BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Özal'ın oğlu için dedikleri çıktı

8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal ölümünden 12 gün önce oğlu Ahmet'i yanına çağırır. İleride olacakları görürcesine oğlunu uyarır. Baba Özal'ın dedikleri bir bir çıkar..

Abone ol

Başbakan oğlu olmak nasıl bir duygudur ki? Yetmezmiş gibi cumhurbaşkanı çocuğu olma duygusunu da tatmak? Bunların nasıl duygu oldukları konusunda fikrim yok; ancak izlenimlerim var. Bir kere bütün kapılar açılır size. Zaten bu kadarını sizler de biliyorsunuz. Dahası da vardır mutlaka. Madalyonun bir de arkasına bakmak lazım.

Ahmet Özal, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın oğlu. Babasının ölümünden 12 gün önce kendisine söylediklerinden birini şöyle açıklıyor bugün: “Oğlum dedi, ben öldükten sonra sana çok sıkıntı çektirecekler. Niye, dedim, benim kimse ile bir kavgam, gürültüm yok. Kendi işime bakan bir insanım. Öyle değil, dedi.”

Turgut Özal 17 Nisan 1993’te vefat etti. Ölümünden sonra, belki Nisan 1994 krizinin de etkisiyle Ahmet Özal’ın, Kanal 6 başta olmak üzere işleri kötü gitmeye başladı. Kanal 6’nın çalıştığı TYT Bank, Impexbank ve Marmara Bank’ın üçüne birden el konmasıyla Özal köşeye sıkıştı ve Kanal 6’yı elinden çıkarmak durumunda kaldı. Ardından bir buçuk kadar yurtdışında yaşadı. 1999 seçimlerinde Malatya’dan bağımsız milletvekili adayı olarak tekrar gündeme geldi.

Özellikle 1987 seçimlerinde babasının kendisine yaptığı ‘milletvekili ol’ teklifini değerlendirmeyen Özal, 1999’da ne olmuştu da Meclis’e girmeye niyetlenmişti? Özal, anlattığına göre, burada, o zaman Doğru Yol Partisi (DYP) lideri Tansu Çiller’in oyununa gelmişti. Ardından bazı çevreler Özal’ı Anavatan Partisi’nde görmek istemiş, bu sefer de ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz engeliyle karşılaşmıştı. İş inada binince Ahmet Özal da, baba ocağı Malatya’dan bağımsız aday olmuş ve TBMM’ye girmişti. Ahmet Özal, bir süre sonra Mesut Yılmaz’la aralarındaki küslük ortadan kalkınca babasının partisine katıldı. Orada umduğunu bulamayınca da 2003’te hem ANAP’tan hem de siyasetten uzaklaştı.

Şimdilerde Kanal 6’ya danışmanlık yaptığını söylese de öğrendiğimize göre kanalı iddialı bir televizyon yapmak için ortaklık dahil bazı görüşmeleri yürütmekle meşgul. Şu an resmi görevi Kanal 6 danışmanı.

1989’larda Uzan Grubu ile Magic Box, yani Star televizyonu üzerinde yaptığı ortaklıkta da sıkıntılı bir süreç yaşayan Ahmet Özal’a hayatının pişmanlığını soruyoruz. Cevabı “Babam bana Anavatan Partisi’nin 1987 seçimlerinde ‘gel milletvekili ol’ dedi. Ben girmedim. Şimdi düşünüyorum da babam haklıymış. Keşke o zaman aktif siyasete girseymişim.” oluyor. Çünkü Ahmet Özal, o tarihten sonraki süreci bugünden baktığında yanlış buluyor. ‘Çok hata yaptım’ demeyi de ihmal etmiyor.

Ahmet Özal’la yaptığımız röportaj sırasında, bunca yıldır kamuoyu gündeminde olan Özal ailesiyle ilgili bazı yanlış bilgileri düzeltme imkanı da bulduk. Semra Özal, Turgut Özal’ın ikinci eşi ve Ahmet Özal da kamuoyunda bilindiği ve sanıldığı gibi Zeynep’in ağabeyi değil, kardeşi.

