BIST 9.636
DOLAR 34,65
EURO 36,36
ALTIN 2.934,49
HABER /  GÜNCEL

Ömer Lütfü Mete günah çıkarttı

İsmi Deli Yürek dizisiyle öne çıkan Ömer Lütfü Mete adeta günah çıkarttı. "TV dizilerini ciddiye almıyorum" diyen Mete, isminin Deli Yürek'le özdeşleşmesinden hoşnut değil

Abone ol

İsmi televizyon dizileriyle öne çıkan Sabah Gazetesi yazarı Ömer Lütfü Mete, televizyon dizilerini ciddiye almadığını söyledi. Mete isminin Deli Yürek'le anılmasından hiç de hoşnut değil. Aksiyon Dergisi'nden Muhsin Öztürk, Ömer Lütfü Mete'yle konuştu:

Röportaj: Muhsin Öztürk
Kaynak:
www.aksiyon.com.tr

“İtfaiye Yanıyor” isimli uzun hikaye ile derin devlet konusunu biraz daha ‘derinleştiren’ Ömer Lütfi Mete, hiç istihbaratçı dostu olmadığını; ‘derin’le ilgili en sağlam hikayeleri mafya ile düşüp kalkmalarında öğrendiğini dile getiriyor. “TV dizilerine saygı duymuyorum.” diyen Ömer Lütfi Mete’ye göre TV’de iyi bir şey yapılamaz. Bu yüzden TV’de yapılan bir şeyi ciddiye almak da abes. Zaten kendisi de senaryosunu yazdığı Deli Yürek’le anılmaktan hoşnut değil.

Ağzı olanın konuştuğu artık neredeyse ‘sıkmaya’ başlayan bir mevzu derin devlet. Gözümle görmediğime inanmam deyip materyalist olma pahasına işin içinden sıyrılası geliyor insanın. Ama Türkiye’nin ‘özel şartları’, zaman zaman siyasilerin orta karar tutumları, askerin yükselen sesi işlerin yine derine kaydığı hissini vermiyor değil. Her ne kadar Deli Yürek’le hatırlanmaktan hoşnut olmasa da bu dizinin senaristi olması hasebiyle her zaman derin devlet konusunda bilgisi olduğu düşünülen Ömer Lütfi Mete, yeni bir ‘uzun hikayesi’ ile konuyu biraz daha ‘derin’leştiriyor. “İtfaiye Yanıyor” her şeyden önce, işi yangın söndürmek olan bir kurumun yanmasını anlatıyor. Mete’nin itfaiyesi bildiğimiz itfaiye değil; İstihbarat-tahkikat-fişleme-adalet-yuvarlaklaştırma-eritme’nin baş harflerinden oluşuyor.

Bir köşe yazarı bir gün kendisine gelen davet üzerine devam ettiği gizli bir seminerde birbirlerine muhalif hatta devlet hakkında atıp tutan köşe yazarlarının İtfaiye’nin çatısı altında tek vücut haline gelişlerine tanık olur. Bu köşe yazarı Ömer Lütfi Mete’nin fikri çizgisine pek yakındır; devleti sever ama şeffaf olmamasını eleştirir, ‘ebed müddet devlet’ fikrini benimser ama “devlet bu; sever de döver de” demez. Biraz da gayesi etrafı gözlemlemek, seminer işinin nereye gideceğini öğrenmektir. Seminere katılan güzel bir kadının ortadan kaybolması, binayı saran alevler ve ülkenin Yeni Dünya Cumhuriyeti’nin bir parçası olması kitabın az sayıda aksiyonlarından olup, sessiz sedasız, Metal Fırtına benzeri bir Türkiye işgali söz konusudur. Kitap, popüler bir uyarlamayla “derin devletsiz kalma, sivil siyasetten de şaşma” demektedir.

-Hiç ‘derin’ bir seminere katıldınız mı?

Çağırmadılar. Çağırsalar da katılmazdım. Tabii ben de yoklandım. Herkes yoklanır. Her zaman birileri gelir size birtakım, çarpıcı bilgiler vermeye çalışır. Dolayısıyla bu tür deneylere biraz kulağım kesikti ama... Ayrıca başka bir şey var. Benden bu olamaz.

