "karar döngüsü" daha da hızlandırılarak geleceği şekillendirmede ülkemizin inisiyatif sahibi olması sağlanacaktır.
Bir diğer akla gelen soru da "sahip olduğumuz kısıtlı kaynakları nasıl etkin olarak kullanabileceğimiz"dir. Burada yapmamız gereken en önemli şey, önceliklerimizi değişen koşullara göre iyi bir şekilde belirleyebilmektir. Çünkü elimizdeki kaynakları etkili bir şekilde kullanmanın başka bir yolu yoktur. İhtiyaçlar sonsuz, fakat kaynaklar sınırlıdır. Bu gerçek, planlama fikrinin yaratıcısı olmuştur.
Burada, önceliklerle hedef tespiti arasında yakın bir ilişki vardır. Özellikle günümüzde, hedefleri belirlemek ve hedeflere göre öncelikleri tespit etmek kaynak yönetimi açısından büyük önem taşımaktadır. Hedefler ve öncelikler sabit değildir. Bir kere tespit edildi mi bir daha değiştirilemez unsurlar değildir. Bunların hareketli olduğu ve zamanla gözden geçirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Hedefleri ve öncelikleri belirlemenin ilk adımı ise, öncelikle vizyon belirlemektir. Vizyon bir kurumun geleceğine ait resmidir. Vizyonun başarısı, herkes tarafından anlaşılabilecek kadar sarih olmasına, kabul görmesine ve paylaşılmasına bağlıdır. Paylaşılan vizyonlar, uygulayıcılarına sınırsız bir güçle hedefe kilitlenme olanağı verirler. Başarıyı sürekli kılmak için planlarımızı ve vizyonumuzu sürekli geliştirmeliyiz. Bunları birer canlı varlık gibi bakıma tabi tutmak, güncelleştirmek ve derinliğini artırmak sisteme ve organizasyona dinamizm kazandıracaktır. Sığ, kalıplaşmış ve şekilsel bir vizyonla Silahlı Kuvvetlerimizi hareketli ve etkin kılmamız mümkün değildir. Özellikle de gelişmiş ülkelerle aradaki farkın daha da açıldığı ve bilginin baş döndürücü bir hızla geliştiği ve dolaştığı bir ortamda hareketliliği korumanın önemi büyüktür. Hatta bu dinamizmin ivmesi geriden koşan ülkeler için daha büyük olmalıdır. Aksi takdirde aradaki mesafeyi kapatmanın olanağı yoktur.
Benim TSK için belirlediğim vizyon hepinizin malumlarıdır. İfade ettiğim vizyonun son cümlesi "21. Yüzyılın çağdaş silahlı kuvvetlerini yaratmak'' şeklindedir. Yani ulaşmak istediğimiz asıl hedef, içinde bulunduğumuz yüzyılın koşullarıyla uyumlu ve etkinlikle muharebe edebilecek bir silahlı kuvvete sahip olmaktır.
Bu hedefe ulaşabilmek ve dinamizmimizi koruyabilmek için Türk Silahlı Kuvvetlerinde Sürekli Gelişim Faaliyet Programını başlattık. Sürekli Gelişim Faaliyet Programı; vizyondan en alt projelere kadar, modüler anlayışla tesis edilmiş dinamik bir programın; her türlü hizmet, faaliyet ve hedeflerin sistem yaklaşımı ile sorgulanmak suretiyle hazırlanması ve bu programın gerek anketlerle, gerek grup çalışmalarıyla, gerekse doğru iletişimle sürekli canlı tutulmasıdır.
Sürekli Gelişim Faaliyet Programından güdülen asıl maksat budur. Bu sisteme ön yargıyla yaklaşmak, daha baştan sistemi bürokratik, işlevsiz ve bol kağıdın tüketildiği bir şekle getirecektir. Halbuki bizim asıl maksadımız sistemimizi kendi kendisini besleyen sürekli bir süreç haline getirmektir.
Dinamizmin önündeki bir diğer engel de, kalıplar ve tutuculuktur. Dünyanın her tarafında iş yapan, başarı elde eden insanlar eski ve çalışmayan kalıpları değiştiren insanlardır. Örneğin, İskoçlar patatesi, İncil'de ismi geçmiyor diye yeni Dünyanın keşfi ile birlikte Avrupa'ya geldikten yüzlerce yıl sonra yemeye başlamışlardır. Bu sebeple, yeni uygulamalar, sistemi sürekli sorgulama ve her gün bir defa "acaba" diyebilme sizlere gelişimin önündeki engelleri aşma imkanını verecek ve olaylara daha geniş bir açıdan ve şartlanmalardan etkilenmeksizin bakabilme yeteneği de kazandıracaktır.
