BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Ortaylı gazetecilere konuşmayacak

Ülkemizin önde gelen tarihçilerinden İlber Ortaylı, bundan sonra 'iyiniyetli gazetecilere dahi cevap vermeme kararı' aldı.

Abone ol

Ülkemizin saygın tarihçilerinden İlber Ortaylı, bundan böyle tanımadığı iyiniyetli gazete muhabirlerine dahi konuşmayacağını açıkladı. Geçen hafta başına gelen talihsiz bir olayı anlatan Ortaylı, sitem etti ve şunları yazdı:

Yazı: İlber Ortaylı
Kaynak:  


Geçen hafta başıma gelen bir olay bir kez daha gösterdi ki, basın mensupları kendi içlerinde bazı kuralları tespit edip bunlara şiddetle uymak ve uyulmasını sağlamak zorundalar

1983 yazında birkaç ay süreyle Milliyet gazetesinde çalışmıştım. Dikkatimi çeken bir husus vardı. Gazetede dizgi ve tashih işleri ile uğraşanlar işleri gereği kelime oyunlarını çok iyi beceriyordu. Basın emekçilerinin mavrasını izlemek, üniversiteden istifa ettiğim hüzünlü yaz aylarında benim için büyük bir eğlenceydi. Türk dilinin tadını çıkaranları gördükçe ben de dilimi daha çok sevdim. Doktora çalışmam ve makalelerimde kullandığım sıkıcı ve kuru üslubu o yaz terk ettiğimi, daha doğrusu o üslubun sıyrılıp üstümden düştüğünü hatırlıyorum. Nitekim, o aylarda kaleme aldığım "İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı" ve "İstanbul'dan Sahifeler" adlı kitaplarda bambaşka bir üslup ortaya çıktı. Etrafta işe yaramaz insanlar vardı ama gayet zeki, işine düşkün ve haber kaynağını ısrarla izleyen saygıdeğer genç gazeteciler tanıdım.

Duyduklarını hemen bire beş katıp yazanlara dikkat

Bizden evvelki kuşak içersinde ise, gazeteciliğin modeli olanlar vardı. Kendilerine yazılmamak kaydıyla söylenenleri zihinlerinde tutar ve seneler sonra diğer gelişmeleri bu bilgiyle çok iyi değerlendirirlerdi. Tanıdığımız önemli gazetecilerimizin hemen hepsi böyleydi.

Derken devran değişti. Gazetecilikte bir an evvel maaşlı muhabirliğe geçmek ve yer tutmak isteyen aklı evvel gençler türedi. Duyduklarını hemen bire beş katıp yazıyorlardı. Kendilerine tavsiye mahiyetindeki sözleri aklı sıra çarpıcı demeçler diye yazıişlerine aktarıyorlardı. Birtakım devlet adamları, hele hele ağzı yanan sanatçılar ve akademisyenler gazeteci görünce kaçmaya başladılar. Bunlardan genç bir gazeteci hanım kızımız, rahmetli Nimet Arzık'ın dostça bir yardımla "kayıt dışı" saklaması için aktardığı bilgileri daha o gün gazetesine geçirdi. O dönemin kapkaççılığı basına da giriyordu. Genç gazeteci bu bilgileri anında gazetesine iletti. Birkaç yıl önce bile bir genç gazeteci kendisine güvenen kıdemli meslektaşlarına bu saygısızlığı ve küstahlığı yapamazdı. Nimet hanımın çok üzüldüğünü hatırlıyorum. Beriki ise, flaş
haber sayesinde iki gün şöhret oldu ama üçüncü günden itibaren bir daha iflah etmedi.

Sanılanın aksine kurnaz geçinenlerin uzun vadede en çok çukura yuvarlandığı sektör basın ve hekimliktir. Böyleleri üniversitelerde ekmek bulsalar da, kolay edindikleri "alim" şöhreti çabuk söner. Böylelerine hâlâ rastlanıyor. Demeç istediklerini pek belirtmeden, akıl sorar gibi yapıyorlar. Bir bilgi aktardığınız zaman; "Yalnız bu demeç değildir, o değerde de görmüyorum, sadece araştırmanıza ışık tutar" gibi bir notu da pek kaale almıyorlar. Çünkü, zaten araştırmacı gazetecilik yaptıkları ve yapabilecekleri de yok. O anda ağızdan kaptıklarını çığırtkan bir girişle sütuna aktarıyorlar.

Böylelerinin basın piyasasından ayıklanması, öbür iyi niyetli ve yetenekli gençlerin düzgün bir meslek ortamında yaşayabilmeleri için gereklidir. Onlar da başka işlere girebilirler. Kendisine itimat edilerek verilen bir bilgiyi veya benim aktardığım gibi ansiklopedik bir bilgiyi "çarpıcı açıklamalarda bulundu" diye pazarlamak iş ahlakına uymaz ve aslında ne olursa olsun bu meslekte pek bir gelecek sağlamaz.

Hiç tasvip etmediğim bir olayla karşılaştım

Son zamanlarda basında bu gibi bir-iki vakaya çarptım. Fakat hiç tasvip etmediğim bir olay bu hafta Vatan gazetesinde; "Ermenilerin Alman Nazileri ile ortaklık yaptığını" benim ağzımdan çarpıcı bir açıklama diye ilan eden Safile Usul adlı gazeteci bayandan kaynaklanıyor. Kendisini tanımıyorum. Telefonu açtı. ATO Başkanı Sinan Aygün'ün DVD olarak dağıtımını sağladığı "Sarı Gelin" adlı bir belgeselde; Ermeni-Nazi işbirliğinden örnekler verildiğini, bu hususta ne diyeceğimi sordu. Bazı halde ne diyeceğiniz çok iyi anlaşılmıyor. Çünkü karşınızdaki her şeyi bilmeye çalışan ama hiç bilmeyen biri olunca fizikten veya tarihten bahsetmişsiniz fark etmez. İkinci Dünya Savaşı'nda Yahudiler ve Çingeneler dışında Avrupa'nın bütün küçük halklarından bu işbirliğini yapanlar çıktı. Antisemitizm Ermenilerin uzak kaldığı bir akım değildi, "Ama bu keyfiyet beni kesinlikle ilgilendirmiyor. Benim Ermenilere karşıtlığım yok. Ben sadece bize isnat  edilen haksız bir soykırım suçlamasıyla dertleniyorum" dedim.

Bu son cümleyi Safile Usul kullanmış. Yalnız görünen o ki, çok saf olmayan bir biçimde; kendisine bir demeç vermediğimi sıkı sıkıya tembih ettiğim halde, perşembe günü bir demeç çıkarmış. ATO'nun DVD'sinden haberim yok. Bilmediğim şey üzerine konuşmam. Araştırmak istiyorsa başka bazı kaynakları tavsiye ettim. Tabii, ben böylece ucuz gazeteciliğin bir örneğini daha yaşadım.

İyi niyetli genç gazetecilere bile cevap veremeyeceğim

Anlaşılan bundan sonra iyi niyetli genç gazetecilerin de telefonlarına cevap veremeyeceğim. Basın mensupları kendi içlerinde bazı kuralları tespit edip bunlara şiddetle uymak ve uyulmasını sağlamak zorundalar. Aksi takdirde yapılan gazetecilik değil, laf ebeliği oluyor.

Bu güzel pazar gününde tatsız bir konuyla sizi meşgul ettiğim için müteessirim. Ne yazık ki, basında genç arkadaşlarımızla her zaman güvenli bir bilgi alışverişine giremiyoruz.