Operasyondaki kuşkular ve Ekrem Dumanlı'ya iki soru
Türkiye'yi sallayan yolsuzluk operasyonu toplumu yine orta yerinden ikiye böldü.
Türkiye'deki taraftarlık ve particilik anlayışını oldum olası
sakat bulmuşumdur. Adam çıkıp, "Ben yolsuzluk yaptım ve
kabul ediyorum" dese bile fayda etmez. Taraftarı,
"Sen ne dediğini bilmiyorsun. Bence
yapmamışsındır!" demeye devam ediyor.
Karşı taraf için de pek farklı değil durum. Dünyanın tüm
mahkemeleri adamı suçsuz bulsa bile karşısındaki kişi,
"Yaptı ama hakimi savcıyı satın alınca paçayı
kurtardı" diyerek karalamaya devam eder.
Şöyle dönüp etrafına baktığınızda herkesin işine gelmeyen
durumlarda karşısındakine duyduğu güvensizliği görürsünüz. Polis
operasyonu kendisine yapmışsa kötü, karşısındakine yapmışsa
kahraman. Hakim kendi tarafından birini suçlu bulmuşsa satılmış,
karşı tarafı hapse göndermişse efsane!
Şu günlerde yine böyle bir durum yaşıyoruz.
Türkiye'yi sallayan yolsuzluk operasyonu toplumu yine orta yerinden
ikiye böldü. Gözaltına alınan AK Partili bakanların çocukları ve
hükümete yakın işadamları ve bürokratlar mı?
O zaman yüzde yüz yolsuzluk var demektir!
Bunu daha önce Ergenekon davasında da yaşamıştık. Darbe karşıtları,
gözaltına alınanların kim olduğuna dahi bakmadan, "Hükümet
gözaltına almışsa kesinkes darbecidir" diye ilan
etmişti.
Sunulan belge ve bilgileri bile herkes kendi istediği gibi
yorumluyor böyle durumlarda. Ne acıdır ki bu duruma daha çok
polisin yaptığı operasyonlar sırasında çektiği bazı görüntüler de
neden oluyor.
***
Bakanların çocuklarına yapılan operasyonun tüm ayrıntılarını
polisin çektiği görüntüler üzerinden yorumluyoruz. Bazı belge ve
görüntüler var ki, izlediğimiz an, "Tamam yolsuzluğun
yapıldığı net" diyoruz. Ancak bazı belge ve görüntüler ise
kafalarda soru işareti oluşturmaktan başka işe yaramıyor.
Örnek isterseniz, Muammer Güler ve oğlu Barış Güler arasında
geçtiği iddia edilen telefon görüşmelerinin tapelerini
okuduğumuzda, suçlu olduklarına kanaat getirebiliyoruz.
Ben şunu hep merak ediyorum.
Bu telefon görüşmelerinin yazılı tapeleri basına servis ediliyor
da, neden sesli görüşme kaydı gizli tutuluyor?
Halkbank'ın Genel Müdürü'nün evindeki kamera kayıtları video
şeklinde dağıtılıyorsa, bakanla oğlu arasında geçen diyaloğunda
aynı şekilde basınla paylaşılması gerekiyor bence.
Basından takip ettiğim kadarıyla Barış Güler'in yatak odasında
bulunan deste deste paralar ve hemen yanıbaşındaki para sayma
makinesi tartışma konusu.
Kimi "Para sayma makinesini oraya polis koydu"
diyor, kimi ise paraların dahi polislerce oraya götürüldüğünü iddia
ediyor. Oysa polisin bu tartışmalara zemin hazırlamama görevi de
var.
Nasıl mı?
Mesela operasyon yapılırken kamera kesintisiz olarak yayında olsa.
Barış Güler kapıyı açtığı andan itibaren, olan biten ne varsa kayıt
altına alınsa. Barış Güler polisler nezaretinde arama yapılan
odalara götürülse ve o paraların gerçekten yatağın üzerinde mi,
yoksa kasalarda mı olduğu belgelense....
Yok eğer para kasalardaysa, Barış Güler'in olduğu ortamda o kasalar
tek tek açılsa ve "Bu paralar size mi ait? Burada bu
paraların ne işi var?" diye sorulsa bugün bunları tartışır
mıydık?
Bir başka tartışma konusu da Halkbank Genel Müdürü'nün evine
yapılan baskın. Orada 3 tane ayakkabı kutusuna 4 buçuk milyon dolar
konulduğu basına sızdı.
Uzmanlar şu aralar kafayı yiyor!
Yapılan hesaplamalar gösteriyor ki, 4 buçuk milyon dolar tam 450
deste yapıyor. Hadi müdür beyin eşi küçük ayaklıdır diyelim.
Müdürün giydiği ayakkabı 50 numara olsa dahi 450 deste parayı
büyük kutulara sığdırmanın mümkünatı yok!