Güney Kore'ye ziyaretim esnasında Koreli bir gezi rehberinin sorduğu şu soruyu unutmuyorum;
"1=5, 2=25, 3=125, 4=625 ise 5 nedir?"
Bu soru aslında bir matematik sorusu gibi görünse de, bir matematik sorusu değildir. Tamamen bir algılama ve soruya bakış açısıyla ilgilidir. Sorunun cevabı bir çoğunun düşündüğü gibi 3125 değil, 1'dir. Çünkü 1=5 ise 5=1'dir.
Şartlanmaların zincirini kırmadan unutulmaz kişiler olamazsınız.
YENİ GÜVENLİK ORTAMI GEREKSİNİMLERİNİN KARŞILANMASINA TEMEL TEŞKİL EDECEK İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİNDE YENİ YAKLAŞIMLAR
Şu ana kadar çerçevesini çizdiğim yeni güvenlik ortamının gereksinimlerinin karşılanmasında temel husus, insan kaynaklarının etkin yönetimidir. Bu bağlamda, Dünyadaki güç dengelerinin değişmesi, teknolojik ilerlemeler ve yeni güvenlik gereksinimleri ve yeni yaklaşımların ortaya çıkmasında karşımıza çıkan temel nokta yine insandır.
TSK olarak biz de, vizyonumuza ve sürekli iyileştirme felsefesine uygun olarak Personel Yönetim Sistemimizi gözden geçirip yenileme gayreti içindeyiz. Yarının TSK'nin varlığını sağlayacak, idame ettirecek ve aynı zamanda komuta heyetini oluşturacak tek kaynak olan insana yönelik yatırımları planlamak, sistemleri oluşturmak ve oluşturulan sistemlerin sürekli olarak iyileştirilmesini sağlamak misyonuyla Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde Personel Yönetim Sistem Dairesini kurduk ve bu dairenin sorumluluğunda 19 Mart 2002 tarihinde personel yönetim süreçlerinin tamamını kapsayan "Personel Yönetim Sistemi-2010 Projesi"ni başlattık, çalışmalarda bugüne kadar çok önemli ilerlemeler kaydettik.
Bu proje kapsamında yapılan tüm çalışmalar, "terfi sistemi" odaklı olarak şekillendirilmektedir.
Terfi sistemi çalışmalarıyla, TSK için belirlenmiş mahrut yapı muhafaza edilirken, mümkün olan en geniş terfi aday kitlesinin oluşturularak farklı liyakat seviyesindeki personelin farklı süreler sonunda terfi etmesine olanak sağlanması,
Yeni değerlendirme sistemi çalışmalarıyla personelin performansı kadar potansiyelinin de doğru olarak ortaya koyulabilmesi, amir değerlendirmelerine ilave olarak tüm bilgi kaynaklarının ölçülmesine olanak sağlanması,
Yetiştirme sistemi çalışmalarıyla, yeni terfi ve değerlendirme sistemine uygun mesleki gelişim paternlerinin belirlenmesi, eğitim/öğretime ayrılan kaynakların daha etkin kullanılması ve daha geniş personel kitlesini kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması hedeflenmektedir.
YENİ GÜVENLİK ORTAMINDA KALDIRAÇ ROLÜ ÜSTLENECEK LİDER VE KOMUTAN PROFİLİ
Günümüzde başarı, tüm personelin performansına, göreve gönülden bağlılıklarına ve liderin bunu sağlamada göstereceği etkinliğe bağlıdır. Astlarını teşvik edebilen, destek olabilen, onlara önemsendiklerini hissettiren ve gelişmeleri yönünde onlara yeni ufuklar açabilen liderler başarılı olacaklardır. Douglas McGregor'ın önerdiği gibi; liderlik anlayışı ödül, ceza gibi alışveriş içeren kavramlar yerine, liderin sahip olduğu inanç ve değerlerin astlarını harekete geçirme gücü üzerine kurulmalıdır. Bu güç lider ve astların ulaşmayı arzuladıkları yüksek hedeflerin tek bir potada eritilmesini sağlayacaktır.
