BIST 10.025
DOLAR 35,16
EURO 36,68
ALTIN 2.956,54
HABER /  GÜNCEL

Orhan Miroğlu BDP'lileri kızdıracak

Kürt aydın ve siyasetçi Orhan Miroğlu, BDP'lilerin Ergenekon sürecindeki iki yüzlü tavrını eleştirdi....

Abone ol

BDP'nin veya diğer sivil toplum kuruluşlarının konu üzerine cesaretle gidemediklerine işaret eden Miroğlu, aynı çevrelerin KCK davasında ise 400–500 avukatla savunma yapmak istemesindeki çelişkiye dikkat çekti.

Miroğlu, "Tüm bunlar normal. Ama normal olmayan şey şudur ki; 20 kişinin öldürüldüğü JİTEM davası sahipsiz bir biçimde sürüyor. Oraya giren insanlar; tanık olarak, mağdur olarak ifadesi alınacak olan insanlar, o mahkeme salonlarına arkalarında herhangi bir destek hissetmedikleri için korkuyla gidiyorlar ve çoğu kez dilleri tutuluyor ifade veremiyorlar." dedi.

Cihan Haber Ajansı (Cihan)'na konuşan Orhan Miroğlu, faili meçhul cinayetlerden Ergenekon soruşturmasına, yeni Anayasa'dan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın "Kürtlere bütün haklarını vereceğiz." açıklamasına kadar birçok konuda dikkat çekici açıklamalarda bulundu.

1990'lı yıllarda özellikle Kürt işadamları çevresinde bir listeden yoğun şekilde bahsedildiğini dile getiren Miroğlu, o listede yer alan insanların Doğu ve Güneydoğu'da ihaleye çıkmış işlerde teklif sunabilmeleri için JİTEM'in o bölgedeki bilinen bir takım isimlerine başvurmalarının da gerektiğini ifade etti. Bunu yaparak büyüyen müteahhit ve firmaların olduğunu anlatan Miroğlu, Yeşil, Eymür ile Hanefi Avcı'nın ekibinin güvenlik birimleri içerisinde klon sistemi kurduklarını belirtti.

Sapanca üçgeninde infaz edilen işadamları gerçeğinin biraz daha farklı olduğuna dikkat çeken Miroğlu, şöyle devam etti: "Orada çok büyük rant olayları söz konusu. Uyuşturucu trafiğinden tutun da birçok kriminal bir takım işlerde Susurluk çetesi diye tanımlanan ekibin o pazarı ele geçirme hamlesi olarak görülüyor. Ama Doğu ve Güneydoğu'da işlenen faili meçhul cinayetlerin belli başlı amacı siyasidir. Savaşın devam etmesini sağlamak, o ateşi canlı tutmak ve kabul edilebilir sınırlarda süren o çatışmayı sistemli hale getirebilmek. Böyle bir farklılık var."

"FAİLİ MEÇHULLER İÇİN DEVLET DENETLEME KURUMU HAREKETE GEÇİRİLMELİ"
Faili meçhuller soruşturmasında gelinen aşamada iki riskin söz konusu olduğunu ifade eden Miroğlu, "Birisi zaman aşımı riskidir. İkincisi; o dönemde mutlaka bu işlenen cinayetler konusunda derli toplu istihbarat raporları edinmiş olan istihbarat kurumlarının Genelkurmay, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Milli İstihbarat Teşkilatı başta olmak üzere ellerindeki bilgileri mahkemelerle paylaşmamaları söz konusu." diye konuştu.
Hrant Dink cinayetinde bir takım soruların avukatların talebi üzerine MİT ile mahkeme heyeti arasında gidip geldiğini ve çok ciddi şeyler çıkmadığını hatırlatan Miroğlu, çıkmayınca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün olumlu bir müdahalede bulunduğunu kaydetti.
Miroğlu, gelinen aşamayı şöyle değerlendirdi: "Mağdurların ve Ayhan Çarkın gibi bir takım faillerin anlatabilecekleri çok fazla bir şey kalmadı. Bu bilgilerin Devlet Denetleme Kurulu'nun harekete geçirilmesi sayesinde ve istihbarat birimlerinin ellerindeki bilgiyi mahkemelerle, soruşturmayı yürüten savcılarla paylaşmaları halinde ciddi bir aydınlanma süreci yaşayabilir Türkiye."

Musa Anter cinayetinde bir yıldır Mehmet Eymür'ün Türkiye'ye dönüp bu konuda yeniden yorumlar yapmaya başladığı zamandan bu yana süreci izlediğini dile getiren Miroğlu, Mehmet Eymür'ün o dönemin önemli bir aktörü olduğunu belirterek Hanefi Avcı gibi aslında Eymür'ün de bildiklerini tam anlatmadığını vurguladı.