-Niye?

Ben ülkücü camia içerisinde yetişmiş bir insanım. Onları da aklımın estiği gibi eleştirebiliyorum. Böyle biri bir projenin adamı olamaz. Bunu bilirler. Gevezeyimdir ayrıca. Bildiğimi saklamam. Buralarda biraz ketum olmak gerekiyor. İnandığım, düşündüğüm gibi konuşuyorum. Ben bununla çok şey kaybettim, birilerinin adamı olarak çok da iyi imkanlar içerisinde yaşayabilirdim. Ama hiçbir projenin, grubun adamı olmadım. Ve bu ömrümün yarısını işsiz geçirmeme yol açtı. Kimseye yar olmayan bir adam onların işine yaramaz. Bu bana Allah’ın lütfudur. Her insan düşebilir; bir şekilde satın alınabilir herkes için bu mümkündür. Büyük konuşulmaz bu konuda. Beni kimse satın alamaz diyen adam Allah’a isyan ediyordur. Öyle bir açmaz düşersin ki sağlık olur, can tehdidiyle seni satın alabilirler, alınan çok kıymetli insanlar olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bir şekilde insanlar kullanılabilir, bunun bir yolu bulunabilir.

-Biraz önce yokladılar dediniz...

Filancalar hakkında bir dosya. İstihbaratçıdır, askerdir, şudur, budur. Derin devleti iyi bilmiyorum belki ama derin devlet hakkında iyi düşüncelerim olmadığı için insanlara ilginç geliyor belki. Her şeyi göğüslemeye hazırım. Deli Yürek’le ilgili bir bavul dolusu belge indirildiğini söylediler. Bizim dizide yazdığımız bir çürük birebir bir gazete haberiyle örtüştü. Tamamen tesadüftü. Deli Yürek’te kullandığım bilgiler içerisinde ben kullanmadan önce gazeteler ve televizyonlara haber olmamış bir tane veri yoktur. Bir kısmı da mafya ile düşüp kalktığımda öğrendiğim hikayelerdir. Ne kadar doğrudur bilmiyorum ama çok ilginç ve doğru geliyor bana. Mafyacılar karanlık derin devlet ilişkilerinde bir şekilde içli dışlı oldukları için bu alemi iyi bilirler.

-Mafyacılarla düşüp kalkmak...

Ben gazeteciyim. Herkesle görüşürüm. O âlemdeki insanları tanırım. İçki içmem. Gece hayatım yok. Dolayısıyla bunlarla düşüp kalkacağım yer oralar değildir. Onlar benim bulunduğum yere gelir. Onlarla buluşabilirim. Onlarla bir şey konuşmak için istediğim zaman giderim. Çünkü korkum yok, herkesle görüşebilirim. Her türlü suçluyla da düşüp kalkabilirim. Ben gazetecilik yapan, senaryo ve roman yazarlığı yapan bir kişiyim. Bu toplumun her insanının A’dan Z’ye tanımak hakkımdır.

-Mafyanın diziye müdahale etmesi söz konusu mu?

Sanmıyorum, Deli Yürek’te olmadı. Televizyon dizilerini çok ciddiye alan bir toplum var, acıklı olan bu. Çünkü, hiçbir şekilde televizyonda yayınlanan bir şey çok önemli olamaz. Çünkü insanlar bunun karşılığında yeteri kadar saygılı değildir. Siz emek verirsiniz, sanat yapıyorum dersiniz insanlar arkadaşıyla muhabbet ederken, çay içerken, çocuğunu pışpışlarken öylece bakacak ona. Siz bunu bildiğiniz için bir şeyi iki üç defa tekrarlayacaksınız, yoksa kaçar çünkü. Çok basit anlatacaksınız ki herkes anlasın. Böyle ölçüleri olan bir mecra televizyon. O yüzden, TV ürünlerine büyük önem atfetmeyi çok garip buluyorum. Televizyonda iyi bir ürün, iyi bir kültür ürünü olmaz, eğer olursa seyredilmez. O yüzden televizyona insanlara zarar vermeyen, birebir canına, ruh sağlığına olumsuz etki yapmayacak bir iş yapmışsan, çok mübarek bir iş yapmışsındır.