3 Aralık 1955’te doğan, ilkokulu Ankara’daki Çankaya İlkokulu’nda okuyan, ortaokul ve lise bire kadar Yükseliş Koleji’nde tahsil gören Özal, lise ikiden itibaren üniversite eğitimi ve mastırını ABD’de tamamlamış ve ardından da 1979’da iş hayatına atılmış. IMF’de üç yıl bulunduktan sonra Turgut Özal’ın ilk kabinesini kurduğu 1983-84 yıllarında Türkiye’ye dönmüş.

Kamuoyunda Turgut Özal’ın prensleri olarDostluğumuz, arkadaşlığımız vardı. Ondan sonra işte bu TV işi ortaya çıktı.

-Nasıl biriydi Cem Uzan?

Çalışkandı, kafası çalışıyordu, iyi bir eğitim görmüştü, yaşı gençti.

-Ortaklık fikri kimden çıktı?

Bu bir konuşma sırasında ‘Türkiye’de niye özel televizyon olmasın’ derken ortaya çıktı.

-Kontrolünüz dışında olan olaylar oldu mu bu ortaklıkta?

Ne gibi?

-İstemediğiniz bir şeyler?

Benim çalışma hayatım boyunca tanıdığım kadarı ile Cem o dönemde, kendine çizdiği son derece katı kuralları olan bir insandı. Yani iş hayatı konusunda bir şeye karar verdiğinde sonuna kadar giden bir adam. Geri adım atmaz. Bazen belki bana göre, ki ona da söylemişimdir zamanında, lüzumsuz yere kavga eden...

-Nereden kaynaklanıyordu bu?

Karakter meselesi. Ben kavga etmeyi sevmem mesela. Mümkün olduğu kadar kavga etmem kimse ile.

-Aslında Uzanlar Süleyman Demirel’in adamı olarak niteleniyordu. Siz bunun farkında mıydınız o zamanlar?

Babasının, yani Kemal Bey’in Demirel’in yakını olduğu söyleniyordu. Ama Demirel’le olması beni rahatsız eden bir şey de değildi açıkçası. Çünkü ben çok iyi hatırlarım. Rahmetli babamla Süleyman Bey siyasi süreç içinde sürtüşüyorlardı, hatırlıyorsun. Süleyman amca derdim ben kendisine; çünkü çocukluğumu, doğumumu bilir Süleyman Bey. Babamın arkadaşı. O dönemlerde Süleyman Bey bir defa beni çağırmıştı. Hatta ben babama sormuştum. Babamın bana söylediği aynen şuydu: “Oğlum bak. Benim Süleyman Bey’le siyasi sürtüşmelerim olabilir, bu seni ilgilendirmez. O senin Süleyman amcandır. Eve seni çağırırsa tabii ki gideceksin.” Ben ilkokuldan dönerken Güniz Sokak’taki evine uğrardım. Ondan sonra eve geçerdim.

-Çağırdığında ne konuştunuz mesela?

Çok görüşmüşümdür, bir defa değil. Hatta bundan altı ay önce de bir daha gördüm.

Demirel başbakan oldu, Uzanlar’la koptuk

-Uzanlar’a dönelim. Daha sonra ortaklığınız bitti? Sebep neydi?

1991’de ANAP seçimleri kaybetti. Süleyman Bey başbakan oldu, ondan sonra işte koptuk. Yani beraber çalışmak istemedi Uzanlar. Cem ortak olarak çalışmak istemedi. Sonra kısa bir mahkeme süresi oldu. Sonra ben babamın vefatının ardından mahkemeden de vazgeçtim, hepsini iptal ettim.

-Dönemin Demirel dönemi olmasından mı kaynaklandı bu?