Eymür'ün savcılara son verdiği ifadenin aşağı yukarı kamuoyunun bildiği şeylerden oluştuğunun altını çizen Miroğlu, "Şimdi Yeşil'i JİTEM'den MİT'e transfer eden isimdir Mehmet Eymür. Yeşil ise bölgedeki faili meçhul cinayetlerin büyük bir bölümüne iştirak etmiş, bu cinayetleri planlamış bir isim. Fakat onunla ilgili hemen hemen hiçbir şey söylemiyor. Mesela Musa Anter, Vedat Aydın cinayeti ki MİT'e verdiği ifadesinde Yeşil, bu cinayetleri kendisinin planladığını; birisini Ahmet Cem Ersever ile Anter cinayetini ise kendisinin planladığını ve PKK'nın kafa adamlarından birini kullandığını söylüyor. Bu bilgiyi biz ilk Mehmet Eymür Amerika'da iken duyduk. Bu bilgiyi Mehmet Eymür'e bir televizyon programında sordum; o 'hatırlamıyorum' gibi şeyler söyledi. Fakat ben o yayından sonra savcılara yeniden suç duyurusunda bulundum. Bu ifadenin MİT'ten talep edilip dosyaya konulmasını istedim. Bunun üzerinden yaklaşık bir yıl gibi bir zaman geçti ama savcıların bu konuda bir girişimleri olmadı. Şimdi yeni geçen hafta, özellikle 7 Susurlukçunun tahliye edilmesinden sonra kamuoyunda oluşan tepkilerin ardından Diyarbakır'daki özel yetkili savcı Yeşil'in MİT'e verdiği bu ifadeyi istedi. Şimdi bekleyip göreceğiz. Tabi ben bu tür taleplerin arkasında hükümetin güçlü bir siyasi desteği olmazsa, güçlü bir siyasi rızası olmazsa bu bilgi akışının devletin istihbarat birimlerinden mahkemelere kolay kolay ulaşabileceği kanısında değilim." şeklinde konuştu.
Miroğlu, bundan sonra mağdurların, zarar görmüş insanların sonuç alabilmeleri için, kamuoyunun vicdanının tatmin olabilmesi için yapılacak en önemli şeyin 'devletin bilgi vermeyi' öğrenmesi olduğunu ifade etti.

"AYHAN ÇARKIN SAMİMİ OLDUĞUNA İNANIYORUM"
Abdulkadir Aygan, JİTEM içerisindeki faaliyetleri açıklamış olması bakımından ne kadar önemli bir iş yapmışsa; Ayhan Çarkın'ın da Susurluk boyutuyla aynı işi yaptığını vurgulayan Miroğlu, şunları söyledi: "Aygan can güvenliği olmadığı için Türkiye'ye gelemedi, gelmemek için de İsveç'te kaldı. Dönseydi hayatı riskli olabilirdi. Ayhan Çarkın da öyle görünüyor ki zor bela korunuyor ve her zamanda onun için bir risk söz konusudur. Ayhan Çarkın'ın samimi olduğuna inanıyorum. Davranışları itibarıyla, vicdanıyla hesaplaşmaya çalışan insan profili çiziyor. Dışarıdan baktığınızda, ben de bu süreci 30–40 yıl izleyen biri olarak onun psikolojisinin bize vermek istediği mesajların çokta hileli, bizi şaşırtacak, doğruya ulaştırmada bir takım zorluklarla karşılaştıracak bir muhtevadan ziyade, hakikati toplumun bilmesine yönelik bir çaba olduğunu düşünüyorum. Bunda da yanıldığımı hiç düşünmüyorum."

Çarkın'ın faili meçhul cinayetlere ilişkin bilgileri geçen Ağustos ayında savcılarla paylaştığını ifade ettiğini belirten Miroğlu, ama o tarihten bu yana hiçbir savcının bu bilgiler doğrultusunda bir iş yapmamış olmasının da son derece düşündürücü olduğunu vurguladı.
Miroğlu, "Aradan epey bir zaman geçmiş oldu; insanların gömüldüğü yerlerde bir takım işlemlerin yapılmış olması da ihtimal dâhilinde, bu ihtimali gözden kaçırmamak lazım." diye konuştu.

