Radikal 2 yazarı Pakize Barışta bir okur olarak köşe yazarlarından beklentilerini sıraladı. Barışta, Hıncal Uluç'un şahsından hareketle 'kusurlu yazarları' tarif etti.
Abone olSezen Aksu-Hıncal Uluç polemiği medyadaki pekçok yazarın ilgi odağı olmaya devam ediyor.
Radikal 2'de akademik yazılar kaleme alan Pakize Barışta, aynı zamanda bir okur olarak köşe yazarlarından beklentilerini yazdı.
Radikal 2 yazarı, Hıncal Uluç'un köşeyazarlığından hareketle basında filizlenen yeni köşe yazarlarının bir bakıma fotoğrafını çekti:
'Kusurlu medyacı'
Köşe yazısının yükseldiği arazinin gerçek sahibi kimdir aslında? Ne köşe yazarıdır ne de gazete patronu bence, köşenin sahibi okurdur yalnızca. Gazete, okura bir alan tahsis eder, yani fiziki bir ortam sağlar. Okur da vekaleten yazarını oturtturur oraya ve bu işlemi de okur adına gazete yönetimi yapar elbette. Köşe yazarı, vekaleten bulunduğu köşesinde, ne kendi adına ne de gazetenin patronu adına değil, okur adına kalem oynatır. Bir köşe yazarının gazete adına gözeteceği tek şey, o gazetenin okurla ilişkisinde ürettiği ana konsept ve meslek etiği olmalıdır.
Bir okur olarak benim değerlerimle, köşe yazarının değerleri buluşup, yeni değerler üretebiliyorsa, yaratabiliyorsa şayet, köşe yazarı görevini yapmış olur diye düşünüyorum. Ben de okur olarak vekilimden, yani o köşeye oturtmuş olduğum yazarımdan nasiplenmiş olurum böylece. Bu aslında diyalektik bir süreçtir ve kendi etiğini de, kendi içinde taşır. Yeter ki, bu döngü suistimale uğramasın. Ne var ki, bu döngü iki yönden suistimale uğrayabilir aslında. Bunlardan biri 'gazete erk'inin kendi özel çıkar dayatması sonucu köşe yazarının kalemini satmasıyla olur, diğeri ise köşe yazarının vekaleten bulunduğu köşeyi kendi kişisel markası için kullanmasıyla. Tabii ki süreçler doğru işlediğinde, hak edilmiş marka inşaatları geçerlidir. Yani gazetenin marka gücünün artması, köşe yazarının itibarının markalaşması ve aynı zamanda okurun toplumsal itibarının da markalaşması (örneğin, okurun bir elçisi konumunda bulunduğu gazetesiyle olan aidiyet ilişkisi), doğal bir hak ediştir. Medya itibar zedelenmesine uğradığında, kimi zaman bu zedelenme, patronun çıkar baskıcılığından ziyade, köşe yazarının kendini köşe sahibi olarak algılayıp, köşe alanını kendi kişisel marka inşaası olarak kullanmasından oluyor.
Bazen, köşe yazarının kendini markalaştırmasında en kolay ve verimli yol ise, başka alanlardaki marka ya da markalara saldırmak gibi görünüyor. Özellikle bireysel markalara saldırmak en etkili ve kestirme yol gibi geliyor kimilerine. Okur ise, özünde bu yolu benimsememekle birlikte bir süre için etki altında kalıyor ve böylece 'kusurlu medyacı'nın amacına ulaşmasına ve serpilmesine katkı sağlıyor.
Okura zarar
Bu da doğal olmayan bir süreç ve kendi 'etiksiz'liğini de kendi içinde taşıyor haliyle. Bu sürecin sonunda, köşe yazarı artık 'kusurlu' bir medyacı ve 'kusurlu' bir marka sahibi oluyor. Ve tabii saldırganlığı da artık medya sektörüne ve dolayısıyla o sektörün 'iş ortağı' olan okuruna zarar vermeye başlıyor. Bu konudaki son örnek, Hıncal Uluç'un Sabah'taki köşesinde, Sezen Aksu için, sadece acı vermek ve yaralamak amacıyla yazıldığı apaçık belli olan yazısıydı.