Ondan kaynaklandığını söyleyenler var. Yani Süleyman Bey’in “Ahmet’le ortak olmasın.” dediğini iddia edenler var. Ama ben buna şahit olmadım.

-Şimdi o döneme geri dönme imkanımız olsa o süreçte değiştirmek istediğiniz ne olabilirdi?

Ooo çok var canım! Saymakla bitmez. Yani zaten tecrübeler yaptığın hataların bir toplamıdır. Ben çok hata yaptım. Hani yaşlı bir adam demiş ki keşke yaşlanmadan akıllanmayı öğrenseydim.

-Çok hata derken o zaman yapılanların tamamı için mi diyorsunuz yoksa?

Tamamı değil ama benim yaşım da gençti.

-Somutlaştırabilir miyiz?

Ben şunu öğrendim. Türkiye’de iş yaptığın zaman ortaklık yapmayacaksın. Ortaklık Türklerin yapısına uygun değil. Türkiye’de çevremden de gördüm, her türlü ayak oyunu yapılıyor. Biz buna alışık olmadığımız için ve iş hayatında acımasız olmak, ortaklar arası meselelerde adaletsiz davranmak gibi şeyler Türkiye’de normal kabul edildiği için benim bunu bilmem, ayak uydurmam o zamanlar mümkün değildi.

-Yaptığınız ortaklık mı böyle söyletiyor size?

O ayrı bir konu. Tabii o ayrı bir ortaklıktı. Türkiye’de ortaklık yapmamak lazım. Bir insan bir iş yapıyorsa küçük olsun kendisi yapsın.

-Az önceki pişmanlığınıza tekrar dönelim. Orada somut bir örnek vermek gerekirse, en önemli pişmanlığınız nedir diyebiliriz?

Babam bana ‘1987 seçimlerinde gel milletvekili ol’ dedi, ben girmedim. Şimdi düşünüyorum, babam haklıymış. Keşke o zaman aktif siyasete girseymişim. İlk defa söylüyorum bunu.

-Çünkü ondan sonra yaşanan o süreci değiştirmiş olacaktınız.

Evet. Bütün süreç değişirdi. Belki o zaman babama dışarıdan yardım ettiğimden çok daha fazlasını parti içinde yapabilirdim. Güveneceğin insan sayısı çok fazla olmuyor siyasette. Dolayısıyla o zaman keşke yanında olsaydım da babama destek verseydim diye düşünüyorum.

-Turgut Bey, size yaptığı teklifi diğer çocuklarına yaptı mı?

Yok hayır. Annemin il başkanlığı yapması da babamın isteği doğrultusunda olmuştu o dönemde. Demek ki güven işte.

-Güveneceği insan mı bulamadı çevresinde?

Bence çok fazla bulamadı.

-1991’de Mesut Yılmaz’ın ANAP’ın başına gelmeden önceki kongrede, babanıza rağmen Semra Hanım’la beraber Yılmaz’ı desteklediniz. Neden?

Mesut Bey’in genel başkan olmasında en büyük desteği öncelikle annem vermiştir. Babam kendi içinde de demokrat bir insandı. Orada babam hiçbir zaman bir tesirde bulunmadı. Babam ‘Mesut Yılmaz’ı desteklemeyin’ deseydi, kalkıp babama rağmen onu desteklemezdik.

-Daha sonraki süreci gördük. Bir ara Yılmaz’la küskünlük oldu aranızda. Ondan sonra neler hissettiniz?

ANAP’ta, gençliği, lisanı, bilgisi, duruşuyla en iyi adayın hâlâ o olduğunu düşünüyorum o dönem için. Bugün de düşünüyorum onu.

-ANAP’ın geldiği yer de ortada. Partiyi bu noktaya hangi özelliği getirdi?

Koalisyonlar bir defa ANAP’ı çökertti. Koalisyona alışık değildi parti. İkincisi, merkez sağ bir parti ANAP. Fakat ne Tansu Çiller’de ne Mesut Yılmaz’da gerçek merkez sağ imajını bulamadı vatandaş. Onun için Refah’a kaymıştır Türkiye.