Dediğim gibi...
Kapı açılır açılmaz kamera kayıtta olsa ve o kutulara daha
ulaşılırken görüntüsü alınsa bugün bu konuyu tartışmamış
olacağız.
Bir başka kafa karıştıran durum var ki, bence bu durum davanın
seyrini değiştirebilecek nitelikte.
Savcılık, teknik takibin 14 ay önce başladığını açıklıyor. Dava
dosyalarının 2011/..... 2012/... tarihli olması da bu durumu
doğruluyor. Ancak gelin görün ki, yayınlanan fotoğrafların üzerinde
2009 yılı yazıyor. Saat 21.55'i gösteriyor ama ortalık güllük
güneşlik ve fotoğraftakiler güneş gözlüğüyle dolaşıyor! Bir başka
2009 tarihli fotoğrafta 2010 yılında piyasaya sürülen bir Opel
Astra otomobil görünüyor!
Diğer kuşku uyandıran fotoğrafların detaylarına girmeyeceğim.
Dileyen okuyabilir.
***
Kamuoyuna yapılan açıklamada, "Zanlılar, dinlendiklerini
anlayıp delilleri karartınca operasyonu öne aldık"
deniliyor.
Kendinizi bir an yolsuzluk yapanların yerine koyun. Polisin teknik
takibine yakalandığınızı hissedip, delilleri karartma yoluna
gittiğinizi düşünün.
Yolsuzluğun en önemli göstergesi ne?
Para...
Yapacağınız ilk iş ortadan kaldırmak olmalıyken, o paraları ya
yatağın üzerine seriyor, ya da ayakkabı kutularına yerleştirip
polisin baskın yapacağı evinizde saklıyorsunuz!
Ortada tuhaf bir durum yok mu?
Yukarıda söylediğim gibi. Operasyonu sulandırmak gibi bir gaye
gütmüyorum. Fikrimi soracak olursanız, kesin hüküm vermemekle
birlikte bazı dosyaların içinin boş olmadığı kanaati taşıyorum.
Yine fikrimi soracak olursanız, hırsızı savunan hırsız oğlu
hırsızdır. Operasyonun ilk gününde söylediği tekrarlamakta yarar
var. Oğlu yolsuzluktan gözaltına alınan bakanların o koltukta bir
dakika durmaması gerekiyordu. Suçlu veya suçsuz farketmez. Zan bile
bunu gerektirirdi.
Ancak bu yazıda tartıştığımız şey başka. Polisin yolsuzluğu net
olarak belgeleme şansı olduğu halde, olayı böyle muallakta
bırakmasını ve iki tarafı birbirine kırdırmasını tartışıyoruz.
14 ay süren bir teknik takibi en ince ayrıntısına kadar
hesaplayarak kusursuz şekilde yürütüyorsun. İşin sonunda ise
toplumun zihnini ve midesini bulandıran bir sürü açıklar
veriyorsun.
Hal böyle olunca kimileri sana "Gülen'in polisi"
diyor, kimileri ise hükümeti yıkmakla suçluyor.
Bunları söyletmeye gerek var mı?
EKREM DUMANLI'YA İKİ
SORU
Operasyona destek veren vermeyen herkes, ilk günden beri perde
arkasında Gülen Cemaati olduğunu savunuyor. Bu kanaate varanları
haksız bulmuyorum.
Şöyle düşünün.
Komşunuzla kavgalı oldunuz ve camını çerçevesini indirdiniz. Hemen
sonrasında birileri kapınızı bacanızı başınıza yıkacak derecede
saldırdı.
İlk aklınıza gelen kim olur? Yapılan operasyonlarda cemaat parmağı
aranması bu nedenle normal. Cemaate bağlı yayın organlarında
yapılan yayınlar da bu düşünceyi pekiştiriyor.
Cemaatin yayın organları demişken, Zaman Gazetesi'nin başında
bulunan Ekrem Dumanlı'ya cevabını merak ettiğim iki soru sorarak
yazıyı sonlandırayım.
Sayın Ekrem Dumanlı
1- Çıktığı bir televizyon kanalında, "Hükümet
hükümetliğini, cemaat cemaatliğini bilecek" diyen Egemen
Bağış'ın cep telefonuna, "Senin alacağın olsun!"
diye biten bir mesaj attınız mı?
2- Doğu Perinçek'le birlikte dönemin en kudretli paşası Çevik Bir'e
Fethullah Gülen'in tüm sırlarını tek tek anlatan. Cemaati, halkı
din kisvesi altında dolandırmakla suçlayan. Gülen Hocaefendi
hakkında söylenebilecek en çirkin sözleri söyleyen Nurettin Veren
şu anda cemaate bağlı bir kurumda görev başında mı, değil mi?
Cevap verirseniz mutlu olurum!