Bacsın Konseyi'ne üye olmayan Akşam'ın yazarı Oray Eğin'in Konsey tarafından uyarılması yazarın tuhafına gitti. Eğin kendisini uyaran konseyin garipliklerini yazdı.
Abone olBasın Konyesi'ne üy olmayan Akşam yazarı Oray Eğin'in uyarılması garip karşılandı. Eğin köşesinden bu tuhaf durumu yazısıyla dile getirdi.
Yazı: Oray Eğin
Kaynak:
-Hatırlarsınız, bundan bir süre önce Hürriyet başyazarı ve Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi’nin yeni TCK’yı görüşmek için Başbakan’ın toplantısına davetli olmadığı halde patronu Vuslat Doğan Sabancı’yı götürmesi üzerine, Akşam başta olmak üzere Doğan grubu harici gazeteler Basın Konseyi’nden çekilmişler, Konsey’i tanımadıklarını açıklamışlardı. Yani o zamandan bu zamana Akşam, Basın Konseyi’ni ciddiye almayan, Basın Konseyi’nin üyesi olmayan bir gazete.
Geçtiğimiz günlerde Basın Konseyi beni uyardı. Benim şahsi bir üyeliğim olmadığı, gazetemin de Konsey’le bir bağı bulunmadığı için tuhaf bir karar. Konsey kendi kendine karar vermiş, kendi kendine uyarmış.
Konsey’in bu kararında birtakım tuhaflıklar da var ve bugünümü maalesef bu konuya ayırarak açıklamak istiyorum.
Birincisi, benim savunmam istenmedi. Savunmamın istendiği ve benim cevap vermediğim söyleniyor, oysa ki bir açıklama istenmeden nasıl cevap verebilirim ki?
İkinci mesele, uyarıda bulunan üç kişiden biriyle hâlâ mahkemelik oluşum. Basın Konseyi nasıl bir kurumdur, kendisini nasıl bir yerde görmektedir ki halen devam eden hukuki bir süreçte, yargıyı etkileyebilecek bir karar almaktan çekinmemekte, kendisini hukukun üstünde görmektedir? Bu da merak ettiğim bir konu.
Hadi biri hakkında mahkemelik olduğum için bir şey söylemeyeyim. Ama başvuran diğer iki gazeteci hakkında yazdıklarıma dönüp baktım da... Gerçekten bunlar uyarılık cümleler midir diye içimden geçti.
Tuncay Özkan için “Mesut Yılmaz’la yükseldi, Mesut Yılmaz’la düştü” demişim. Çünkü efendileriyle yükselen, efendileriyle düşer. Hâlâ da buna inanıyorum. Medya zaten bunun binlerce örneğiyle dolu. Tuncay Özkan da bir gazeteci olarak, bir siyasetçiyle arasına gerekli mesafeyi koymadan bir ilişki kurmuştur; biliniyor. Bugün Türkiye medyasında patronaj düzeyinden başlayarak Tuncay Özkan’la ilgili bu yargıma katılmayacak bir tek kişi bile var mıdır acaba?
Milliyet’in istifa eden eski ekonomi müdürü için de başarısız demişim. Ne zamandır birine başarısız demenin karşılığı “uyarılma”, onu da merak ediyorum. Ona başarısız demek kişiliğini aşağılama mı? Kendisini doğru düzgün tanımam bile, ama yaptığı iş ortada, ortaya koyduğu ürünü görüyorsan bunu adıyla söylemeyecek miyiz? Murat Sabuncu’nun yönettiği Milliyet’in ekonomi sayfaları yıllar içinde Hürriyet ve Sabah’ın çok gerisinde kaldı. Çok gerisinde kaldığı için de arkadaşlık ilişkileri yerine sadece işe bakan, işi önemseyen ve işi bilen bir genel yayın yönetmeni geldiğinde Sabuncu tutunamadı, başarısız oldu. Sonuç itibarıyla bir ekonomi müdürü istifa etmek zorunda kaldı. Bu başarısızlığın tescili değildir de nedir?
Uyarılma kararının ardından Oktay Ekşi’yle uzun bir telefon konuşması yaptım. Ekşi, bana kişisel görüşü olarak tıpkı siyasetçiler gibi kamunun önünde görev yapan gazetecilerin de en ağır eleştirileri kaldırmaları gerektiğine inandığını söyledi.
Peki bu Basın Konseyi’yle nasıl olacak? Şimdi açık açık şunu konuşmamız gerekiyor: Artık medyada bu aldatmaca oyunundan kurtulmamız gerekiyor, bu eleştiriyi yapmak zorundayız. Kol kırılır yen içinde kalır devrini kapatmamız lazım. Medyanın güvenirliğini yeniden kazanması için de acımasızca kendimizi eleştirmeliyiz. Ben eleştireceğim.
Basın Konseyi de dahil olduğu bu aldatmaca düzeninden kendisini sıyırmalıdır. Bu şekilde yapamıyorlar, olmuyor, anlamaları lazım. Şu anda temsil ettikleri bir yanılsamadır ve bu ancak Soğuk Savaş döneminde, iletişim kanalları kapalıyken bir sonuç verebilirdi.
Ben de Basın Konseyi’ni uyarıyorum.