Liderlerin bunu birkaç teknik ya da yöntemi kullanarak başarması mümkün değildir. Astlarınızla olan ilişkilerinizi şekillendirirken, hem astlarınıza hem de astlarınızı görmek için kullandığınız merceğe bakmalısınız. Çoğumuz astlarımızı oldukları gibi gördüğümüzü, onları değerlendirirken nesnel olduğumuzu düşünürüz. Oysa bu doğru değildir. Onları oldukları gibi değil olduğumuz gibi görürüz. Lider olaylara astların gözlüğünden de bakabilmelidir. Empati yapabilme yeteneği, bir liderin sahip olması gereken en önemli özelliklerinden biridir. Empatik lider, astlarının duygularının bilincinde olur ve onları takdir eder. Moller empatinin şu üç yönüne dikkat çekmektedir. Bilinç, anlayış ve kabullenme:
Bilinç: Empatik lider, başkalarının hislerinin bilincindedir ve onlara karşı duyarlıdır.
Anlayış: Empatik lider, söz konusu hislere yol açan veya onları 'tetikleyen' durumları kavrar.
Kabullenme: Empatik liderin iletişim tarzı diğer insanların kendilerini kabullenilmiş ve anlaşılmış hissetmesini sağlar.
Sonuçta, kullandığınız mercek astlarınızla olan ilişkileri yorumlama tarzınızı etkiler.
Stephen COVEY de "Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı" isimli eserinde liderin yerine getirmesi gereken diğer bir prensibin; öncelikle kendi göreviyle ilgili ve seviyesine uygun işlerle uğraşması, yani etki alanına odaklanması olduğunu vurgular. Bu etki alanının sınırlarını "görev tanımı" çizmektedir. Ancak ne yazık ki, bu konu genelde kişiler tarafından yeterince anlaşılamaz. Kişileri, odaklanması gereken konulardan saptıracak bir dürtü daima vardır. Oysa ki, etki alanına odaklanmak, liderin asıl sorumlu olduğu konularda uzmanlaşmasını sağlar ve bu şekilde astların lidere güveni artar ve etki alanı genişler. Çabaların odak noktası olarak çevredeki sorunlara, denetleyemedikleri koşullara, başkalarının zayıflıklarına odaklanan yani ilgi alanlarını seçen kişiler ise astlarının gözündeki saygınlıklarını yitirirler. Odaklandıkları nokta suçlayıcı davranışlara, reaktif bir dile ve gitgide artan bir mağduriyet duygusuna neden olur. O odaktan yayılan negatif enerji, etki alanlarının ihmaliyle birleştiğinde performans olağanüstü derecede düşer.
Yine COVEY aynı eserinde şu hususlara temas etmektedir:
"Odağımızın hangi alanda olduğunu belirlemenin yolu 'olsaydı'larla, 'olabiliriz'leri birbirinden ayırt etmektir. İlgi alanı 'olsaydı'larla doludur.
İlgi alanına odaklanan kişilerden sürekli olarak;
"Denetleme daha sonra olsaydı..."
"Daha nitelikli personelim olsaydı..."
"Daha fazla ödeneğim olsaydı..." gibi sözler duyarsınız.
Etki alanı ise 'olabiliriz'lerle doludur.
Etki alanına odaklanan kişiler genellikle;
"Daha başarılı olabiliriz."
"Sorunları çok kısa zamanda çözebiliriz."
"Güçlükleri aşabiliriz." ifadelerini kullanırlar.
Eğer sorunun dışarıda olduğunu düşünüyorsanız bu düşünce sorunun ta kendisidir. Dışarıdaki olguya siz hükmetme gücü verirsiniz. Değişmek için önce dışarıdakilerin değişmesini bekler durursunuz. Lider ise çevresine yön veren olumsuzlukları fırsata dönüştürebilen kişidir. Bunun için lider etki anındaki işlere odaklanmalı ve proaktif bir yaklaşım izlemelidir.
Ayrıca lider, herkesin bir tarafa baktığı sırada diğer tarafta olup biteni de görebilendir. Yaptıklarını başkası beğensin diye değil, kendisi beğenip doğru bulduğu için yapandır. Tepelerin arkasını görebilendir. Sadece kabul edilebilecekleri yapan değil, yaptığını kabul ettirendir.
Liderin önemli bir görevi de kafalarda fikirlerin yeşermesine ortam sağlamasıdır. Çünkü, düşünce yoksa eylem de yoktur. Öncelikle, insanların 'düşünce yapısı', değişimleri algılayacak şekilde hazırlanmalıdır. Daha sonra, zaten eylemler kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Eylem merkezli karar süreçlerinin yerini düşünce merkezli yaklaşımlar almalıdır. Çağımızın kaldıracı, biraz önce anlatmaya çalıştığım liderleri üreten insanın bizzat kendisidir. Amaç, önce beynin içine bakacak, orada olanları sorgulama cesaretine sahip olacak ve gerektiğinde yeni kuramlara uyum sağlayabilecek insanı oluşturmaktır. İçeriye bakmadan dışarıyı şekillendiremezsiniz.
