BIST 9.836
DOLAR 35,27
EURO 36,70
ALTIN 2.966,78
HABER /  GÜNCEL

Ortadoğu kazanından kim çıkacak?

Dünyanın kaynayan kazanı Ortadoğu'nun geleceği nasıl olacak? İsrail İran'a sadırabilir mi? Amerika Irak'ta başarabilecek mi? Ünlü sosyolog Wallerstein yazdı.

Abone ol

Ünlü sosyolog Wallerstein Zaman için yazdı. "Ortadoğu kazanı-Gelecek beş yıl" Önemli olayların meydana geldiği ve yakın zamanda muhtemel başlıca değişimlerin yaşanacağı üç bölge vardır: Irak, İran ve İsrail/Filistin. Ortadoğu’nun ve dünyanın geleceğinde çok önemli bir etkiye sahip olacak Irak’taki mesele ABD askerî güçlerinin ne zaman ve hangi koşullarda ülkeyi terk edecekleri ile bağlantılıdır. Bu noktada ABD askerî mevcudiyeti Irak vücudunun artık kesinlikle kabul etmediği bir cerrahi yama haline gelmiştir. Eninde sonunda ABD kuvvetleri gelecekte kurmayı ümit ettikleri daimi üsler de dahil olmak üzere ülkeden tamamen çekilmek zorunda kalacaklardır. ABD’nin çekilmesi ancak şu üç ihtimalden birisi ile gerçekleşebilir; ABD hükümetinin kendisinin erken alacağı bir kararla ya da ileride Iraklı yöneticilerin isteğiyle veyahut da Iraklı direnişçilerin onları ülkeden kovmasıyla. Hiç şüphesiz ilk alternatif ABD, Irak ve dünyanın menfaatine en uygun olanıdır. Aynı zamanda, bu seçeneğin meydana gelme ihtimalinin de çok düşük olduğu gayet açıktır. ABD başkanı bu şıkkın 2005 veya 2006’da yerine getirilebilmesinin siyasi açıdan imkansız olduğunu görecektir; zira bu durumda hadise, ülke içinde ABD için büyük bir siyasi yenilgi olarak yorumlanacaktır. Doğruyu söylemek gerekirse, gerçekten de bu davranış bir yenilginin ifadesi olacaktır. Birleşik Devletler’deki savaş karşıtı hassasiyet giderek artmakta ama henüz Kongre üyelerinin böyle bir hareketi isteyerek tasvip etmeleri konumundan hâlâ uzaktır. Ordu mensupları arasında Irak’ın işgalinin büyük bir hata olduğunu düşünenler bile şu ortamda geri çekilmenin ABD ordusunun suratına bir tokat atılmış gibi olacağına inanmaktadırlar. ABD’yi tam destekleyen diğer ülke liderleri de -Blair, Berlusconi, Howard- aynı şekilde bu durumdan hoşnut kalmayacaklardır; çünkü böylesine bir geri çekilme hareketi onlar için kendi ülkelerinde menfi siyasi sonuçlar doğuracaktır. İkinci alternatif -Irak hükümeti tarafından geri çekilmesinin istenmesi- daha makuldür. Elbette, bu da bir ölçüde Irak içerisindeki siyasi gelişmelere bağlıdır. Birçok bölgede katılımın gayet az hatta hiç olmama ihtimali bile olsa seçimler ocakta yapılabilir. Seçimlerin gerçekleşme ihtimali oldukça yüksektir zira bir kısım önemli aktörler şimdiden bu seçimlere bel bağlamıştır: ABD hükümeti, geçici IrakBaşbakanı Iyad Allavi, Kürt liderler, ve seçimleri, Meclis’te dindar Şiilerin hakimiyetinin gerçekleşeceği bir fırsat olarak gören Ayetullah el-Sistani. Amerika için ikinci Vietnam Fakat beklenen seçimler ocaktan sonra meşru bir rejimi garanti edemez. Bir açıdan, ABD kuvvetlerinin Felluce operasyonundan sonra Sünniler seçimlere rağbet göstermeyecekler ve daha da önemlisi, Şii bölgelerde yeni direnişlerin başlama ihtimali de yükselecektir. Zira Mukteda el-Sadr, Felluce’nin savunmasına çok önem vermektedir. Böyle direnişlere rağmen, seçimler gerçekleşirse, Allavi’nin merkezi hükümetin kontrolünü pekiştirebileceği ihtimali oldukça zayıf olup el-Sistani’ye yakın ve ABD’ye daha az bağımlı