BIST 9.368
DOLAR 34,53
EURO 36,19
ALTIN 2.980,09
HABER /  GÜNCEL

Ömrünüzü 10 yıl uzatabilirsiniz

Okinawa, Sardinya ve Loma Linda (Kaliforniya) sakinleri, Dünya üzerindeki hemen herkesten daha uzun ve daha sağlıklı bir ömür sürüyor.

Abone ol

National Geographic Türkiye “Uzun Yaşamın Sırları”nı bu ay kapağına taşıdı. Dünyanın 3 farklı bölgesinde (Sardinya, Okinawa, Loma Linda) uzun ve sağlıklı bir yaşam sürmeyi başarmış kişiler üzerinde yapılan araştırmalar gösteriyor ki, uzun soluklu ve kaliteli bir ömür sürmenin sırlarına ulaşmak o kadar da zor değil. Üstelik bu kişiler -hiçbir hak talep etmeksizin- sırlarını sizlerle paylaşıyorlar.

Ömrünüzü on yıl uzatabileceğinizi söylesem ne dersiniz? Uzun ve sağlıklı yaşam bir rastlantı değildir. İyi genlerle başlar, ama iyi alışkanlıklara da bağlıdır. Uzmanların açıklamalarına göre, doğru bir yaşam biçimi benimserseniz, on yıl kadar daha uzun yaşayabilirsiniz.

Ishigaki ailesinin üç kuşağı yılda bir kez aile mezarlığında biraraya gelerek, atalarının ruhları anısına yemek yiyor, çalgı çalıyor ve dans ediyor. Sıkı aile bağları Okinawa'nın yanı sıra Sardinya ve Loma Linda'da da uzun yaşama katkıda bulunuyor olabilir.

Peki, uzun ve sağlıklı yaşamın formülü nedir? Son yıllarda araştırmacılar insanların dikkat çekici ölçüde uzun bir yaşam sürdüğü bazı bölgelere odaklandı. Bir ekip Sardinya’nın (İtalya) dağ köylerinde, insanların uzun bir yaşam sürdüğü ve 100 yaşına ulaşan erkeklerin oranının hayret verici derecede yüksek olduğu bir yer buldu. Bir diğer ekip Okinawa Adası’nda (Japonya) dünyanın en uzun ömürlü insanları arasında yer alan bir grubu inceledi. Ve Loma Linda’da (ABD) araştırmacılar, Amerika’nın uzun yaşam şampiyonları arasında sayılan Yedinci Gün Adventistleri adlı tarikattan bir grup üzerinde çalışmalar yaptı.

Bu üç bölgede yaşayanlarda yüz yaşını aşanların oranı yüksek; bu insanlar dünyanın diğer gelişmiş ülkelerinde ölümcül olan hastalıklardan sadece bir bölümüne yakalanıyor; daha uzun ve sağlıklı yaşıyor. Sonuç olarak bu insanlar “en doğru alışkanlıkları” edinmenizi öneriyor. Gerisi ise size kalmış.

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?

Primatlarınkine benzer sindirim yollarına sahip olan insanların meyve, sebze, kuru yemiş ve tahıl bakımından zengin bir doğal beslenmeyi izlemesi gerektiğini öne süren Dr. John Harvey Kellogg, kurduğu sanatoryumda bir vejetaryen diyetini benimsetmeye çalıştı. Hastalar için değişik mönüler uygulamak üzere sağlıklı alternatif yiyecekler hazırladı. Buğdayı öğütmek yerine buharda pişirdikten sonra merdaneden geçirerek yufkalar elde edebileceğini saptadı. Bu yufkaları yenmesi kolay bir kahvaltı gevreği olarak hastalarına sundu. Hastaların çok tuttuğu bir diğer yiyecek, Kellogg’un yulaf ve mısır ezmelerini birbirine karıştırıp pişirerek hazırladığı bisküvileri daha sonra öğütüp un ufak etmesiyle ortaya çıkan bir üründü. Kellog buna “granola” adını vermişti.

Bu kahvaltılık yiyeceklerin gördüğü rağbet çok geçmeden Battle Creek’i dönüştürdü. Taklitçi tahıl gevreği imalatçıları pıtrak gibi bitiverdi ve kasaba tahıl gevreği endüstrisinin beşiği haline geldi. Kellogg’un daha ticari zihniyetli kardeşi W. K. Kellogg, ağabeyine sanatoryumdaki bazı gündelik işlerde yardım etmişti. Yufkadan hazırlanmış yiyecekleri seri üretimle pazarlamak istedi. Ağabeyinin üretimi küçük bir ölçekte tutmayı tercih etmesi üzerine, kendi başına bu işe soyundu. Günümüzde mısır gevreği ve değişik markalı daha birçok tahıllı yiyeceği pazarlayan Kellogg şirketinin doğumu böyle gerçekleşti.

Hastalar bile John Harvey Kellogg’un beslenmeyle ilgili öğütlerinden kazançlı işler çıkardı. C.W. Post mide bozukluğu teşhisiyle bu hastaneye yatırılmış olan bir mucitti. Sanatoryumda sunulan tahıl esaslı kahve ikamesi çok hoşuna gitti. Taburcu olduktan sonra, Kellogg’u kendisiyle bir ortaklık kurarak, bu içeceği halka satmaya ikna etmek için uğraştı. Kellogg teklifi geri çevirdi. Post, projesini uygulamaya geçirdi, kahve alternatifi içeceği sattı ve dolar milyoneri oldu. Günümüzde bu tahıl gevreği şirketi diğer ürünlerinin yanı sıra üzümlü kuru yemiş kekleriyle ve kızarmış ekmekleriyle de ünlü.

Yazı: Dan Buettner
Kaynak:

Ata