Dün Türkiye'nin çeşitli illerinde kadınlar Özgecan Aslan için yürüdüler. BBC Türkçe'den Rengin Arslan, İstanbul'daki yürüyüşe katılan kadınlarla konuştu ve gözlemlerini aktardı.
Abone ol"İstanbul'da sokaklar bana korkmayı öğretti."
Arkada ıslık ve düdük sesleri, "susma haykır" diye başlayan kim bilir kaçıncı kez bağırarak tekrarlanan bir slogan ve yanımda 18 yaşında bir genç kız. Bana küçük bir ilçeden İstanbul'a yatılı okumak için geldiğini, ve burada korkmayı öğrendiğini anlatıyor.
Kendisi siyah bir başörtüsü, yanındaki arkadaşı siyah bir şapka giyiyor. Sanki yas için diye düşünüyorum içimden. Adını sorduğumda, “Yazmayın, ben de herhangi bir kadınım işte” diyor.
Özgecan Aslan'ın öldürülmesi ve yakılmasına karşı ses verenlerden sadece biri.
Bir diğeri, 68 yaşındaki Belkıs Ayanoğlu ise Kurtköy'den gelmiş bu eylem için. Kadıköy'de toplanan, ellerinde pankartları olabildiğince yükseğe kaldıran kadınlar yürüyüşe başlarken niye eyleme katıldığını anlatıyor: "Devletin kadınlara hak ve özgürlük vermesi lazım. Fıtrat deyip üstünü örtüp gidiyorlar. Örtmesinler."
Söz bitti mi?
Bir başkası ise sorumu yanıtlarken, ikinci cümlesinde ağlamaya başlıyor: "Ben de bu dünyaya çocuk getireceğim. Ama korkuyorum. Nasıl bir dünyaya?" diyor. Susarak ayrılıyorum yanından.
Bir Cumartesi günü akşam saatlerinde, yani dün akşam Kadıköy Boğa'da buluşan kadınlar hiç aralıksız dile getiriyorlar öfkelerini. Kimisinin elinde "söz bitti" yazılı bir karton var ama eylemin geneli belki de sözün şimdi söylenmeye başlandığını hissettirir derecede canlı. "Bağır herkes duysun, erkek şiddeti son bulsun" en sık tekrarlanan slogan. "Yasta değil isyandayız" pankartının vücut bulmuş hali bu kalabalık.
Kadınların önemli bir kısmı bu eyleme erkeklerin katılmasını istemiyor. Mesele dayanışma mevzusu değil. Hem kadınların varlığının görünür olmasını istiyorlar, hem de "kim bilir ne yaptılar eşlerine, sevgililerine" dedikleri erkeklerin, erkek şiddetine karşı bir eylemde bulunma ihtimalini hiç uzak görmüyorlar.
Kalabalık Boğa'dan rıhtıma yürürken bir başka kadın öğrenci ile, Sevinç Coşkun ile konuşuyorum. "Temmuz'da yine bir kadın eylemi için buradaydım. İnsanlar bu davalardaki sonuçsuzluktan bıktı. Devletin dikkatini çekmek ne kadar mümkün bilmiyorum ama bunun için buradayım" diyor.
Özge Gündoğdu'dan Özgecan Aslan'a bir yıl
Feminist örgütleri Temmuz ayında pek çok ilde eylem yapmış, bu ayın ilk haftasında 6 kadının öldürüldüğünü belirterek Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni kadın gündemiyle toplanmaya çağırmıştı.
Sevinç'in hatırlattığı o Temmuz ayını düşünerek yanından ayrılırken, benim aklımda bir başka Özge daha var. Özgecan Aslan ile ilgili haberi ilk okuduğum andan beri aklımdan pek de çıkmayan bir Özge.
Bundan yaklaşık bir yıl önceydi, 6 Mart 2014'te bir otobüsün içinde eski sevgilisi olduğu söylenen bir erkek tarafından öldürülmüştü. Özge Gündoğan İstanbul Üniversitesi'nde öğrenciydi ve cinayetten önce iki kere koruma talep etmişti polisten.
