BIST 9.416
DOLAR 34,56
EURO 36,25
ALTIN 2.995,94
HABER /  GÜNCEL

Özgecan'ın ölümü kadına yönelik şiddette milat olur mu?

Mersin'de 20 yaşındaki üniversite öğrencisinin bindiği minibüsün şoförü tarafından hunharca öldürülmesi tüm ülkede derin bir öfke yarattı. Neredeyse hergün bir kadın cinayeti haberi gelirken, Özgecan'ın ölümü bu şiddeti durdurabilir mi?

Abone ol

Türkiye’de bir haftadır ne gözyaşı dindi ne de kadınların öfkesi.

Cuma günü Özgecan Aslan’ın cesedinin yanmış halde bulunmasından bu yana cinayete tepkiler sürüyor.

Kamuoyunda oluşan tepkinin bir uzantısı olarak, geçmişte üçüncü sayfalara sıkışan kadına yönelik şiddet haberleri, bugünlerde hep manşetlerde.

Çarşamba günü, örneğin, İstanbul Çengelköy’den bir haber düştü gazetelerin ana sayfalarına.

Kübra K, 17 yıllık eşi tarafından bıçaklanarak öldürülmüş, parçalanmış cesedi çöp bidonunda bulunmuştu.

Perşembe günü ise 12 yaşındaki bir kız çocuğunun dövüldüğü, jiletle yaralandığı, zorla bindirildiği minibüste tecavüzden kılpayı kurtulduğu haberi yine bültenlerin ilk sıralarından, gazetelerin manşetlerinden görüldü.

Kadına yönelik şiddet haberleri son bir haftaya kadar bu denli göz önünde değildi belki ama şiddet benzer bir hızda geçmişte de sürüyordu.

Kadın hakları örgütleri, son on yıl zarfında kadına yönelik şiddette ciddi bir tırmanışın söz konusu olduğunu söylüyor.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Öznur Çalık ise geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada kadın cinayetlerinin artmadığını, cinayetlerin görünürlüğünün arttığını kaydetmişti.

Feminist avukat Hülya Gülbahar, "Özgecan Aslan’ın ölümü bardağı taşıran son damla oldu" diyor.

Gülbahar, "Toplumsal cinsiyet kalıpları dediğimiz şeyler, bugün Türkiye’de iktidar tarafından sürekli ‘kadın ve erkeğin yaradılışı farklıdır’, ‘kadın anne olarak anlamlı ve kutsaldır’ propagandalarıyla daha da yaygın ve köklü hale getirilmeye çalışılıyor. Bu nedenle politik bir şiddet olgusuyla karşı karşıyayız" diye konuşuyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kasım 2014’te katıldığı Kadın ve Adalet zirvesinde "Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir. Tabiatları, bünyeleri, fıtratları farklıdır" demişti.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, geçen Temmuz ayında "Kadın herkesin içinde kahkaha atmayacak" diye konuşmuş; Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ise geçen ay "Kadının tek kariyeri annelik olmalı" ifadelerini kullanmıştı.

"Hayır, bu kader değil!"

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ndan Gülsüm Önal, Türk Ceza Kanunu’nda aslında kadınları hayatta tutacak yasaların bulunduğunu, ancak uygulamada sorunlar yaşandığını söylüyor.

Ayşe Paşalı’nın 2010’da eski eşi tarafından öldürülmesinin ardından 6284 sayılı kanunun iyileştirildiğini belirten Önal, “Korunma kararı elde etme süreci kolaylaştırıldı, fakat uygulanmıyor. Karar elde ettikten sonra etkili olması gerekiyor. Ama bu da uygulanmıyor. Ne yazık ki öldürülen kadın kardeşlerimizin çantalarından bu mahkeme kararları bir kağıt olarak çıkıyor” diyor.

Muhterem Göçmen’in yaşadıkları bu açıdan akla gelen ilk örnekler arasında. Muhterem, 2013 yılında eşi tarafından sekiz bıçak darbesiyle öldürülmüştü.

Mahkeme kararıyla Muhterem Göçmen’e 200 metreden fazla yaklaşması yasaklanmış olmasına ragmen, eşi, çalıştığı kuaför dükkanına gelmiş, Muhterem Göçmen’ı darp etmişti. Bundan iki gün sonra ise kendisini öldürmüştü. Muhterem 31 yaşındaydı.

Ablası Çiğdem Evcil, Muhterem Göçmen’in boşanmak istediği için öldürüldüğünü söylüyor.

“13 yıl boyunca şiddete maruz kalmıştı. Artık bıkmıştı. Kendi hayatını geri almak istediği için, boşanmak istediği için hayatından oldu” diyor.

Evcil, Muhterem’in eşinin mahkeme kararını çiğneyerek kuaför salonuna gittiğini, bu nedenle tutuklanması gerektiğini ancak savcılık kararıyla serbest bırakıldığını anlatıyor.