-Siz hangi hırslarla girdiniz 1999’da siyasete?

(Kahkaha) 1999’da benim milletvekilliği gibi bir niyetim yoktu. Seçimlerden 3-5 ay önce Tansu Hanım beni davet etti. Dedi ki “Malatya’dan bizim birinci sıra adayımız olur musun?” Teklifini kabul ettim. Aradan bir hafta-on gün geçti. Tansu Hanım telefon açtı. “Arkadaşlarla konuştuk. ‘Malatya’da ön seçim yapmamız lazım. Ahmet Bey de ön seçime girsin’ dediler.” diye söyledi bana. “Bu teklifi kabul etmem mümkün değil.” dedim. Arkasından ANAP’tan çok insan geldi. Ahmet Bey ille de bizim adayımız olsun diye genel başkana sunmuşlar, o da istememiş. “Madem benim siyasete girmemi istemiyorlar ben kendim girerim.” dedim. Orada biraz inat yaptım. Ama şu anda hiçbir partiye bağlı değilim.

-Milletvekilliği yaptınız. Bu anlamda babanızın mirasını nasıl değerlendirdiğinizi düşünüyorsunuz?

Şimdi hani bir elim yağda bir elim balda olsa, maddi manevi olarak rahat olsam ve beni rahat bıraksalar Türkiye’de çok güzel şeyler yapabileceğime inanıyordum. Ama bunlar tabii tam tersi olduğu için çok fazla bir şey yapmaya imkanım olmadı.

Kirada oturuyorum

-Maddi durumunuz nasıl? Sıkıntınız oluyor mu?

Olmaz olur mu? Maddi sıkıntılarımızın olduğu belli. Çalışma hayatında ben çok büyük paralar kazanmadım. Tabii para kazandım. Ama çok büyük kazanmadım. Yani şöyle söyleyeyim. Ben şu anda hâlâ kirada oturuyorum

-Eviniz yok mu?

Yok.

-Semra Hanım Turgut bey üzerinde baskın mıydı?

Hayır. Kamuoyunda, annemin babam üzerinde çok etkili olduğu falan söylenir. Hiç öyle bir şey yok. Babamın üzerinde ne kardeşleri, ne hanımı, ne annesi, ne çocukları, hiç kimse etkili olamazdı. Çünkü babam çok kararlı bir insandı. Kendi kararını kendi verirdi.

-Nereden çıkıyordu peki bunlar?

Öyle imaj verdiler Türkiye’de. Bir örneğini vereyim. 1987 seçimleri kazanılmış ve kabine yapıyor babam. Başbakanlık konutundayız. İçeriye kimse giremiyor. Annem dahil. Sadece garsonlar çay, kahve getiriyor. Babam da almış eline kağıtları, kabineyi yapıyor. Biz de konutta bir yerde oturuyoruz. Garson geldi “Sayın başbakan sizi çağırıyor.” dedi. Yanına gittim. Kabineyi yapmış, annem falan yok, beni çağırdı. “Oğlum şu kabineye bir bak bakayım.” dedi, “Sen nasıl buluyorsun? Bana fikrini söyle.” Ben de fikrimi söyledim. O odaya benden başka kimseyi de almadı. Ben de oturdum, on dakika, çıktım. Babam beni günde en az 3-4 defa arardı. En az.

-Size özel önem verirdi o zaman.

Evet. Mesela konuşma yapacağı zaman Ankara’ya çağırırdı. Veya bir konuda bir şey konuşacak, en azından fikir sorardı. Bana mı fikir soruyor? Yok. Bence o sadece fikir sormak değildi. Belki biraz da kendine göre eğitim veriyordu.

-Sizi bir yere hazırlıyordu...

Evet. Tabii babam bana vefatından önce ‘Ben siyasete girmeni istiyorum’ dediği anda ‘Ben siyaseti sevmiyorum baba. Girmek de istemiyorum’ dediğimde, bana şöyle bir laf etti. ‘Ben seni 12 sene boşuna yanımda dolaştırmadım.’

