BIST 9.360
DOLAR 34,56
EURO 36,30
ALTIN 2.999,61

Ölüm Orucu Bir Tür Şiddet Midir?

 

Cezaevlerinde mahkumların, taleplerinin gerçekleşmesi için ölüm orucuna başlamalarından beri tehlikeli eşik çoktan aşıldı. Tabi, bırakın ölüm orucu ve onun aracılığıyla istenen taleplerinin tartışılmasını, geçtiğimiz süreç boyunca “ölüm orucunda olan toplam mahkum sayısından, bunun bir blöf olduğuna, oradan ölüm orucunun kaçıncı gününde olunduğuna” kadar bir çok konu, siyasetin farklı kesimlerince spekülasyon konusu haline getirildi. Yani Türkiye’deki geleneksel politika yapma enstrümanları, siyasal partilerce gayet iyi çalıştırılmış oldu.

Açlık grevlerinde herhangi bir mahkûma en ufak bir zararın gelmesini vicdan sahibi hiçbir insan istemez. Hele acılarımız bu kadar tazeyken; yeterince insanını bu yolda feda etmiş bir toplumda, kim daha fazlasını isteyebilir ki?

Tüm bu süreç boyunca, açlık grevlerinin sebebi olan talepler tartışılırken “bir hak arama yöntemi olarak açlık grevinin kendisi ve onun meşruluğu” tartışması oldukça eksik kaldı.

Kürt Siyasal Hareketi, baskın egemen güce karşı kendini var etme yolunu, yerel isyanlar, yerel örgütlenmeler ve özellikle 80 sonrası devlete karşı aktif silahlı mücadele ile gerçekleştirdi. Böylelikle Kürt Siyasal Hareketi’nin perspektifinden baktığımızda; silahlı mücadele vermenin, talepleri hükümetlere kabul ettirmeye ve uygulatmaya, ayrıca hareketin meşruiyetini tanımalarını sağlamaya yarayan uygun bir araç olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Bunları göz önünde bulundurduğumuzda; şiddeti bir araç olarak kullanma ve şiddete şiddetle cevap verebilme alışkanlığına sahip üst düzey yönetim kadrosunun varlığını da söylemek mümkün. Yani “meşru bir şiddet kullanımı” algısı, yaygınlaşmıştır.

İşte asıl çözmemiz gereken konu, sorunun her iki aktörünün de sahip olduğu  “meşru şiddet algısı” ve buna bağlı olarak “ölüm üzerinden kurulan politikalar”dır. Peki, bu şiddet kullanımı algısını, ölüm oruçlarına bağlayabilir miyiz?

Ölüm orucu 1889’da Çarlık Rusya’da, sonra da yüzyılın başında İngiltere’de oy hakkı isteyen kadınların cezaevinde greve başlamasıyla yaygınlaşan bir protesto şeklidir. Kazanırsınız ya da kaybedersiniz ama ölüm orucu, talebin karşılanması doğrultusunda, insan bedeni üzerinden oynanan bir tür kumardır. Cesaretle söylenmesi gereken bir söylem var ki o da, bu protesto şekli, bombalı eylemlerle ya da silahlı çatışmalarla devleti köşeye sıkıştırmaya çalışmaktan farklı değildir. Ulaşılmak istenen amaç ne kadar önemli olursa olsun,  yöntemin kendisi beklentilerin karşılanması için topluma karşı uygulanan bir tür şiddettir. Yani, Kürt sorununda karşılıklı olarak şiddet ve ölüm üzerinden politika üretme alışkanlığı, sorunu çözmede bir yöntem olarak kullanılan ölüm orucunda da kendini bir kez daha hissettirmiştir.

Gelinen noktada hem Kürt siyasal hareketi hem de devlet, şiddeti meşru bir güç olarak görmekten vazgeçmeli ve bu alışkanlık, artık son bulmalıdır Çünkü tıpkı öncekiler gibi, bu şiddet algısı sürdükçe gerçekleşecek yeni ölümler için bundan on yıl sonra, “yok yere öldüler” diyeceğimiz açık. Bundan sonra, ölmeden yaşayabilmeyi öğrenmekten başka çaremiz yok.

Ayrıca ölüm orucu talepleri kabul ettirmek için bu denli saygın ve meşru bir yol ise, hiç vakit kaybetmeden cezaevindeki tüm siyasi suçlular, hatta Aleviler, şiddet gören transseksüeller, sevdiğine kavuşamayıp onunla evlenmek isteyenler, yani herkes bu yola başvurmayı denemekten çekinmemelidir. Tabi, ironik olarak bahsettiğim bu örneklerde, amacım kesinlikle cezaevlerinden gelen talepleri küçümsemek değil. Ama talepler kadar, şiddetin ve ölüm orucunun meşruluğunu tartışmak, sanıyorum ki Kürt sorununa ve barışın sağlanmasına daha fazla katkı sunacaktır.