Köşe yazarı Hıncal Uluç, Sezen Aksu'nun, yaptırttığı iğnelerle (botoks kastediliyor, sonradan "ben kortizonu ima etmiştim" diye savundu kendini ve biz de inandık tabii...) yüzünü bozduğunu ve plastik bir maske haline getirdiğini, konserlerinde ise seyircisinden ışık oyunlarıyla kendini sakladığını fütursuzca yazmakta bir sakınca görmedi. Neticede köşesi olan yazıyordu. Burada ima edilen, izleyicilerine hiç yalan söylememesiyle bilinen Sezen Aksu'nun, botoks yüzünden artık eskisi gibi güzel olmadığı, üstelik bunu ışık oyunlarıyla saklayarak sevenlerini kandırdığı, yani bu konuda dürüst ve şeffat davranmadığı idi. Doktorunun da açıkladığı gibi Sezen Aksu'nun yüzü, dört yıldan beri savaştığı çok ciddi bir hastalığın tezahürü sonucunda şişmişti aslında. Bu arada hangi botoks ya da estetik müdahale, insanın yüzünün dört yıl süresince şiş kalmasını sağlayabilir bunu da merak etmiyor değilim. Bilindiği gibi 'botoks'un etkisi sadece birkaç ay sürer ve bu yüzden de her altı ayda bir tekrarlanır. Diyelim ki yaptırttı. Baktı ki güzel olmadı, altı ay sonra etkisi geçince bir daha yaptırtmaz, olur biter. Bu arada Sezen Aksu'nun bu hastalığın bir tezahürü sonucu ayak bileğinin de şiştiği ve yıllardır sahneye bileklikle çıktığını bilmeyen yok gibi. Peki ayak bileğine de mi botoks yaptırttı ki, aynı şişlikten orada da mevcut?
Tabii bir de şu var; Aksu'nun konserine giden herkes bilir ki, söz konusu köşe yazarının ileri sürdüğü gibi, konserlerinde yüzünü saklamak amacıyla yapılmış hiçbir ışık oyunu yoktur. Aksine sahne fazlasıyla aydınlıktır ve sanatçı ikide bir halkın arasına karışıp, onlarla konuşur, kendisine dokunmalarına ve sarılmalarına izin verir.
Yani anlaşılan, ne köşe yazarı Hıncal Uluç'un ileri sürdükleri ne de daha önce başka ve benzer köşe yazarlarının iddia ettikleri gibi Sezen Aksu'nun -botoks ya da benzeri estetik hiçbir müdahale yaptırtmadığı ortaya çıktı (kaldı ki, yaptırsa bile bundan kime ne, bu da ayrı bir husus).
Başkasının markasından kendi markasına yarar sağlamak, bazı köşe yazarları için tatlı bir alışkanlık halini almaya başladı. Hiç kimse, kimsenin fiziğini, görünüşünü, inançlarını ve duygularını konu edip, saldırıda bulunamaz; ama üretimini, yaratıcılığını ve toplumsal davranışlarını pozitif bir platformda -yok etmeden, yıkmadan, uygarca eleştirebilir. Özellikle bu kişi Sezen Aksu gibi toplumun kabul ettiği bir marka ise ve marka duygusu toplum tarafından paylaşılıyorsa, insanın doğası ve özüne ilişkin hususiyetlerine yapılan bu tür bir saldırı aynı zamanda topluma da yapılmış olur ve bu gibi durumlar medya sektörünü de itibar erozyonuna uğratır.
Ortak akıl
Toplum da, medya da, artık 'kusurlu medyacı'lardan arınmak zorunda bence. Sektör bu konuda direnirse şayet, okur haklarına giren bu durumun, sivil toplum kuruluşları tarafından ele alınıp, düzeltici bir baskı unsurunun eninde sonunda oluşturulacağına inanıyorum. Zira her bilinçlenme yeni bir örgütlenme anlayışına yol açar. Aynı şekilde her örgütlenme de yeni bilinçlenmelere fırsat verir. Sezen Aksu olayı, yeteri kadar üzerinde durulabilirse, medyanın 'kusurlu medyacı'lardan kendi iradesiyle kurtulmasını sağlayabilir. Ben bir okur olarak; dördüncü kuvvet olan medyanın bu toplumsal yarası daha da derinleşmeden, medyanın iş ortakları olan okurlara, aydın kesime, gençlere, STK'lara, medya sektörünün örgütlerine, ortak akıl ve duygu platformunda çözüm üretecek naçizane bir çağrıda bulunmak istedim.
Köşe yazarı Hıncal Uluç bu tarzıyla, Aksu markasının ticari itibarını da zedelemiş oluyor. Ve zedelenen pay, Uluç'un kendi markasına bir katma değer olarak geçmiş bulunuyor. Tabii ki, bir yama olarak... Son dönemde medyada bu tip 'kusurlu' yazarlık anlayışı sık sık karşımıza çıkıyor.
Yazı: Pakize Barışta
Kaynak: Radikal 2