"ERGENEKON SÜRECİNDEN UZAK DURMA ÖCALAN'IN ARZUSUYLA OLDU"
Ergenekon gibi soruşturmalarda ulusal mutabakat gerektiğinin altını çizen Miroğlu, geçmişiyle ciddi bir hesaplaşma sürecine giren ülkelere bakıldığı zaman, buna muhalefet eden güçlü bir takım siyasi partilerin olmadığının görüleceğini söyledi. Yüzleşme meselesinde yekvücut olunduğunu, birinin diğerine zorluk çıkaran bir pozisyon içerisinde olmadığını dile getiren Miroğlu, şöyle devam etti:

"Türkiye'de Kürt muhalefeti bu konuda önemli bir dinamikti ama Kürt muhalefeti Ergenekon sürecinde siyasi sebepler nedeniyle ve belki o alanda gerçekleşmiş bir takım işbirlikleri nedeniyle, onu bilemeyiz ama bunun belirtileri de yok değildir, bu iki temel nedenle Ergenekon sürecinden uzak durdu. Bu Öcalan'ın arzusuyla oldu. Ergenekon soruşturmaları ve süreç başladığında BDP'ye ve başka Kürt kurumlarına bu süreçten uzak durmaları tavsiyesinde bulundu. Hatta şöyle şeyler de ifade ediyordu: 'Ergenekon’dan yargılananlar aslında Kürt meselesine çözümü isteyen insanlardır. Çözümü istemeyenler dışarıda serbest dolaşıyor ama çözümü isteyenler Silivri’de tutuklu bulunuyorlar.' diye yorumlar yapıyordu. Tabi bu yorumlar doğrusunu istersen Kürt kamuoyunu şaşırtan yorumlardı ve çokta itibar edilen yorumlar değildi. Ama tabi onun gücünü, Kürt siyaseti üzerine kurulduğunu alabiliyoruz. Bu koruma nedeniyle BDP'nin olsun, diğer Kürt kurumlarının olsun hatta sivil toplum kuruluşlarının olsun bu konuya cesaretle gittiklerini söyleyemeyiz. KCK davasında 400–500 avukat Diyarbakır'da müracaat ediyor, o davayı izlemek savunmak için. Bunda hiçbir beis yok. Bin avukatta o davalara girebilir, savunabilir. Bu normal bir şey. Ama normal olmayan şey şudur ki; 20 kişinin öldürüldüğü JİTEM davası sahipsiz bir biçimde sürüyor. Oraya giren insanlar; tanık olarak, mağdur olarak ifadesi alınacak olan insanlar, o mahkeme salonlarına arkalarında herhangi bir destek hissetmedikleri için korkuyla gidiyorlar ve çoğu kez dilleri tutuluyor ifade veremiyorlar. Bunu okuduk birkaç kez."

"KÜRT SİYASETİ VE SOL KESİM CİDDİ BİR HESAP VERME DURUMUNDA KALACAK"
AK Parti bu yüzleşme meselesinde Türkiye'nin güçlü bir geleneğinden bir deneyiminden yola çıkarak bu işleri yapıyor değildi. Biraz da yol yordamıyla sivil siyaseti bu muazzam tehlikelerden koruma içgüdüsüyle hareket ediyordu, AK Parti ve kitlesi. Ama zamanla yüzleşme konusunda, hakikatle, tarihle hesaplaşma konusunda AK Parti ve onu destekleyen insanların İslami kesimin aydınıyla sivil toplumuyla hatta seçmeniyle ciddi bir değişim yaşadığını düşünüyorum. Ama hem Türkiye solu hem Kürt hareketi kendisini bu ciddi değişimden azade etti. Politik nedenlerle oldu bu. AK Parti'nin bir başarısı olarak Türkiye'nin tarihine yazılmasına razı olmadı bu kesimler. Ama maliyetini sonuç olarak halk ödedi. Bu davalara karşı ilgisiz davrandılar ve bence bu Türkiye kamuoyunun ya da mağdurlarının hiçbir zaman affetmeyecekleri bir şeydir. Şimdi yeteri kadar konuşulmuyor olabilir ama ben bir dönem geldiğinde bu konuda hem Kürt siyasetinin hem de Türkiye'nin sol kesimini oluşturan insanlarının ciddi bir hesap verme durumunda kalacaklarını düşünüyorum."