-Özal ailesi üzerinde nasıl rüzgarlar esiyor? Sizinle ilgili de bazı şeyler yazıldı.

Özel hayatla ilgili özellikle hiç konuşmamayı tercih ediyorum.

-Turgut Özal’dan sonra ne oldu da böyle bir hava oluştu, boşananlar, tartışanlar vs...

Her ailede evlenmek de ayrılmak da olur. Zeynep iki defa ayrıldı. Olabilir. Şimdi Zeynep başbakanın ve cumhurbaşkanının kızı. Ondan dolayı biraz da abartıldı olay. Efe şu anda eşinden bir ayrılma süreci içerisinde. Olabilir, her ailede var. Türkiye 1950’de rahmetli Menderes iktidara geldiğinde 3 çocuğu olan bir aile ile karşılaşmıştı. Onların da yaşadığı sıkıntıları tahmin edebiliyorum. Fakat o yıldan 1983’e kadar, 25 yıl, çoluk çocuğu olan bir lider görmedi Türkiye. Basın da görmemiş. Yadırgadı, şaşırdı insanlar. Eş var, çocuklar var. Eşi de geri planda duran bir insan değil. Şimdi Turgut Özal’a, yaptığı icraatlardan dolayı bir şey söyleyemeyen muhalif basın veya muhalefet, yumuşak karnından, ailesinden vuralım dedi. Hep aile var gündemde. ‘Zeynep Hanım boşandı, Zeynep Hanım jaguar aldı. Yok Efe hızlı araba kullandı. Hep bunlar geldi gündeme.

-Siz de kardeşler olarak daha geride kalalım diye konuştunuz mu aranızda?

Zaten 1987-88 yılına kadar beni Türkiye’de kimse tanımazdı. Çünkü ben ortaya hiç çıkmadım. Yine gerideyim. Ortaya çıkmayı da sevmedim bugüne kadar.

-Kardeşlerinize uyarılarınız oldu mu bu konuda?

Gayet tabii... Efe o zaman çok küçüktü. 18 yaşında çocuğu ne kadar uyarabilirsiniz. Ha şimdi Efe herkesten daha mazbut yaşıyor. Zeynep... Esas itibariyle ben sana sorayım. Zeynep mi büyük ben mi?

-Siz daha büyük değil misiniz?

Hayır. Zeynep benden büyüktür biliyor musunuz? Ben Zeynep’ten küçüğüm, ortancayım.

Ben babamın ikinci eşindenim

-Medyada ‘Ahmet Özal yazdığı kitaptan dolayı kardeşi Zeynep Hanım’ı fırçaladı’ falan diye haberler çıkıyor oysa.

Başka bir şey söyleyeyim. Ben ne zaman ortaya çıktım? 1987’de by-pass oldu babam ve Ankara’ya çağırdı beni. “Birkaç ay benimle otur. Burada bana yardımcı ol.” dedi. Ankara’da konutta oturmaya başladım. İşte o zaman beni tanımaya başladı basın. “Ya bir çocuğu daha varmış, adı Ahmet diye. Hatta ondan sonra çok enteresandır. Annem, babamın ikinci eşidir. Dediler ki “Ya Ahmet herhalde birinci eşinden ki Semra Hanım yanına yanaştırmıyor.” Gazeteciler nüfus kütüklerine kadar gidip incelediler bunları. Allah’tan Zeynep benden büyük.

-Kaç yaş var aranızda?

Zeynep’le benim aramda 1, Efe ile de 12 yaş var.

-Turgut Bey’in ilk eşi hayatta mı?

Ben onu yıllar önce gazetede okumuştum. Eczacı imiş, hayatta imiş, ama ben bilmiyorum.

-Ondan çocuğu var mı?

