Takvim Gazetesi Genel Yayın Müdürü Oğuzhan Beyaz, nasıl kalp krizi geçirdiğini, yaşam savaşını ve gittiği hastanede yaşadığı inanılmaz rezaletleri yazdı.
Abone ol
Ölümle yaşam arasında geçen kritik dakikalar... 5 Ekim tarihinde, hayatımın en acı tecrübesini yaşadım ve KALP KRİZİ geçirdim... Ölümün kıyısından döndüm ve bu olaydan alınacak birçok ders olduğuna inanıyorum. Lütfen yaşadıklarımı dikkatle okuyun. Kalp krizi bir gün sizin de kapınızı çalmasın. Değerli TAKVİM okurları... Bir gün böyle bir yazı yazacağımı asla düşünemezdim. Başka bir hastalık başıma gelseydi, şaşırtıcı olmazdı benim için. Fakat KALP KRİZİ geçireceğim aklımın ucundan geçmezdi. Neden mi? Yaşım 38... Yemesine içmesine çok dikkat eden biriyim. Fazla kilom yok. Kronik bir rahatsızlığım yok. Ailemizde ırsi bir kalp sorunu yok. Hayatım düzenli, uçlarda yaşamıyorum. Günde 1 paket sigara dışında kötü alışkanlığım yok. Mesleğimin gereği olan stres ve aşırı çalışma dışında kalbimi yoracak, beni yıpratacak hiçbir şey yok! Bu kadar yoklar içinde geçirdiğim KALP KRİZİ, size de şaşırtıcı gelmiyor mu? Demek ki değerli okurlarım, hiçbir belirtisi ve şüphesi olmasa dahi KALP KRİZİ geçirmek mümkün. Sayfada fotoğraflarını gördüğünüz gencecik insanlar, benim kadar şanslı değildi. Onları yakın zamanda ani kalp krizlerinden kaybettik (Allah rahmet eylesin). Artık kalp krizi genç-yaşlı dinlemiyor. Hiç beklenmedik bir anda, hayat kapımıza dayanıyor... Bu yüzden, yaşadığım acı deneyimi sizinle paylaşmak istiyorum. Allah korusun sizin de başınıza böyle bir şey gelmemesi için, başıma gelenlerden alınacak çok ders var... 5 Ekim günü, benim için sıradan bir gündü. Saat 18.30 gibi, gazetenin baskıya gireceği sıralarda, biraz bunaldığımı hissettim. Gazeteden çıkıp, yürümeye başladım. 15-20 dakika sonra, her iki omzum birden sancılanmaya başladı. "Soğuk almış olmalıyım" diye düşünürken, her geçen an ağrı şiddetleniyordu. Daha sonra ağrı göğsüme indi. Nefes almakta zorlanmaya başladım. Yolun kenarına çöküp, ağrının geçmesini bekliyordum. Ancak tam aksine giderek şiddetleniyordu. Dayanılmaz bir hal almıştı. Bu arada, sağ kolumda da uyuşma başladı. Daha evvel hiç yaşamadığım ve tanımadığım bu ağrı ve uyuşma, dakikalar geçtikçe korkunç bir hal alıyordu. "KALP KRİZİ GEÇİRİYORUM" diye düşünmeye başladım. Hemen telefona sarılıp, gazetede beni bekleyen sevgili dostum Hakkı Yalçın'ı aradım. - Durumum çok kötü. Kalp krizi olabilir! - Vakit kaybetme, hemen bir arabaya atla ve Şişli Etfal'e git. Biz de oraya geliyoruz. Derken, bir araç aramaya başladım. Fakat ne mümkün. İş çıkış saatiydi. Trafik berbattı ve taksilerin hepsi doluydu. Can havliyle kendimi arabaların önüne atmaya başladım. İnsanlık ölmüş müydü ki, tek bir araç bile durmadı. Vicdanlı olduklarını düşündüğüm kadın sürücülerin, yolun ortasında kıvranan benim yanımdan direksiyon kırarak geçmelerini ömür boyunca unutmayacağım. Umarım, bir gün zora düştüklerinde aynı durumla karşılaşmazlar. Ağrılar öylesine bir hal almıştı ki, gözyaşlarıma engel olamıyor, ağlıyordum. Araçtan umudumu kesmiştim. Ne düşüneceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Yolun kenarında bir şeye yaslanıp kaldım. O şey benim hayatımı kurtaracak araçmış, haberim yokmuş. Bir delikanlı, yaslandığım minibüsün camından kafasını çıkartıp; "Hayırdır abi. Bir şeyiniz mi var?" diye sorduğunda, can havliyle "Kalp krizi geçiriyorum" diyebildim. O delikanlı, beni hemen aracına bindirip, hızla Şişli Etfal'e götürdü. Kendisini tehlikeye attı, ters yollara girdi, beni hastaneye yetiştirdi (O genç adama bir ömür boyu dua edeceğim). Şişli Etfal'in acil servisine girdiğimde, yaşam savaşımın en trajedik dakikaları başlamıştı. Bir hastabakıcı, ağrıdan kıvranan, hüngür hüngür ağlayan, ayakta duramayan bana, neyim olduğunu sordu. "Kalp krizi" dediğimde, "Geç şu odaya bekle" cevabını aldım. Ben beklerim de, ölüm bekleyecek miydi? Acildeki kapısız odaya girip, kendimi sedyenin üzerine attım. Bir yandan, "Ölüyorum" diye feryat edip duruyordum. Ama kimin umurundaydı. İnanılmaz bir şeydi. Görevliler, bırakın müdahaleyi dönüp bakmıyorlardı bile. Yokmuşum gibi davranıyorlardı. Konuşmaya bile mecalim yoktu artık. Can havliyle, ilk aklıma geleni yaptım. Tutmayan kollarımla, son bir gayretle cebimden telefonu çıkarttım ve Aydın Ayaydın'ı aradım. - Abi kalp krizi geçiyorum. Şişli Etfal'deyim ama kimse bakmıyor. Beni öldürecekler! - Hemen Alman Hastanesi'ne gidin. Ben gerekeni yapıp geliyorum. Tam o anda, Hakkı Yalçın, sanatçı dostum Emirkan ve muhabirimiz İsmail Bayrak'ı başucumda gördüm. Beni hemen sırtlayıp, arabaya götürdüler. Tam kapıdan çıkarken, bir hastabakıcının seslendiğini duydum; - Doktor seni yan binanın 3'üncü katında bekliyor! Hep haberlerini yaptığımız, manşetlerimizde sertçe eleştirdiğimiz "Türkiye'de insan hayatının değersizliğini" bizzat yaşıyordum. Hala aklım-mantığım almıyor. Ölmesi an meselesi olan birine reva görülen muameleye bakın. Kalp krizi başlayalı 1 saat olmuştu ve hiçbir müdahale yapılmamıştı (Müdahale edilmediğinde, kalp krizinin ortalama yarım saatte öldürdüğünü hatırlatmak isterim). Orada hayatımı kaybetseydim, ölüm sebebim ne olacaktı? Kalp krizi mi, ilgisizlik mi? Yazı: Oğuzhan Beyaz Kaynak: Takvim Gazetesi