Bilgi devriminin ve bilgi patlamasının önemli yansımalarından biri de lider profilinin biçimlenmesinde olacaktır. Kendinizi Bilgi Çağının gereksinimlerini karşılayacak şekilde hazırlamanız gerekmektedir. Bunun için;
Etkili İletişim Becerilerine,
Bağımsız Öğrenme Yeteneğine,
Sosyal Becerilere,(Örneğin Sorumluluk alma, olumlu yaklaşım gösterme, etik davranma ve itidalli olma gibi)
Takım Çalışması Becerisine,
Düşünme Becerilerine, (Problem çözebilme, eleştirel düşünme gibi)
Bilgi Gezginliğine (Bilgiye nasıl ulaşacağını ve kullanacağını bilme)
Yaşam boyu öğrenme becerilerine, sahip olmanız gereklidir.
21. Yüzyılın getirdiği değişimle başa çıkabilmek için ifade etmiş olduğum prensiplere ilave olarak göreve yönelik prensipleri de hayata geçirmeniz gerektiğine inanıyorum. Konuşmamın ilk bölümünde de belirttiğim gibi günümüzde görev gereksinimleri olağanüstü derecede farklılaşmıştır. Artık başarı için farklı çözümler ile farklı sonuçlar elde etmelisiniz. Bunu da aynı şeyleri tekrar ederek gerçekleştiremezsiniz.
Yaratıcılığı sağlamak ve vizyonu yaşatmak içinse, kontrole dayalı yönetim anlayışından uzaklaşmalısınız. Edwards DEMING'in belirttiği gibi başarı için rutin olarak %100 kontrol yapmak; hata yapmayı planlamak ve sisteminizin yeterli olmadığını kabul etmekle aynı şeydir. Kontrol başarıyı sağlamada geç, etkisiz ve masraflı bir yöntemdir. Başarı kontrolle değil, sistemin iyileştirilmesi ile sağlanır. Tabii %100 kontrolün gerekli olduğu emniyete yönelik hususlar ile başkalarınca saptanan mali ve hukuki konuları bunun dışında tutuyorum.
Ayrıca kontrol yapan kişi sayısı arttıkça, kontrolün etkinliğinin de azalacağından emin olun. Çünkü kontrolü yapan herkes bu iş için bir diğerine güvenir. Paylaşılan sorumluluk hiç kimsenin sorumlu olmaması demektir. Bu yüzden lider kontrolün gerekli olduğu durumlarda bunu yapacak kişiyi doğru belirlemelidir.
SONUÇ
Vatan için yaptığımız her şey, vatanımızı çok sevdiğimizdendir. İcra edilen bütün faaliyetler yurt ve ulus sevgisi temeline dayandırılmalıdır. Yurt sevgisi, ömür boyu vatana hizmet bilincinin yerleştirilmesine ve ülkenin bekasına katkı sağlayan bir hizmet olarak değerlendirilmelidir. Sizlere 2005-2006 eğitim öğretim yılı açılış töreninde ev eşyalarımı taşıyan hamal örneğinde ifade ettiğim gibi, görevin özelliği ne olursa olsun, onun en iyisini yapmak ve onunla övünmek temel hedefimiz olmalıdır.
O zaman herkesin görevini en iyi yapmasından kaynaklanan büyük bir hizmet üretimi yaratılır. Bu amaçla; yapacağımız şeyi sevmek ve ona tam manasıyla inanmak, kendi kendimize cesaret ve heyecan telkin etmek, kafamızda kuvvet ve heyecan düşünceleri yaratmak zorundayız.
Sözlerime son verirken, burada aldığınız eğitimin sizlerin mesleki kariyerinizde olağanüstü bir değişim yaratacağını ifade etmek istiyorum. Gelecekte, yüksek tempo ve konsantrasyon isteyen bir yaşama burada kendinizi hazırlayacaksınız. Bu sebeple, benim sizlere önerim Harp Akademilerinin sizlere sunduğu olanakları sonuna kadar kullanarak kendinizi mesleğinizle ilgili konularda tam olarak yetiştirmenizdir. Emin olunuz ki, Akademinin size kazandırdıklarını mezuniyetten sonra yeni görev yerlerinize atandığınızda çok daha iyi anlayacaksınız.
Bu duygu ve düşüncelerle, mazisi şan ve şerefle dolu, gurur kaynağımız Harp Akademilerinin değerli mensuplarına ve özellikle aramızda bulunarak bizlere onur veren emekli komutan ve arkadaşlarıma esenlikler ve üstün başarılar dilerim.