"SON EYLEMLERDE PKK-ERGENEKON İŞBİRLİĞİ ÇOK AÇIK"
Ergenekon-PKK bağlantısına ilişkin bir soruya ise Miroğlu, "Buna savaşın hakikatleri diyorum. Reşadiye'den tutun Dağlıca'ya kadar, en son Çukurca'ya kadar bütün bu hadiselerde Ergenekon'un önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Başından beri bu ilişkilerin olup olmadığına dair şahsen söyleyecek bir durumda değilim. Bu istihbarat elemanlarının işidir. Ama bu son söylediğim eylemlerde bu işbirliğinin çok açık bir biçimde olduğu ortadadır. Şimdi bu tabi yinede PKK'nın kendi adına bağımsız bir pozisyonda durmadığını ortaya koymuyor aslında. Her iki kesimin de Kürt hareketinin Ergenekon dediğimiz yeni ittihatçı akımında temel hedefi AKP iktidarından Türkiye'yi kurtarmaktı. Temel noktada birleşmek ama bu temel noktada birleşmenin fiili olarak ne kadar hayata dönüştüğünü ne kadar gerçekleştiğini ancak bu söylediğim eylemler söz konusu olduğunda anlayabiliyoruz." diye konuştu.

"KÜRT AYDINLAR YETERİNCE SÜRECE KATKI SAĞLAMADI"
Kürt aydınlarının da yeterince bu sürece katkı sağladığını düşünmediğini ifade eden Miroğlu, daha aktif olan Kürt sivil toplumunun da çok sağlıklı davrandığını yine düşünmediğini belirtti.
Yaşanmış bir iç savaşı Kürdü ve Türküyle bir daha yaşamak istemeyen bir topluma, sivil toplumun sunacağı şeyin devlete, "Operasyonları sustur', sen de ateşkes yap." olmaması gerektiğini vurgulayan Miroğlu, Kürt sivil toplumunun buradan çıkamadığını kaydetti.


Oysa buradan çıkıp şiddete karşı net bir tavır koymak gerektiğinin altını çizen Miroğlu, "Bu tavrı hala Kürt sivil toplumu gösterebilmiş değil. Özellikle BDP'nin güçlü olduğu yerlerde Kürt sivil toplumu, BDP'nin yedek bir gücü gibi duruyor. Oysa bu gücün tamda bu dönemde bağımsız bir duruşa ihtiyacı var. Hem devletin şiddetine yönelik çok açık bir tutum takınması gerekir ama nihai olarak da Kürt meselesinde şiddetin ve silahların susmasını talep etmesi gerekir. Bugün artık PKK'dan silahları gömmesini talep etmeliyiz. Her ateşkes sürecinin sonunda yaşadığımız savaşla ilgili can kayıpları bize şunu açıkça gösterdi; Türkiye kamuoyu Kürdü ve Türküyle artık ateşkes beklentisi içerisinde değildir. Net bir biçimde Kürt hareketinin işte PKK BDP hattının silahlı mücadeleye karşı net bir tavır koymasını beklemektedir. Çünkü her ateşkes süreci aslında talepler karşılanmadığı zaman yeniden bir şiddet döneminin başlayacağını da ima ediyor. Dolayısıyla bu ima artık çok sarsıcı ve bir travmaya dönüşmüş durumda, Kürt ve Türk toplumu açısından. Bundan sonra umarım hem Kürt aydınları hem de Kürt sivil toplumu daha net bir tutum içerisine girmiş olsun." şeklinde konuştu.
Miroğlu, Kürt meselesinde PKK'nın izlediği politika ne olursa olsun devletin net, anlaşılabilir ve demokratik açılımlara uygun bir politikayı sürekli Türkiye'nin gündeminde tutması gerektiğini belirterek özellikle bu görevin birinci derecede hükümete ait olduğunu söyledi.

"KÜRT MESELESİ BDP VE PKK'NIN ANLADIĞI GİBİ ÖZEL BİR STATÜ MESELESİ DEĞİLDİR"
Türk ve Kürt kamuoyunun bütün haklar derken bu hakların başına anadilde eğitimi koyduğunu ifade eden Miroğlu, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın "Kürtlere bütün haklarını vereceğiz." açıklamasından da bunu anladığını kaydetti. Kürt meselesinin bugün Türkiye'de BDP veya PKK'nın anladığı gibi özel bir statü meselesi olmadığının altını çizen Miroğlu, Türkiye'nin bugün ne Türklere ne başka bir gruba özel statüyü konuşabilecek siyasi bir iklime sahip olmadığını belirtti. İnsanların temel şeyinin Anayasal yurttaşlığı, herkese eşit yurttaşlığı konuşabilecek ve herkesin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı ortak paydasında kendi kimliğini özgür bir biçimde, dünyadaki örneklerinin gösterdiği gibi dilini ve kültürünü rahat kullanabileceği bir iklimde yaşamak arzusu olduğunu dile getiren Miroğlu, özel statü dendiği zaman tekrar çok geriye gitmek zorunda kalınacağına dikkat çekti.

