Necati Göksel’in ‘Kara Kadife’ romanı, geçtiğimiz günlerde Grikedi Yayınları’nca okura sunuldu. Göksel'in kitabı, özgürlük tutkusunu konu alıyor.
Abone olİlk romanı ‘Hayat Askıda’ ile yazar hayli ilgi devşirmişti. Daha çok olaya dayalı, yalın ve akıcı anlatımı ile ‘Hayat Askıda’ zaten Kara Kadife’yi haber veriyordu. İlk romanını okurken Göksel’in, roman dilinin imkanlarına sahip ve bir kitapla durmayacak denli birikimli olduğunu düşünmüştüm. Zaman, bu düşüncemi haklı çıkardı ve yazar, bu kez kurgu ve dil anlayışını daha da geliştiren bir örnekle çıktı karşımıza. Baştan söyleyeyim, kitabın ilk sayfalarını çeviren okuyucu, yazara ilişkin bir ‘özyaşamöyküsü’ arıyor. Ama beyhude. Belli ki editör bunu umursamamış. ‘Kara Kadife’ ilk anda bir macera ve gerilim metni olarak algılanabilir. Zaten Göksel’in romanın bu geleneksel yapısıyla ilgili aşırı bir duyarlığının olduğu da söylenebilir. Ama ne var ki kitap bize sıradan bir dizi cinai ve polisiye olayı aktarmıyor. Gerçekçi bir Türkiye resmi çizerken, toplumsal bir zemini de sunabiliyor. Neler yok ki bu zeminde? ‘Töre cinayetleri, işkence olgusu, kirli para ve iktidar ilişkileri, uyuşturucu ve silah kaçakçılığıyla, haraçla beslenen yeraltı örgütleri, nurculuk, iç göç ve göçebelik vs. gibi ülkenin toplumsal dokusunu ören birçok sorunla yüz yüze geliyoruz. Kara Kadife, bu yönüyle, bize kimi olayları aktaran yalınkat, alışılagelmiş, o bildik kurgu romanından uzaklaşarak; edebi ve has olanın alanına geçiyor. Hikayenin bu zenginlikte yansıtılmasında kuşkusuz yazarın kişisel macerasının çok etkisi var. Göksel’in birçok yönünü tanıyorum. Onda merhameti koruma isteğine bağlı olarak yaşadığı coğrafyanın sorunlarına karşı hassas bir vicdan daima baskın ve belirleyici bir konumda duruyor yazarken. İstanbul’un izbe bir semtindeki dükkandan o ünlü otoparklardan birine, Konya Çatalhöyük toprağından İstiklal Caddesi’ndeki Piyung lokantasına yayılan bu ilginç öykünün kişilerini Göksel iyi tanıyor. Bu tanıdık dünyayı anlatırken düş gücünü de alabildiğine kullanarak gerçekten daha hakiki bir dizi kişilik ve olayı ustalıkla aktarabiliyor. Göksel’in yalın ve ahenkli bir dili var. Bu anlatım tarzının romana yakıştığını bize en güzel Refik Halit Karay göstermişti. Göksel’i okurken hep Refik Halit’i hatırladım. Türkçesi bugün bile hâlâ taze. Bu işlek dilin içinden bakınca, gerçeğin çeşitli görünümlerini anlatmada farklı imkanlara sahip olduğu düşünülebilir yazarın. Ben tüm olayın bu dilin evinde olup bittiğini düşünüyorum. Zira Kara Kadife de bize yalandan söz ediyor, yalan olandan, bu yalan dünyadan, yalanla kirletilmiş bu yerden. Bu yer gibi nice yeri ve yersiz-yurtsuzluğu, bu savrulmuş insanları, birbirlerini çürütenleri anlatmak için başka çaremiz var mı? Kara Kadife’yle Göksel bize kadife gibi bir dilin içinden sesleniyor. Romanın kişileri özgürleşmeyi amaç edinmiş kimseler. Ne ki, bunun ruhun mu yoksa nefsin mi özgürlüğü olduğu, tartışılır. zaman