Yok, sanmıyorum. Zaten benim bildiğim kadarı ile evlilikleri 6 ay kadar sürmüş. Sonra ayrılmışlar. Ben o kadar detayı babama sormadım.

-Zeynep Hanım’ın kitabını okudunuz mu?

Gördüm ama okumadım.

Zeynep’le kavga da ettim

-Cumhurbaşkanı kızı olması eleştirileri yoğunlaştırdı galiba. Siz nasıl bakıyorsunuz gelişmelere?

Benim Zeynep’i çok eleştirdiğim olmuştur. Hatta yüzüne de söylemiş, kavga da etmişimdir. Ama sonra bir şeye dikkat ediyorsun. İnsanların yapısı, karakteri farklı. Zeynep’in yapı ve karakteri çocukluğundan beri böyle. Ve birazcık bağımsızdır, saftır. Biraz kendi bildiğini, kendi istediğini yapar. Çok kimseyi de düşünmez. Yani kendini düşünür ve kendi istediğini yapar. Bu bir yapı ve karakter meselesi. Ben farklıyım, o farklı. Onu öyle kabul etmek lazım diye sonunda karar verdim.

-Babanızın tavrı ne olmuştu bu konuda?

Tabii sıkıntılar oldu o dönemde. Gazeteler de abarttı. Babam da sıkıntı çekti. Zeynep şu anda 50 yaşında bir insan. Bu saatten sonra da değiştiremezsin. Herkes de bunu böyle kabul etmek zorunda. Her insan olduğu gibi kabul edilmeli, kızarsın kızmazsın ama sonuçta öyle.

-Bir araya geliyorsunuz değil mi?

Elbette. Küs falan değiliz.

-Anneniz dahil bir araya geldiğinizde bunlar konuşuluyor mu?

Birazcık esprili, birazcık komik sitemle oluyor tabii.

-Semra Hanım ile Emel Sayın arasında bir polemik çıktı duydunuz mu MİT raporu konusunda?

Okudum. O çok saçma. Anneme de sordum. Hiç böyle bir şey yok. Annem zaten başbakan eşi, kalkıp da niye Emel Sayın’la uğraşsın?

-Vefatından sonra babanızı yanınızda aradığınız oldu mu, ‘Keşke şu olayda başımızda bulunsaydı’ diye?

Oo çok. Olmaz olur mu? Hâlâ özlüyorum babamı, her gün. Bir şeye bağlamam mümkün değil.

-Vefatından sonraki zor dediğiniz günlerde?

Ben bunların hepsine hazırlıklıydım. Çünkü babam, ölümünden 12 gün önce, daha evvel bahsettiğim gece bana dedi ki ‘Oğlum ben öldükten sonra sana çok sıkıntı çektirecekler. Çok sıkıntı çekeceksin.’ Ben ‘Niye?’ dedim, ‘Benim kimse ile bir kavgam yok, gürültüm yok. Kendi işime bakan bir insanım.’ ‘Öyle değil. Yaşatacaklar sana. Ama merak etme. Altından kalkarsın’ dedi. Yani bunları babam zaten söylemişti.

-Bir yol gösterdi mi size?

Hayır. Ama hayatım boyunca bana söylediği bir şey vardır. ‘Hayatta yanlış yapabilirsin, günah işleyebilirsin, ama bir şeye dikkat et, kul hakkı yeme.’

-Geriye dönüp baktığınızda hayattan beklediklerinizi alabildiniz mi?

Aldım diyemem şu ana kadar. Çünkü tam istediklerimi veremediğim için. Ama her şey bir kaderdir.

-Teslimiyetçi bir yapınız mı var?

Kadere inanırım ancak kaderci olup da tamamen kendimi bıraksaydım bugün hâlâ ayakta duramazdım, bu kadar sıkıntılara rağmen. Dolayısıyla ben 10 senedir de ciddi mücadele ediyorum. Çok ciddi.

-Ne mücadelesi veriyorsunuz?

Kapattıktan sonra sana söyleyeyim.

Kaynak: