Birleşmiş Milletler’de düzenlenen bir seminerde, Osmanlı'nın farklı dinlere mensup insanlara gösterdiği hoşgörünün bugün bile örnek alınacak düzeyde olduğu belirtildi
Abone olHoşgörü ve Anlayış Eğitimi" konulu seminerde konuşan İranlı ünlü düşünür Prof. Seyyid Hüseyin Nasr, Osmanlı’yı anlattı. İslam'ı gerçek manasıyla algılayan Osmanlı'nın dinî azınlıklara gösterdiği hoşgörünün bugün bile model alınabilecek düzeyde olduğunu söyleyen Nasr, "İslam tarihinde bir 1492 veya Auscwitz yoktur." dedi. II. Dünya Savaşı sırasında Polonya'daki Auscwitz kampında toplanan 15 bine yakın Yahudi, Naziler tarafından öldürüldü. 1492’de ise İspanya'daki Engizisyon zulmünden kaçan Yahudiler Osmanlı topraklarına sığındı ve yıllarca Müslümanlarla barış içinde yaşadı. İranlı düşünür Nasr bu olaylara işaret ederken, "Zulümden kaçan Avrupalı Hıristiyanlar ve Yahudiler, Osmanlı modelinde hiçbir farklı muamele görmedi." dedi. BM Genel Sekreteri Kofi Annan da İslam dünyasının tek bir vücut gibi görülmemesi ve bu yanlışın meydana getirdiği İslam fobisinin bir an önce sona erdirilmesi çağrısında bulundu. Georgetown Üniversitesi’nden John Esposito ise Batı medyasının Müslümanlara karşı önyargı oluşturduğuna dikkat çekti: “11 Eylül saldırısından sonra artış gösteren İslam karşıtlığı kolay kolay ortadan kaldırılamayacak.” BM Genel Sekreterliği İletişim Müsteşarı Shashi Tharoor tarafından yönetilen seminerde konuşan uzmanlar, İslam düşmanlığı ve ılımlı Müslümanları dahi hedef alan saldırıların önlenmesi için siyasi liderler, medya, sivil toplum kuruluşları ve uluslararası örgütlerin çaba harcaması gerektiği uyarısında bulundu. Seminerin açılışında yaptığı konuşmada, tüm İslam dünyasını sadece Arapların temsil ettiği gibi bir yanlış düşüncenin varlığına işaret eden BM Genel Sekreteri Annan, en kalabalık Müslüman ülkelerin Arap olmayan ülkelerden meydana geldiğini hatırlatarak Endonezya ile Türkiye'yi örnek gösterdi. Annan, başka dinlerde olduğu gibi İslam dünyasında da gelenekçilerle modernistler olduğunu kaydetti. Kofi Annan, zengin bir inanç olarak nitelediği İslam dininin, bazı eylemlerle özünden çekilip alındığına işaret etti. Genel Sekreter Annan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bazıları İslam ile demokrasi uyuşmaz veya çağdaşlık ve kadın hakları ile ters düşer, iddiasındalar. Birçok çevrelerde de Müslümanlar hakkında rahatsız edici düşüncelerin ifade edilmesine izin veriliyor. Bu durum Müslümanlar hakkında önyargıların artmasına sebep oluyor.” Annan: Önyargılar bitsin Dünyanın en büyük din, kültür ve medeniyetlerinden olan İslam'ın mensuplarının, Ortadoğu'da, Çeçenistan'da ve Yugoslavya'da yapılan adaletsizliklerden etkilendiklerini dile getiren Annan, İslam dünyasında bu uygulamalara karşı yöneltilen tepkilerin belirli politikalara yönelik olduğunun da altını çizdi. Kofi Annan, “Bu tepkiler yanlış bir şekilde Batı değerlerine tepki olarak algılanıyor. Daha sonra da İslam karşıtı karşı tepkiye dönüşüyor.” dedi. 11 Eylül saldırısından sonra Batı'da yaşayan Müslümanların, kendilerini şüphe ve ayrımcılığın ortasında bulduğunun altını çizen Kofi