birilerinin onun yerine geçmesi muhtemeldir. Fakat 2005’te Irak hükümetinin yapısı ne olursa olsun öncelikli ve acil kaygısının kamuoyu desteğini sağlamak ve meşruluğunu kabul ettirmek olacaktır. Böyle bir hükümet, Amerikan varlığından rahatsız olmuş, direnişlerden ve ABD’nin onlara verdiği karşılıktan ötürü güvenliği kalmamış ve kesif bir ekonomik darboğaza girmiş bir halka ne sunabilir? Böyle bir hükümetin sadece iki seçeneği vardır: ABD genel valisine ve ordusuna daha da yakınlaşmak veya kendisini ondan bayağı uzaklaştırmak. Yakınlaşma şimdiye kadar ne meşruiyeti derinleştirme ne de ABD’den önemli ölçüde maddi destek sağlama bakımından hiçbir menfaat sağlamadı. Buradan çıkarılabilecek netice ise öyle ya da böyle Irak hükümeti ABD’ye sırtını çevirecektir. Hatta böyle davranmaları için de bütün komşuları -Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye, İran- tarafından farklı sebeplerle teşvik edileceklerdir. Bu komşularının her biri ve hükümetleri için derin çekinceleri olsa bile onların halklarından gelebilecek baskılar ve buna ilaveten ABD’nin yanlış tutumları muhtemelen Irak hükümetinin Birleşik Devletler ile olan ilişkilerini gözden geçirmeye yetecektir. Ama eğer ABD askeri desteği olmaksızın hayatlarını devam ettiremeyeceklerinden korkup eskisi gibi devam etmeye kalkarlarsa direniş güçlendikçe güçlenecek, hatta ülkenin de facto hükümeti haline gelecektir. Bu durumda da Irak, Vietnam’daki Tet saldırıları senaryosuna doğru hızla ilerleyecektir. Ve ABD de askeri personelini Yeşil Bölge’den helikopterlerle tahliye etmek durumunda kalacaktır. Bu da 2005’te gönüllü çekilmeden çok daha ağır bir yenilgi olacaktır. Bu arada, aynı dönemde İran hükümeti de nükleer silahlara sahip ülkeler grubuna girmiş olacaktır. Çoğunluğu Sünni Arap dünyanın yanı başında, etrafı nükleer güçlerle çevrili Şii bir devlet ve antik medeniyetin mirasçısı olan İran, bölgede önemli bir güçtür. İran bölgesel bir güç olarak ağırlığını hissettirmesi için nükleer silahlara ihtiyaç duymakta ve bunun için de elinden geleni yapmaya kararlıdır. Bu yolda önünde üç engel mevcuttur. Bunların içinde en çok bilineni ABD’nin muhalefeti ve Avrupa Birliği’nin de nükleer silahsızlanma anlaşmasının bozulmasına vereceği tepkidir. Aslında en çok bilinen olmasına rağmen bu en az önemli engeldir zira ne ABD ne de AB’nin aslında İran’ı durdurmak için elinden çok şey gelmeyeceği çok açıktır. Bu yolda iki önemli engel daha vardır. Birincisi İran’ın iç siyasetinden kaynaklanmaktadır. İktidardaki hükümet, baskıcı ve radikal siyasetinden dolayı on yıldan fazla bir süredir giderek halk desteğini ve meşruiyetini yitirmektedir. Muhalefet güçlerinin İran’ın nükleer silahlar edinmesine karşı olmalarından ziyade eğer bir karışıklık yaratabilirlerse hükümet nükleer silahlanma hususundaki planlarını uygulamada zorlanabilir. Bununla birlikte, şu durumda muhalefetin siyasi bakımdan oldukça zayıf olması ve hükümetin de nükleer silah konusundaki kararlılığı ülke içerisinde muhtemelen daha kabul edilebilir bir davranış olacaktır. İsrail, İran’ı vurabilir mi? Üçüncü ve en ciddi engel İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini bombalaması tehdididir. İsrail hükümetinden böyle bir davranış aslında kolaylıkla beklenebilir. Ama İsrail saldırısıyla ilgili üç mesele daha vardır. İsrail