Çiğdem Evcil, “10 gün onu içeride tutsalardı benim kardeşim bugün hayattaydı. Bana diyorlar ki kader. Hayır bu kader değil, ben buna inanmıyorum. Böyle bir kader istemiyorum. İnançsız mıyım? Hayır, inançlıyım. Ama benim kardeşim bile bile ölüme terk edildi” diye konuşuyor.

Muhterem Göçmen’i öldüren Serdar Göçmen, geçtiğimiz yıl ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldı, ancak iyi hal indirimiyle cezası müebbete çevrildi.

Haksız tahrik indirimi

Türkiye’de kadın cinayetlerinin büyük bölümü eşler ya da eski eşler tarafından işleniyor. Kadının boşanmak istemesi cinayet nedenleri arasında başı çekiyor.

Avukat Hülya Gülbahar, kadınların çok hafif gerekçelerle dahi öldürülebildiğini söylüyor ve bazı başlıklar sıralıyor: “Yemeğin tuzunu az koyduğu için öldürülen kadınlarla karşı karşıyayız. Tayt giydi, dövme yaptırdı, telefonda işveli konuştu gibi nedenler… Cep telefonunu açsa da öldürülüyor kadınlar, açmasa da…”

Gülbahar, bu noktada devletin evlilikleri korumaya çalışmak, karı-koca arasında arabuluculuk yapmak yerine kadınları şiddetten korumaya odaklanması gerektiğini söylüyor.

Bir diğer feminist avukat Meriç Eyüboğlu da “Boşanmayı değil cinayetleri durdurun” diyor.

İyi hal indirimlerinin mahkemelerce neredeyse bir zorunluluk olarak uygulandığını, temel bir diğer problemin de haksız tahrik indirimi olduğunu söylüyor.

Eyüboğlu, İzmir’de geçtiğimiz yıllarda yaşanan bir cinayeti örnek gösteriyor.

"Kadın ve adam, iki çocuklarıyla birlikteyken gündüz alışveriş merkezinin açık otoparkında tartışıyorlar.Yanlarından 3-4 kişilik bir grup geçiyor."

"Kadın saat soruyor. Erkek de kadını 35 yerinden bıçaklıyor. Çocuklarının gözü önünde öldürüyor. ‘Saat sordu. Çok öfkelendim. Bu öfke nedeniyle cinayeti işledim’ diyor."

"Mahkeme kadının ‘cilveli saat sormasını’ haksız tahrik indirimi olarak kabul ediyor. Ceza, üçte birine indiriliyor.”

'Bir ülke sessizce ağlıyor'

Özgecan Aslan’ın cinayeti Türkiye’de bir infial ve belki de daha da önemlisi bir farkındalık yaratmış durumda.

Cinayetin Özgecan Aslan okuldan evine giderken, bir minibüste işlenmiş olması bunda önemli etkenlerden biri.

Birçok kadın, "Bu benim de başıma gelebilirdi" diyor. Birçok erkek de "Bu kızımın, karımın, sevgilimin de başına gelebilirdi" diye düşünüyor.

Bu özdeşlik duygusu hem sokakta hem de sosyal medyada cinayetin hararetle konuşulmasına, tepkilerin dile getirilmesine yol açtı.

Özgecan Aslan’ın ismi Twitter’da 4 milyondan fazla kez zikredildi. Yüz binlerce kadın ve erkek #sendeanlat etiketi üzerinden kendi başlarından geçen cinsel taciz ve şiddet olaylarını paylaştı.

Etiketi ilk kullanan kişi, akademisyen İdil Elveriş, “Bu tepkiyi kadınların şiddet, ayrımcılık ve taciz konusunda canlarına tak etmiş olmasına bağlıyorum. Kadınlara sürekli ne yapmaları, ne yapmamaları, nasıl olmaları gerektiği söyleniyor. Kadınlar ‘Bunların hepsini bir kenara attık ve artık biz konuşacağız’ dedi bir anlamda” diyor.

Yazılanları okuduğunda hissettiklerini ise şöyle anlatıyor:

"Ağlaya ağlaya içim çıktı. Sonra ellerim titredi. Acayip bir duygusal boşalma yaşadım. Bana en çok dokunan tweet, "Bir ülke sessizce ağlıyor" oldu. Yaşamakta olduğumuz kollektif ağıt daha güzel dile getirilemezdi."

Peki Özgecan Aslan’ın ölümü kadına yönelik şiddeti durdurma mücadelesinde önemli bir dönüm noktası olabilir mi?

Avukat Hülya Gülbahar, temkinli bir iyimserlik içinde şu yanıtı veriyor:

"(Özgecan’ın cinayeti) Kadın cinayetlerinde ve tecavüzlerinde katili ve tecavüzcüyü aklayacak onlarca gerekçe üreten toplumun birdenbire gerekçesiz kalmasına neden oldu. Katili aklayacak tek bir gerekçe bulamadı toplum. Özgecan’ın ardından sokaklara dökülen kadınların, onlara destek veren erkeklerin, her siyasal kesimden ve çok sayıda olması Türkiye için umut verici bir mesaj."