BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,35
HABER /  GÜNCEL

Ömer Vehbi Hatipoğlu'ndan yolsuzluk çıkışı!

Eski Milletvekili ve İslamcı yazar Ömer Vehbi Hatipoğlu'ndan çarpıcı yolsuzluk açıklaması: "Yolsuzluk hırsızlık değil ahlaksızlıktır"

Abone ol

HATİCE KÜBRA
TWİT-ÜL HAVADİS  Eğitimci, yazar, şair ve siyasetçi... Refah Partisi ve Fazilet Partisi'nden 20. ve 21. dönem Diyarbakır Milletvekilliği yapan Ömer Vehbi Hatipoğlu, İslamcı camianın içinde Kürt sorunu ve çözüm süreci tezlerini de ilk dillendiren isim...  Son dönemde özellikle bulunduğu camiaya içeriden getirdiği eleştirel yazılarla dikkatleri üzerine çeken Ömer Vehbi Hatipoğlu'yla İslamcılık üzerine bir söyleşi yaptık. 

İslamcılığın bugün geldiği noktada en büyük eksikliğinin "insan yetiştirme" amacından uzaklaşmak olduğuna dikkat çeken Hatipoğlu, yolsuzluklarla ilgili de çarpıcı açıklamalarda bulundu. "Bir imar yolsuzluğuyla belediyenin imkanlarını kullanarak milyonlar kazanmak bireysel hırsızlık değil bunun adı ahlaksızlıktır" diyen Ömer Vehbi Hatipoğlu yeni nesile mensubu oldukları dinin bir aksesuar olmadığının öğretilmesi gerekliliğinin altını çizdi.

-Bazı cemaatler "emin" sıfatını zedelemek için ellerinden geleni yaptılar!
-Yolsuzluk hırsızlık değil ahlaksızlıktır

-Kapalı kapılar ardında ihale pazarlığı yapıyorsan dünyanın en ahlaksız insanısın!
-Cemaatler insan yetiştirmeyi bıraktı, kurum büyütmeyi hedefledi!
-Haram parayla cami yapılamaz!
-Hırsızlığı aklayacak temizlik malzemesi henüz icat edilmedi!

Ömer Vehbi Hatipoğlu'yla yaptığımız söyleşinin ana başlıkları bu şekilde. Şimdi söyleşiyle sizleri baş başa bırakıyorum...

"MÜSLÜMANLAR MÜSLÜMANLAŞMALI"


-Siz bir yazınızda "müslümanların müslümanlaşması" gerektiğini söylediniz. Bundan kasıt neydi?

Anadolu özelinde müslümanlık atadan kalma bir miras gibi algılanır. Bu müslümanlık çoğu zaman bir aksesuar gibi, dini bir nitelendirme aracı olarak kullanılır. Ben Türkiye müslümanlarının önemli bir bölümünde müslümanlığa ciddi bir bağlılık, istek görüyorum ama bu adeta platonik bir aşk gibidir. Neye inandığını, neye inanması gerektiğini bilmeden sevmektir.

Müslümanların müslümanlaşması derken, İslamın temel değerlerine uygun bir müslümanlıktan bahsediyorum. Müslümanların yeniden müslümanlığı ve İslamı keşfetmeleri gerektiğine inanıyorum. Kendi İslam algılarını, Kur'an ve sünnete götürerek yeniden test etmeleri gerektiğini söylemeye çalışıyorum.

FUTBOL TAKIMI TUTAR GİBİ DİN TUTUYORUZ

-Sizin bahsettiğiniz müslümanlığı bugün yaşanan müslümanlıktan ayıran nedir?

Müslümanlık salt bir inanış işi değildir. Bizde malesef, böyle algılanıyor. Müslümanlık bir yaşam biçimi, bir hayat tazrı bir duruştur, bir tavır alıştır. Olaylar karşısında nerde, niçin, nasıl duracağını size belirleyen eğer temel değerleriniz değilse o zaman müslümanlık iddianızda sahici olamazsınız. 