böyle bir saldırıyı İran’ın nükleer kapasitesini zaafa uğratabilecek kadar tesirli bir biçimde gerçekleştirebilir mi? İranlılar da İsrail’i gerçekten zarara uğratabilecek kadar etkin bir misillemede bulunabilir mi? Ve (ABD de dahil olmak üzere) dünya kamuoyu, İsrail’in 1981’de Irak’ı bombalamasında olduğu gibi bu tür bir saldırıyı içine sindirebilir mi ve daha da önemlisi acaba İsrail’i bir haydut devlet konumuna itecek şekilde bir tepki gösterir mi? İsrail’in İran’ı zaafa uğratabileceğinden ciddi şüphelerim var; zira İran’ın tesislerini zaten böyle bir ihtimale karşı farklı yerlere dağıttığını biliyorum. Ayrıca, İranlıların İsrail’i ciddi biçimde zarara uğratacak kadar yeterli güce sahip oldukları konusunda da şüphelerim var. Fakat İsrail’in zayıf noktası da dünya kamuoyudur. İsrail zaten son dört yıldır meşruiyetinden epeyce bir kayba uğramış ve böyle bir saldırı onlar için bardağı taşıran son damla olabilir. Dünya jeopolitiği bugün 1981’den oldukça farklıdır. Güney Afrika dersi bu noktada oldukça önem kazanmıştır, zira haydut devlet olarak mevcudiyetini sürdürmek siyasi açıdan artık eskisi kadar kolay değildir. Nihayet, İsrail/Filistin meselesi de unutulmamalıdır. İsrail kaderini Birleşik Devletler’in Ortadoğu’daki varlığına bağlamıştır. Birleşik Devletler’in uğrayacağı yenilgi aynı zamanda İsrail’in yenilgisi demektir. Bugün Sharon, Gazze’den tek taraflı olarak çekilmeyi planlamakta böylece Batı Şeria’da anlamlı bir Filistin devletinin geleceğini şimdiden etkin bir şekilde görebilmenin hesaplarını yapmaktadır. Fakat bu planın işlerliği de şüphelidir. Hamas kesin bir biçimde düşmanlığını göstermeye devam etmekte ve plandan hoşnutsuzluğunu her fırsatta açıklamaktadır. Bir de Filistin Yönetimi böyle bir anlaşmayı müzakere etmeye yanaşabilir; ama uygulanmasında herhangi bir rolü olmadığından oldukça çekimser davranmaktadır. Bu arada, İsrailliler arasında bu kadar minik bir imtiyazın bile verilmesine sağ kesimin karşı çıkması Likud Partisi’nde bölünmelere ve hatta Yahudi devletinin tamamen ortadan kalkacağı tehdidi gibi algılamalara yol açmıştır. Gazze’den çekilme hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir. Fakat bu planın uygulanması çabaları esnasında Sharon Filistinlilerin birleşmesine sebep olabilir ve şimdiye kadar hiç olmadığı biçimde İsrail’in siyasi yapısını ciddi biçimde zaafa uğratabilir. İsraillilerin kendi aralarındaki bu bölünme de Birleşik Devletler’deki siyasi güçlerine son bir darbe olabilir. İsrail/Filistin eninde sonunda ABD siyasi meseleleri arasında dokunulması zararlı bir yara haline dönüşebilir. Hatta Birleşik Devletler’in kendi içinde bu konuda ciddi kamuoyu tartışmaları bile başlayabilir. Bu da İsrail’in mevcudiyeti hususunda telafisi imkansız felaketlere yol açabilir. İmmanuel Walerstein kimdir? 1976'dan bu yana Binghamton'daki New York Eyalet Üniversitesi'nde sosyoloji profesörüdür. Temel yapıtı niteliğindeki üç ciltlik The Modern World-System kitabını sırasıyla 1974, 1980 ve 1989 yıllarında yayımladı. 1994-98 tarihleri arasında Uluslararası Sosyoloji Derneği başkanlığını yapan yazarın Metis Yayınları'nda çıkanların haricinde Türkçede iki kitabı daha bulunuyor: Jeopolitik ve Jeokültür (İz, 1993) ve Geçiş Çağı, Dünya Sisteminin Yörüngesi, 1945-2025 (Hopkins ile birlikte, Avesta, 2000).