Arınç'ın sözlerinin özel statü niyetiyle söylenmiş olduğunu düşünmediğini anlatan Miroğlu, "Fakat burda önemli olan şimdiye kadar 'Bir söz söylensin yeter, bir söz duymak istiyoruz Başbakan'dan veya hükümet çevrelerinden' diyen BDP'nin nasıl davranacağıdır. Şimdiden Kürt medyasında bu açıklamayı önemsizleştiren şeyler okuyoruz. BDP'nin Meclisteki tavrı olumluydu, Sayın Arınç'ın bu sözleri alkış gördü BDP grubundan. Ama ne yazık ki Kürt medyası aynı tutumun içerisinde olmadı. Eğer bu böyle devam ederse Sayın Arınç'ın sözlerinin muhatabı pek olmayacak. Ama bu çok fazlada önemsenmemelidir. Bu sözlerin muhatabı sadece BDP ve PKK çevreleri değil bütün bir Kürt toplumudur, bütün bir Türkiye toplumudur. Dolayısıyla son derece yerinde söylenmiş sözlerdir. Uzun zamandır Çukurca saldırısı, arkasından Kazan Vadisi'nde PKK'ya yönelik operasyonlar, hala devam eden çatışmalardan sonra birçok kişi hükümetin demokratik zeminden uzaklaştığını düşünüyordu. Şahsen bende böyle düşünenlerdendim. Bunu tehlikeli birşey olarak görüyordum. Bu sözlerle Türkiye'nin Kürt meselesinde tekrar demokratik zemine dönüşün güçlü sinyali verilmiş oldu." ifadelerini kullandı. Miroğlu, sözlerin altının doldurulması konusunda ise dil ile Avrupa yerel yönetimler özerkliğin sağlanabileceğini ve bu özerkliğin BDP ve PKK'nın anladığı demokratik özerklikten farklı birşey olduğunu vurguladı.

"YENİ ANAYASA KONUSUNDA AK PARTİ'YE DUYDUĞUM SAMİMİYETİ, CHP VE BDP'YE KARŞI DUYAMIYORUM"
Yeni anayasa konusunda Meclis açısından baktığında çok umutlu olmadığını, ama topluma baktığı zaman son derece umutlu olduğunu dile getiren Miroğlu, TÜSİAD'dan MÜSİAD'a kadar farklı toplum kesimlerinin ortaya koyduğu Anayasanın üç aşağı beş yukarı son derece olumlu göründüğünü ifade etti.

Meclis'in bu konudaki aritmetiğine çok fazla güvenemediğini belirten Miroğlu, "Keşke güvenebilsem. AK Parti'nin anayasa konusundaki samimiyetine inanıyorum. Ama aynı samimiyeti CHP ve BDP'ye karşı duyamıyorum. Çünkü onların ortak Anayasadan öncelikli siyasi öncelikleri var. Dersim konusunda bunu yaşadık. CHP'nin tutumu temel paradigmasını bir türlü değişime uğratmak gibi bir gayreti olmadı. Çünkü o paradigma Dersim konuşulduğu zaman ciddi bir biçimde yara alıyor. Anayasa meselesinde de aynı şey olacaktır. CHP'nin Kemalizm döneminden kalma o kurucu ilkelere baktığınız zaman yeni anayasaya yönelik kırmızı çizgileriniz olacaktır mutlaka. En önemlisi AK Parti eliyle Türkiye'nin 12 Eylül darbesinden bu yana yaşadıklarının çıkarılması, CHP'nin çokta benimseyebileceği bir şey gibi görünmüyor. Aynı şeyi BDP açısından da düşünüyorum. Referanduma götürebilmek için 330'u tamamlayacak milletvekili sayısına ulaşılabilir mi? CHP'de olsun BDP'de olsun MHP'de olsun bu 4 kişinin daha ziyade belki MHP'den elde edilebileceğini düşünüyorum. Bunu transfer anlamında söylemiyorum ama mümkünse o da olabilirse bence hayırlı bir şey olur. Referanduma götürülebilmesi için. Yoksa hem BDP'nin hem CHP'nin bu şekilde süreci zora sokan aktif bir muhalefet, ama kendisini iktidara da layık görmeyen sadece AK Parti'yi iktidardan düşürmeye matuf, onunla tarif edebileceğimiz bir muhalefet pozisyonuyla karşı karşıya kalmaları için bir sebep yoktu. Tersi olabilirdi." şeklinde konuştu.