Çok sade bir misal vereyim "Allah için sevmek Allah için buğzetmek" İslam'ın temel ilkelerinden biridir. Şimdi soruyorum biz hakikaten bütün sevgilerimizi ve düşmanlıklarımızı Allah için yapıyor muyuz? Biz futbol takımı tutar gibi din tutuyoruz. Bu öteden beri böyle.

İKTİDARIN NİMETLERİYLE KARŞILAŞAN İSLAMCILAR...

-Geçmişle kıyasladığımızda İslamcılık'ta en büyük kırılma nerede yaşandı? 

Türkiye bir süreç yaşadı. 1970'ler ile 90'lar arasında 20 yıllık bir süreçte daha billurlaşmış, kristalize olmuş bir İslam anlayışı gelişmeye başladı. Bu uzun süren 50 yıllık bir zulüm döneminden sonra, müslümanların İslamı yeniden keşfetmesiyle ortaya çıktı. Bütün cemaatler, bütün mütedeyyinler, dindar kesimler insan yetiştirmeyi proje haline getirdiler.

-Bu projeyi biraz daha açabilir misiniz?

Ev sohbetleriyle, kültür toplantılarıyla, vakıflarla, derneklerle, gençlik kuruluşlarıyla bir Kur'an ve sünnet çizgisi takip eden informal bir eğitim uyguladılar kendi müntesiplerine. Dolayısıyla o nesil İslam'ı ana kaynaklarından bire bir öğrenerek, dini bir hayat tarzı olarak benimseyerek yetişti. Yetişti de ne oldu?

Bugün Türkiye'nin bürokrasisinde, siyasetinde hatta iş dünyasında çok etkili isimler o günler yetişen nesillerdir. Gel gör ki bu nesil bir anda iktidarla yüzleşti. İktidarın nimetleriyle karşılaştı. İktidarın nimetleriyle karşılaşınca ayrı bir dünya keşfetti. Ve rejim karşısında ana muhalefet konumundaki İslamcılık, rejimle müttefik, devleti idare eden bir kadro gibi algılanmaya başladı.

omer.jpgİSLAMCILAR İÇİN ERKEN DOĞUM OLDU 

-Yetişirken buna hazırlıklı değiller miydi?

Hayal buydu ama bence bu hayal erken geldi, erken doğum oldu. İmkan ve yetişme açısından söylüyorum. O neslin büyük bir bölümü bozulmadı, Allah var. Şu anda da hala aynı 10 yıllık tavırlarını sürdürüyorlar. Ama bir bölümü de bu kapitalizmin çarkı arasında İslamcılığını kaybetti. Problem bu değil. Benim asıl üzerinde durduğum problem, o yeni nesil yetiştirme çalışması durduruldu.

İNSAN YETİŞTİRMEKTEN DEVLET YÖNETMEYE 

-Tam olarak ne zaman durdu bu insan yetiştirme çabası?

Ben bunu Refah Partisi'nin yerel yönetimlerde iktidar olmasından sonraki o tarihlerden başlatıyorum. İnsan yetiştirmekten vazgeçti, devleti yönetmeye talip olan bir kadro haline dönüştü. Onların çocukları, bizlerin çocukları, torunları bizim geçtiğimiz zorlu yollardan geçmediler. Daha rahat, daha huzurlu bir dünyada hayatlarını geçiren nesiller, geçmişte yaşanan acılardan, ödenen bedellerden haberdar değillerdi. Şu anda da haberdar değiller.

RAHAT İÇİNDE BÜYÜYEN BİR NESİL GELDİ 

-Bedeller ödeyen bir nesil neden çocuklarını bu konularda uyarmadı?

"Mum dibine ışık vermez" derler ya, başkasının çocuğuyla uğraşmaktan kendi çocuğuyla uğraşamadılar. Ama temel esas şu; cemaatler insan yetiştirne işini sürdürmediler.

Cemaatler insan yetiştirmeyi ikinci plana iterek kendi varlıklarını güçlendirecek kurumsallığa yöneldiler. Radyo-televizyon kurmak, yurtlar kurmak, daha da büyümek...İnsanı büyütmeyi bırakıp da kurumu büyütmeye kalkarsanız yanlış yatırım yaparsınız. Ondan dolayı bir nesil kurudu, arkası gelmedi. Kendinden önceki neslin yaşadığı sıkıntılara, acılara göğüs geren bir nesil yok. Rahat içinde büyüyen bir nesil var. Onlar için de İslam entellektüel bir cazibe olur ancak. Öğrenmek için İslam öğreniliyor. Ama İslam bu değil.