-Fazla mütevazı değil misiniz?

Bir toplumun yüzde 80’nine yönelik eleştirim var. Kınıyorum pek çok davranışlarını ve sonra o toplumun yüzde 80’inin oluşturduğu büyük bir beğeniyle bir televizyon dizisinin bana getireceği şöhreti önemsemem çok komik olur.

-Deli Yürek bağlamında mı?

Her şey için söylüyorum. Yani o dizide kuşçu karakteriyle mümkün mertebe ilham verici bir tipleme oluşturmaya çalıştım. Deli Yürek karakterini de olabildiğince düzgün yapmaya çalıştım. Pekçok insan beni Deli Yürek’in yazarı diye tanıtmaya çalışıyor. Hiç de hoşnut değilim bundan. Benim en iyi yaptığım iş Deli Yürek’i yazmak değildir. Deli Yürek’teki birtakım karakterlerim, diyaloglarım iyidir, buna bir itirazım yok. Ben televizyon dizilerine saygı duymuyorum açıkçası. Yapmak istediğim televizyon dizileri de olmuyor. Kafamdakileri de televizyonlar istemiyor.

Derin mevzular...

-Ülkeyi derin devlet yönetiyor söyleminden kim kazançlı çıkıyor?

Bu konuda tutarlı bir fikr-i takip yok. Söylenenlerin herbirini birer teori zinciri olarak ele alırsanız, birçok yerden kopuyor. Atıyorum, diyelim ki derin devlete milliyetçiler bağlamında bakıp milliyetçi ya da ulusalcı derin devlet diyorsanız, bu bir yerde kopuyor. Ulusalcıyla, enternasyonalci ya da bölücü örgütçü, kuyrukları birbirine değmiş insanlar farklı kulvarda bir başka zaman milliyetçi denebilecek bir oluşum içinde karşınıza çıkabiliyor. Sanıyorum bu kafa karışıklığını ve bu resmi birimlerin dağınıklığını, birbirleriyle kavga eder hale gelmişliğini, resmi kurumların kendi içlerinde birbirleriyle cebelleşir durumda olmasını kullanan aklı başında gizli yabancı servisler var. Dolayısıyla Türkiye’de düzenli stratejik bir tasarım doğrultusunda Türkiye ya da bölgeye yönelik bir şeyler yapılıyorsa bunların mimarları Türkiye’nin derin devleti değil Türkiye derin çetelerini kullanan başka gizli servislerdir. Bu benim tamamen genel okumalardan vardığım bir kanaat. Çok şükür hiçbir gün hiçbir şekilde bir istihbaratçı dostu, bir güvenlikçi dostu olmayan -en yakın güvenlikçi dostum Sadettin Tantan’dır- bir kişiyim. Bu yüzden bugüne kadar resmi ya da gayr-i resmi, kendinden vazife çıkartanlar ya da diğerleri tarafından görevlendirilen kişilerden veya kurumlardan herhangi bir bilgi almış değilim. Bilgilerim tamamen sivildir, bireyseldir ve test edilmemiştir. Yani bilimsel iddialar değildir. Derin devlet olamaz diyorum çünkü derin devlet olsaydı devlet olurdu.

-Derin devlet, devletin mütemmim cüz’ü mü ki?