Bundan bir yıl önce İstanbul Üniversitesi'nde yapılan eylemde yakılan mumlar, eyleme hazırlanırken kahverengi kağıtlar üzerine yazılan sloganlar geliyor gözümün önüne ve bir de arkadaşının söyledikleri: "Ciddiye almamışlar koruma talebini."
İstatistikler ne söyler?
Bu düşünceden, bugüne dönüyorum ve sosyal medyaya bakıyorum. Gece başlayan öfke hiç dinmedi. Özgecan Aslan'ın adı sosyal paylaşım sitesi Twitter'ın önce Türkiye gündeminde, sonra dünya gündeminde en üst sıraya yerleşti. Gön döndü artık saat sabaha karşı ve adı hâlâ dünya gündeminin dördüncü sırasında. Belki sadece okulundaki sınav sonuç listesinde olması gereken 20 yaşındaki ismi, hem Türkiye'ye hem dünyaya bağırıyor "buradayım" diye.
Fakat sosyal medyada olan bir şey daha var: istatistikler. Bazen sadece soğuk sayılar, bazen ise gerçekleri her şeyiyle yansıtan istatistikler. Gazetecilik için hep çok önemsediğim, merakla incelediğim, bir olay hakkında perspektif sunması için ara ara yokladığım istatistikler.
Ama aynı zamanda ne vakit bir kadın haberi yapsam, bulamadığım istatistikler. Sözü uzatmaya gerek yok, AB 2014 yılı ilerleme raporunda şöyle denmişti çünkü: "Cinayetler ve erken yaşta ve zorla yaptırılan evlilikler dahil olmak üzere kadına yönelik şiddet olaylarına ilişkin resmi bir istatistik bulunmamaktadır."
Bu istatistiklerin olmamasının sebepleri muhtelif ama yıllardır konuştuğum feminist avukatların sıklıkla vurguladığı bir şeye burada dikkat çekmek iyi olur belki: Kadınların şiddet, taciz ve tecavüz gibi konularda yargıya güvenleri az ve "kol kırılır yen içinde kalır" anlayışı yüksek. Pek çok olay bildirilmiyor.
Fakat sizin de dikkatinizi çekti mi bilmem, ben bugün onlarca kadın hikayesi okudum. Kırılan değil belki ama, darbe almış kolların bir kısmı yazıldı. Okumadıklarımız, hiç bilmediklerimiz ve belki de bilemeyeceklerimiz kadınların kadim hafızasında gizli.
Yine de sosyal medyada pek çok kadın, tıpkı Özgecan gibi, minibüste tek kaldıklarında tedirgin oldukları zamanları, annelerinin onları nasıl kaygıyla büyüttüğünü, -hatta biri annesinin ona yorgan iğnesi verip, bunu nasıl kullanması gerektiğini öğrettiğini yazdı-, akşam arkadaşlarıyla dışarı çıkacaksa hangi sokaklardan yürümesi gerektiğini önceden düşünüp ona göre giyindiğini yazdı.
Bunlardan biri de oyuncu Beren Saat'ti. Gece ikide Twitter'dan paylaştığı bir notta başına gelen taciz olaylarını anlattı ve sonunda öldürülmediği için şanslı olduğunu yazdı: "Hep teğet geçmişim" diye ifade etti hayatta kaymış olma "şansını".
Meslektaşım İrem Köker ise, "canım ülkemde kadın olmak... ünlü ünsüz, paralı parasız değişen bir şey yok işte" diye yorumlayarak paylaşmış Beren Saat'in yazdıklarını.
Bugün de İstanbul'da ve Türkiye'nin çeşitli illerinde eylemler planlanıyor. Öyle görünüyor ki kadınların söyleyecekleri daha bitmedi. Fakat söylenen her sözün kenarında, pek çok kişinin gözünün önünde o fotoğraf asılı kaldı. Ona fotoğraftaki 20 yaşındaki genç bir öğrencinin annesinin sözleri eşlik ediyordu: "Sabah sütünü verdim, harçlığını verdim gitti."