ERDOĞAN'IN "DİNDAR NESİL" SÖYLEMİ


-Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanlığı döneminde "dindar nesil" yetiştirmeyi gündeme getirmişti. Bu sizin bahsettiğiniz "insan yetiştirme" ile aynı hedefe mi tekabül ediyor?

2007'den sonra Tayyip Bey dindar bir nesil ifadesini kullandı ve çok ciddi eleştirilere maruz kaldı. Aslında bu Tayyip Bey'in sıkıntıyı çok yakından gördüğünü, teşhis ettiğini ve tedavi için adımlar atmak istediğini ortaya koyuyor. Bu Türkiye için çok büyük bir kazanım. Bir ülkenin Başbakanı, (o dönem için söylüyorum) bu eksiği tespit etmişse ki etmiş, burda bu eksiği giderebilecek mekanizları kurabilme imkanına sahiptir.

Fakat bu hükümetle, Tayyip Bey'le ilgili bir durum değil. Benim bahsettiğim dindar olan müslümanın müslümanlığının bilincine varmasıdır. Bu sivil toplum kuruluşlarına, vakıflara, derneklere düşen bir iştir. Devlet bunun için zemin hazırlayabilir ama iş orada bitmiyor. Yeniden bu ülkenin yüreği yanık insanları, insan yetiştirme projesini hayata geçirmelidir. 

BAZI CEMAATLER DEVLET İMKANIYLA DEVLEŞTİ 

-Peki İslamcı camiadaki sivil toplum kuruluşları bu misyonu neden yerine getirmedi, buna ihtiyaç mı duymadılar?

Eskiden cemaatlerin çok büyük bir bölümü eşit şartlarda bir çalışma içindeydi. Hepsinin ortak olduğu bir şey vardı. Burs veriyorlardı, fakir öğrencileri yetiştiriyorlar, okutuyorlardı, gençlere İslam'ı öğretiyorlardı. Daha sonra bazı cemaatler devletin imkanlarını kullanarak bir anda devleşti. Bunun üzerine diğerleri de "onun elindekiler niye bizde olmasın?" diye bir yarışa girdiler. Ve bu yarış insan yetiştirme projesin geri plana itti, kurumsal büyüme ön plana çıktı. Eskiden yetiştirdiğin insanın kalitesi ile ölçülürdünüz. Şimdi kurumun büyüklüğüyle ölçülüyor her şey. Ne kadar okulu var, ne kadar yurdu var...

Geçmişte bir İlim Yayma Cemiyeti, Birlik Vakfı, Milli Gençlik Vakfı vardı mesela. Bugün bu ülkeyi yöneten bürokratik kadronun büyük bir bölümü Milli Gençlik Vakfı'nda eğitilmiş insanlardır. Bunların kocaman plazaları yoktu ama orada insan yetişiyordu.

MÜSLÜMANLIK BİR AKSESUAR DEĞİL 

-Yeni nesiller için bu anlamda yapılması gereken ilk şey ne sizce? 

İktidar ve nimetlerine talebi bir taraf bırakıp, önce sahih anlamda müslümanlığın ne olduğunun kavratılması gerekir. Biz çocuklarımıza kısa sürede müreffeh bir hayatın yollarını öğretmeye çalışıyoruz. Bu yanlıştır. Biz çocuklarımıza mensubu oldukları dinin bir aksesuar olmadığını, bir rozet olmadığını, o dinin onlara başka sorumluluklar da yüklediğini öğretmeliyiz. Bu bir kimlik sorunudur. Müslümanlık kimliğinin yeniden inşası gerekir. Yani medeniyet değerlerimize dayalı bir hayat tarzını önce kendimiz sonra yeni nesile uygulatmamız gerekir. İlaveten de bunu bütün dünyayı örnek olarak göstermemiz lazım

-Bu söyledikleriniz yapılmazsa gelinecek noktayı nasıl görüyorsunuz?