Annan, pek çok kişinin İslam'ın tek bir yapı halinde Batı'ya karşı durduğu düşüncesini taşıdığını anlattı. Annan, bazı aşırı uçların yanlış hareketleri sonucu İslam'ın yanlış değerlendirildiğini, bunun sonucunda da cinayetlerin işlendiğini ifade etti. “Birkaç kişinin davranışı, çoğunluğa kötü ün getiriyor, bu haksız bir davranış.” diyen Annan, tüm dünyayı Müslümanlara yönelen önyargılara karşı çıkmaya, Müslümanların ibadet etme özgürlüğünü eksiksiz yerine getirme hakkını yaşamasına ve dinler arasında diyaloğa destek olmaya çağırdı. Müslümanlara da seslenen Annan, şiddet tavsiye eden kişilerin izole edilmesi çağrısında bulundu. Seminerde konuşan George Washington Üniversitesi'nden Prof. Seyyid Hüseyin Nasr, İslam korkusunun, İslamiyet'in Fransa'dan Çin'e kadar bir bölgeyi bir yüzyıl gibi kısa bir sürede kaplamasından sonra, Hıristiyan Batı'da dinî ve politik olarak ortaya çıktığını söyledi. Son zamanlarda hafızalarda yatan tarihî bilincin yeniden canlandığını kaydeden Nasr, “İslam korkusu”nun sadece bir korkunun değil aynı zamanda bir nefretin sonucu olduğunu belirtti. ‘Amerika Şintoizm’i hedef almamıştı’ Prof. Nasr, “Müslümanlar saldırgan olmamaya, sadece kendileri olmaya çabalıyor. Fakat birçok alanda çabalar fanatizme kayıyor. Bir taraftaki fanatizm, diğer taraftaki fanatikleri besliyor. İslam korkusunu incelerken, sadece İslam'daki aşırılıkları değil, ayı zamanda Hıristiyanlar ve Yahudiler arasındaki aşırılıkların da büyük rolü olduğunu bilmek gerekir.” dedi. 1,2 milyar insanı temsil eden İslam'a karşı korkunun ve düşmanlığın giderilmesi için Batı'daki medya, akademik ve siyasi çevreler kadar Batı ülkelerinde yaşayanlar dahil olmak üzere bütün Müslümanlara büyük görevler düştüğünü söyledi. Nasr, 2. Dünya Savaşı sırasında Pearl Harbor saldırısı dolayısıyla Hollywood'da pek çok Japon karşıtı film yapılmasına rağmen, Japonların inancı olan Şintoizm karşıtı bir akıma rastlanmadığını, oysa bazı Müslümanların yaptıklarından dolayı son dönemde İslam'ın hedef alındığını kaydetti. Georgetown Üniversitesi Öğretim Üyesi John Esposito da Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra bazı Batılı yorumcuların derhal İslam'ın bir tehdit oluşturduğu üzerine yorumlara başladığını ve “Müslümanlar geliyor” korkusunu yaydığını kaydetti. Medya ve Batılı siyasetçilerin ne türden bir İslam düşmanlığı yaptıklarına dair çeşitli örnekler veren Esposito, bu kampanyalar neticesinde Batılı ülkelerde yaşayan Müslümanlara karşı nefret suçlarının tırmanışa geçtiğini söyledi. John Esposito, bu saldırıların 11 Eylül saldırılarından bu yana ılımlı Müslüman girişimcilere ve örgütlere de yöneldiğini ifade etti. Özellikle 11 Eylül 2001 terörist saldırılarından sonra artış gösteren İslam karşıtlığının tıpkı Yahudi karşıtlığında olduğu gibi kolay kolay ortadan kaldırılamayacağını ifade eden Esposito, bunun için siyasi liderler, medya, sivil toplum örgütleri ve BM gibi uluslararası örgütlere önemli görevler düştüğüne dikkat çekti. BM bünyesinde haziran ayında da “Antisemitizm'e karşı durma: Hoşgörü ve Anlayış Eğitimi” başlıklı bir seminer düzenlenmişti. ZAMAN