Ömer Dinçer nereye koşuyor?
İtiraf edeyim ki, AK Parti hükümetinin Milli Eğitim konusundaki çalışmaları beni resmen hasta ediyor!
Gazetecilik mesleğimin hiç bir döneminde birilerini körü körüne
ne eleştirdim, ne de övdüm. Siyasi alanda iktidarların
"Şucu-bucu" olmasına aldırış etmeden, övgü ve
eleştiriyi kim hakediyorsa ona yöneltmeye gayret gösterdim.
"Ne yaparsa eleştir. İyi şeyler yapsa bile aman verme
eleştiri bombardımanına tut" hastalığına yakalananlardan
olmadım şükürler olsun.
Ama itiraf edeyim ki, AK Parti hükümetinin Milli Eğitim konusundaki
çalışmaları beni resmen hasta ediyor!
Sadece beni değil..
2002 yılından itibaren, yani AK Parti'nin iktidara geldiği günden
itibaren Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu ve en son Ömer
Dinçer Milli Eğitim Bakanı olarak görev yaptı.
İlk dönemlerinde kimi zaman küçük itirazlara ve söylenmelere neden
oluyordu bazı yanlış politikalar. Ancak bugün o söylem ve itirazlar
öfkeye dönüştü ve o öfke birer kasırga gibi büyüyor.
Dönüşmemesi mümkün mü?
Bir eğtim sistemi düşünün ki, o eğitim sisteminden ne öğrenci, ne
öğretmen, ne de veli memnun değil..
Memnun olan kim?
Sadece Milli Eğitim Bakanı!
Bir Milli Eğitim Bakanı düşünün ki, titreyen bacaklar üzerinde
heyecanla atama haberi bekleyen öğretmen adayların umudunu,
"Başka alana yönelsinler, başka iş bulsunlar"
diyerek bir çırpıda yerle bir edebiliyor.
Bir Milli Eğitim Bakanı düşünün ki, yığınla sorun dururken,
"Andımız"ın kaldırılmasını en öncelikli sorunu
olarak görüyor.
Bir Milli Eğitim Bakanı düşünün ki, eğitimle ilgili yapılan
sınavlarda hakları yenenlerin feryatları arş-ı alayı almışken, tek
kelime etmez!
Bir Milli Eğitim Bakanı düşünün ki, öğretmenlerine adeta
şirketindeki personel muamelesi yaparak, "Bunlar benim
getirdiğim kurallar. Yanlışı doğrusunu tartışmam bile. Kabul eden
eder, etmeyene yallah!" diyerek kapıyı gösterebiliyor.
Bir Milli Eğitim Bakanı düşünün ki, "O çocuklar sınıflarda
altlarına işese bile 4+4+4 uygulanacak" anlamına gelecek
sözler sarfediyor.
Ve lütfen bir Milli Eğitim Bakanı düşünün.. Dinleyenlerin yüzündeki
çizgileri titreten bir karara imza atıyor, "Bu mesleği
yapmak istiyorsan, eşini, evini çocuğunu bırakıp falan yere tayin
olacaksın" diyebiliyor!
Çılgınlığın nelere mal olduğunu size iki örnekle anlatacağım!
Bugün Radikal Gazetesi'nin manşetinden bir haber..
Aynen aktarıyorum:
Şadan öğretmenin 5.5 yaşındaki kızı Elif Suna’ya 3 yıl önce lösemi
teşhisi konuldu. Şadan Karakaya, Düzce’de öğretmenlik yapıyordu,
tedavisi Ankara ’da yapılıyordu. Doktorlar ilik naklinin en
başarılı yapıldığı Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’ne yakın olmaları
gerektiğini söyleyince tayinlerini Ankara yerine Antalya ’ya
istemeye karar verdiler. Oraya taşındılar. Hemşire eşi Özlem
Akdeniz Üniversitesi’ne geçmeyi başardı.
Şadan öğretmen ise özür durumu atamaları için için ağustosu sabırla
bekledi. Atama başvurusu yaparken branşı tarihte yer olmadığını
görünce yıkıldı. Şimdi nasıl olur da hasta kızının yanında
olamayacağını soruyor yetkililere.
Şadan öğretmen yalnız değil...
Bir başka örnek..
Sakarya'da öğretmenlik yapan bir kadın öğretmen. Annesi yatalak..
Bu öğretmenin tayini başka bir ile çıkıyor, ama eşi tutturamıyor! O
kadın öğretmen yatalak annesini kendisiyle götüremeyeceği için
kocasına emanet etmek (!) zorunda kalıyor.
O kadının ıslattığı altını ve yeni giysilyerini değiştirme işi
damada havale ediliyor devlet eliyle..
Bizim bilmediğimiz duymadığımız böyle nice dramlar var.
Kime "Derdini anlat" desen, sözleri şimşek gibi
çakıyor!
Yahu sizin vicdanınız nerede arkadaş?
Tek idiali, tek hayali gelecek nesilleri yetiştirmek olan bu
insanlara azılı suçlu muamelesi yapmak da neyin nesi?
Onları mecburi göçlere zorlamak, gözden ve gönülden ırak yerlere
postalamak, aile birliğini altüst etmek.
Bu insanlar ne suç işledi?
Bari suçlarını söyleyin de lanetleneceklerse, biz de
lanetleyelim!
Yok eğer suç işlemedilerse bu çılgınlığı durdurun!
Milli Eğitim Bakanı bütün gücünü, tüm hızıyla birleştirmiş,
"Bu kararlar, ya uygulanacak ya da uygulanacak"
buyruklarıyla ve yakarak, ve yıkarak ilerliyor!
Eğitimci olmak bir gönül, bir sevda işidir.
Burada daha önce örneğini verdim.
Dünyanın en ücra köşelerindeki, Kenya'daki, Endonezya'daki
"Türk Okulları"na giden ve dünya çocuklarına
Türkçe öğreten öğretmenler emirlerle, buyruklarla, talimatlarla
terketmiyor evini ocağını...
Onları oralara savuran şey içlerindeki o öğretmenlik sevdası...
Bunu bilmiyor, anlamıyor.
Hale bakın ki ülkenin Genelkurmay Başkanı bile olayın vahameti
üzerine ayaklanıyor, "Sayın Dinçer; Aldığınız bu karar
sıkıntılı. Eşleri Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapan kişilerin
bu durumu bizi bile çok zor durumda bıraktı. Lütfen bu kararı
gözden geçirin" diyor.
Hale bakın ki, AK Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, kulakları tırmalayan
feryatlara daha fazla tahammül edemiyor ve "Bu çok ciddi
bir sorun, yanlış bir karar? Bu durumunuzu masaya
getireceğim" diyor.
Ve hale bakın ki, Milli Eğitim bakanından "Oynuyor mu,
avutuyor mu, uyutuyor mu belli değil" dedirten bir cevap
geliyor:
"Bakarız.."
"Benim gibi düşünmeyene, benden veya bizden olmayana hak
tanımam" alışkanlığının, bakanın iliklerine kadar
işlediğinin delilidir "Bakarız" sözü!
28 Şubat'ta alınan yenilginin asla unutulmadığının ve
affedilmediğinin belgesidir bu tavır!
Yazının başında, "Bu eğitim sisteminden ne öğretmen, ne
öğrenci, ne de veli memnun. İsyan sert ve kızgın rüzgarlar gibi
esiyor" demiştim.
"Biz halka rağmen kararlar almayız" diyen
Başbakan'ın kulakları çınlıyor mu acaba?