Bir süre sonra atalarımızın bir dini vardı söylemlerine dönüşür Türkiye. Bugün birçok insanla karşılaşıyoruz, sohbet ettiğimizde diyor ki: "Benim annannem de namaz kılardı, benim dedem de hacca gitmişti" Bunu bir müslümanlık kimliği olarak anlatıyor ve mişli geçmiş zamandan bahsediyor. Sanki o müslümanlık bugün yokmuş gibi. Bizim dindar ailelerin çocuklarının da 30 yıl sonra "benim babam da müslümandı, benim babam da namaz kılıyordu" demesini istemiyorsak o zaman yeni nesilleri de İslami şuurla yetiştirmek gerekiyor.

PLAZALAR İNŞA ETMEKLE MEŞGULSEN...

-Son dönemde İslamcı camiaya "lüks düşkünlüğü" eleştirileri de gelmeye başladı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz mahallelerdeki, evlerdeki iftar sofralarına misafir olarak büyüdük. En lüks tavrımız iftar çadırında yemek yemekti. Şimdi bizim müslümanlarımız 5 yıldızlı otellerin lobilerinde güya iftar veriyorlar. Kime veriyorlar? Belki hayatı boyunca açlık hissi duymamış insanlara iftar sofraları düzenliyoruz. Bunu da bir dini etkinlik gibi algılamaya başladık. İslam bu değil.

İslam cami önünde açılmış bir mendile 5-10 lira atarak, görevini yerine getirmiş olmanın rahatlığını yaşatmaz adama. Müslümanlık bambaşka bir şeydir. Sen mahallendekinden, akrabalarından haberdar değilsen, dünyadaki müslümanların yaşadığı zulümlerden bihabersen, gökdelenler, plazalar inşa etmekle meşgulsen ama o plazanın yanı başında gecekonduda yaşayan insanın acısından haberdar değilsen bunun adı ne müslümanlık ne İslamdır. Çünkü İslam aynı zamanda ahlaktır.

AHLAKSIZLIK YETİMİN MALINA EL KOYMAKTIR

Ahlak nedir? Biz Türkiye'de sokağa çıktığımızda kime ahlaksız diyoruz? Cinsel konularda sapkınlık ya da sapıklığı olana ahlaksız diyoruz. Hayır, o değildir. Ahlaksızlık yetimin malına el koymakıtr, zulmetmektir. Allah yokmuşcasına davranmaktır. Tam da adı budur.

-Bunu biraz açarsak...

Yani kapalı kapılar ardında ihale pazarlığı yapıyorsan, emek sömürüyorsan, başkasının malına, mülküne, emeğine el koyma teşebbüsüne giriyorsan dünyanın en ahlaksız insanısın. Ve bunu yapıyorken de müslümanlık iddiasında bulunamazsın.

YOLSUZLUK HIRSIZLIK DEĞİL AHLAKSIZLIKTIR 

-Bugün bunun müslümanlık iddiasıyla yapılmasından öte din adına yapıldığına şahit olduğumuz durumlar oluyor. Bunlar için ne diyebiliriz?

Beni Sadr, İran İslam devriminden sonra bir süre Cumhurbaşkanlığı yaptı ve Fransa'ya kaçtı. De Gaulle Havaalanı'nda gazeteciler sordular "İran'da ne oluyor?" Dedi ki "Geçmişte şah adına insanlar idam ediliyordu, şimdi Allah adına idam ediliyor. Değişen bir şey yok" Değişen bir şeylerin olması lazım.

Ben bundan dolayı siyasi iktidarları suçlamıyorum. Ben insanlarda oluşan büyük bir travmadan bahsediyorum. O travmanın nedeni ise kolay yoldan imkanlara kavuşmaktan doğan ahlaksızlıktır. Yoksa bireysel olarak kişilerin yaşadığı olaylar kimseyi ilgilendirmez. Kamu alanına müdahalenin ahlaksızlığına özellike vurgu yapıyorum. Yani bir insan kapıyı kırar Ali'nin Veli'nin selamıyla içerdekilerin mallarını çalar. Bunun adı hırsızlıktır. Ama bir imar yolsuzluğuyla belediyenin imkanlarını kullanarak milyonlar kazanmak bireysel hırsızlık değil bunun adı ahlaksızlıktır.