Derin devlet nedir? En yakınından, komşularından başlayarak bütün dünyada gözü kulağı olmayan devlet, devlet değildir. Olayların yönlendirilmesine böyle bir devletin hiçbir dahli olamaz. Ben çok devletçi bir adam değilim, dolayısıyla derin devletçi bir adam değilim ama güneşlenecekseniz güneş yağı süreceksiniz. Devletiniz olacaksa bunun derin bir ayağı olacak. Uzak yerleri tarassut edebilen gizli bir gözü olacak. Derin devlet şu değil; birtakım fırtınalar çıktığında, Ali’yi Veli’ye vurdurarak ya da birtakım nifaklar sokarak, birtakım toplum mühendisliği deneyleri yaparak yükselen ya da yükseltilen akımları, değerleri dizayn etmek değildir derin devletin işi. Ayrıca bu derin devlet işini de meşru sivil siyaset yapmalı. Eğer bir mühendislik işi varsa onu siyaset yapmalıdır. Bu, mahrem meşru sistem içerisinde sağlıklı bir hiyerarşi ile müteselsil sorumluluğun oluştuğu, takip edilebilir bir sistem olmalıdır. Meşru irade devletin bir yerlerde ucunu kaybediyorsa, ya da meşru siyasi erk bir yere gelip de derin devletin işleri hakkında nihai kararları başka bir teknokrata sözgelimi genelkurmay başkanına bırakıyorsa o da devlet değildir. En büyüğünden en küçüğüne her türlü gelişmeden tarih önünde hesap vermek durumunda bulunan kişi her kim ise kesinlikle derin alanlarda faaliyet gösteren kadrolar ve birimler ona açık olmalıdır. Ondan mahrem olmamalıdır. Türkiye’yi devlet olmaktan çıkaran sorun budur. Atatürk’ün zamanını alın, bir gizli birim bir iş yapacak Atatürk murad edecek ve bunu öğrenemeyecek. O yüzden Atatürk’ten sonra Türkiye’de devlet yoktur diyorum ben.

İsmet Paşa bir Mustafa Kemal kazasıdır

-Ona bakarsanız demokrasiye geçişle birlikte Türkiye’de durum böyle?

1938’den beri böyle. Devlet adamlığı çapı itibariyle İsmet paşa ile Tansu Çiller arasında bir fark olduğunu düşünmüyorum. İsmet paşa Atatürk’ün yanında ikinci adam olarak bir şeyler öğrenebilmiştir. Harika bir ikinci adamdır. İtaatkardır, sadıktır. Bu yüzden ömrü olduğu sürece bunu değerlendirmeye çalışmıştır. Atatürk’ün bana göre en uzun ömürlü yanlışlarından biri de onu bir anlamda tarihen vârisi kılacak şartları hazırlamasıdır. Bir anlamda, İsmet Paşa bir Mustafa Kemal kazasıdır. Atatürk gitti, ertesi gün biz ayakta tek başımıza duramayız diyerek ABD’nin, NATO’nun oyuncağı haline getirdi Türkiye’yi.

-Biraz önce devletçi olmadığınızı söylediniz. Bunu biraz açabilir miyiz?

Devlet bugünlerde aşılmış bir ihtiyaç değil. Devlet halen yerine başka bir kurum geliştiremediğimiz bir ihtiyaçtır. Böyle olması bunu kutsamayı gerektirmiyor. Kutsadığınız zaman her halûkarda insanı küçültüyorsunuz. Amerika’da 11 Eylül’e rağmen kendi vatandaşlarının çok büyük hakları vardır. Özellikle suç işlememe konusunda duyarlı olan insanlara olağanüstü önem veriliyor. Devlet onlara hizmetkârlık yapar. Alman devleti hiç ortalarda gözükmez, Almanlar devlet edebiyatı yapmazlar. Biz çok devlet vurgusu yapıyoruz da çok mu kuvvetli oluyoruz. Devletin çok üniformalı, çok toplu tüfekli olması güçlü olduğunu göstermiyor. Devlet halkı tarafından benimseniyorsa güçlüdür. Türkiye’de ise devlet sanki vatandaşın hizmetinde değilmiş gibi. Türkler devlet çete, vatandaş da suçlu olarak algılanır hep. Türkler ‘ihlal’lerde birbirini kollar. Bir Alman vatandaşı gibi kuralları denetlemek yerine, yoldan geçen hiç tanımadığı bir kişiye ileride ‘çevirme’nin olduğunu hatırlatır. Türkler her an ‘ihlal’ üzerindedir. Türkler ihlal üzerine doğar, ihlal üzere büyür, ihlal üzere gelişir, ihlal üzere ölür. Yani sürekli ihlalde bulunan insanlardan oluşan bir toplumun devlet hak etmesi de mümkün değil. Kendisi adil olmayan bir toplumun adil bir devlet beklemesi de hak değildir.