TEMELİNDE İKTİDAR DEĞİL  MÜSLÜMANLIK ALGIMIZ YATIYOR

-Yolsuzlukların AK Parti döneminde arttığı yönünde açıklamalar var. İktidara yöneltilen bu tür eleştirilerin İslamcı kesimdeki bu dönüşümle alakası yok mu?

Bunun temelinde iktidar falan yatmıyor, bunun temelinde bizim müslümanlık algımız yatıyor. Biz müslümanlığı sadece namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek olarak nitelendirirsek, "müslümanlık budur bunları yaptıktan sonra her şey mübahtır" gibi bir algı gelişirse asıl çirkinlik oradadır.

İbadet deyince herkesin aklına bu saydıklarımız geliyor. Hayır, ibadet kulluk bilincinde olarak yapılan davranış tarzıdır. Yani bir insan Allah'ın onu her an gözettiğini ve gördüğünü bilerek adım atıyor ve ilişkilerini buna göre düzenliyorsa; toplumsal, ekonomik, siyasal ilişkiler, kısacası attığı her adım ibadettir. Biz bu bilince müslümanlık diyoruz.

EMİNLİK SIFATIMIZDA SORUN VAR 

-Toplumun genelinde dindar insana bakış açısı bu travmadan sonra nereye vardı?

Biz müslümanların, müslümanlığa bu süreçte verdiği zarar kadar hiçbir din düşmanı güç, bu zararı veremezdi. Müslümanlığın önder şahsiyeti Hz. Muhammed'in en önde gelen vasfı "emin" olmasıdır. Malını, mülkünü, her şeyini teslim edeceğin insandır. Her müslüman emin sıfatına layık değilse zaten kendi müslümanlığında bir problem var demektir. Bizim bu sıfatımızda bir problem var.

BAZI CEMAATLER EMİNLİK SIFATINI ZEDELEDİ

-Peki neden özellikle " emin"lik sıfatıyla ilgili bir problemle karşı karşıyayız. Kim yaptı bunu?

Din adına yola çıktığını iddia eden örgütlenmeler, cemaatler, siyasal kurumlar emin sıfatını zedelemek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Ve malesef birbirlerini suçlarken de bu sıfattan vurdular. Dolayısyla Allah muhafaza etsin, üçkağıtçı, kısa yoldan köşeyi dönen, kimsenin hak ve hukukunu gözetmeyen bir insan profili algısı oluşturdular. Ben müslümanların hepsini bundan tenzih ederim, müslümanlar böyle değil. Ama müslümanlık adına yola çıktığını iddia eden kimi grupların kimi hareketlerin ve siyasetçilerin tavırlarından böyle bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Bu algı felakettir. Onun için hepimizin kendi müslümanlığımızı tekrar tekrar test etmemiz lazım.

Haram mala elimiz uzatmam ateşe elimi uzatmam anlamına geliyor. Kur'an yetim malından bahsediyor. Ee peki kamu ihalesine fesat karıştırmak yetim malını götürmek değil mi? Kur'an diyor bunu, ayet. Ayete açık muhalefetin fetvasını kimse veremez.

HARAM PARAYLA CAMİ YAPILAMAZ

-Burada ihaleye fesat karıştırıyor ama şurada da cami yaptırıyor, öğrenciye burs veriyor kazandığı parayla. Bunu nasıl izah edebiliriz?

Kendi vicdanımızı temizleyici birçok şey bulabiliriz. Cami yaparız, yurt yaparız... Yalnız Allah'ın mescidi ancak takva sahibi kulları tarafından inşa edilir. Bu da ayettir. Cami de haram parayla yapılmaz. Hırsızlıkğı, ahlaksızlığı aklayacak temizleyecek bir temizlik malzemesi henüz icat edilmiş değil. Varsa bugüne kadar bunu yapmış insan tövbe etmeli ve bir daha böyle bir şeye teşebbüs etmemelidir.

Bu çürümüşlük ve yozlaşmadan kendimizi ve neslimizi kurtarmak için "ey müslüman titre ve kendine dön diyecek" güçlü bir sese ihtiyaç var.