Oktay Yıldırım TSK’yı tasfiye hareketini yazdı
Ergenekon Davasının ilk tutuklanan sanığı olan ve 7 yıla yakın bir süre tutuklu kalan Oktay Yıldırım, bu kitapta TSK’ya düzenlenen kumpası anlatıyor.
Abone olErgenekon Davasının ilk tutuklanan sanığı olan ve 7 yıla yakın bir süre tutuklu kalan Oktay Yıldırım, bu kitapta TSK’ya düzenlenen kumpası anlatıyor.
Türk Ordusu Erkeklerle Savaşır Ama...
Türk ordusu ilk kez böyle bir saldırıyla karşı karşıya kalıyordu. Ergenekon davalarının duruşmalarından birinde gazi üsteğmen Serdar Öztürk bu durumu çok çarpıcı şekilde ifade etmişti. Gazi üsteğmen şöyle demişti: “Türk ordusu her koşulda her türlü düşmanla savaşabilecek bir ordudur ama erkeklerle savaşmak için eğitilmiştir. İb..lerle savaşmayı bilmez.”
TSK’ye şok dalgası
Sözgelimi Türk milletinin yıllardır en güvendiği kurum olan Türk ordusunun komutanları hakkında bir anda ortaya atılan, “kaçakçılık, casusluk, fuhuş, camileri vurmaya çalışmak, kendi uçağını düşürmek, kendi askerini öldürmek, rüşvet almak, cinayet işletmek, PKK’ya yardım etmek hatta bu örgütü yönetmek” gibi suçlamalar o güvenin yıkılmasına neden olur. Bir anda başlatılan mahkemeler, haberlere konu olan elleri kelepçeli askerler, tek yanlı bir medya bombardımanı algıyı değiştirir. İyiler bir anda kötüye dönüşür:
“Meğer yıllardır bize anlattıkları ‘biz vatanı koruyoruz’ lafları yalanmış, meğer ‘mücadele ediyoruz’ dedikleri terörü de bunlar besliyormuş, meğer namusumuzu emanet ettiklerimiz fuhuş ve casusluk yapıyorlarmış...”
İşte düşünsel deprem ve şok dalgası budur. Her sabah bu suçlamalarla basılan karargâhlar ve evler, tutuklanan askerler, gerici ve neredeyse içgüdüselleşmiş bir kabul gerekçesinin oluşmasına neden olur: “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, hepsi de yalan değil ya canım...”
“Ulus Devletin Zamanı Geçti” Diyen Komutan Olur mu?
Türk ordusu, varlığına yönelen emperyalist tehditleri süngüsüyle geri püskürtmüş bir ordudur. Savaşmadan teslimiyet anlamına gelen manda tekliflerini reddederek egemenliğini savaş alanlarında dövüşerek elde etmiştir. Daha önemlisi, anlamını idrak edemediği için ya da manda altında yaşamak daha kolay geldiği için bu savaşa gönülsüz olanları da zorla dahil etmiştir.
Bugün karşı karşıya olduğumuz tehdit bundan çok daha kapsamlı ve donanımlıdır, çünkü tehdit olarak görülmemektedir. 1991 yılından sonra NATO’nun değişen stratejisi Türkiye’yi de tehdit eder hale gelmiştir ama tehdit olarak kabul edilmemektedir. Tehdit edilen, Türkiye’nin rejimi ve milli yapısıdır, ama farkına varılamamakta, başı sonu belli olmayan bir demokrasi kavramının arkasında gizlenmektedir. Türkiye, daha doğru bir deyişle Türkiye’nin bu tehdidin farkına varan kısmı, bu süreçte iki seçenekle karşı karşıya gelmiştir: Ya küresel iktidara boyun eğecek ve kendisinden beklenen istikamette dönüşecek ya da milli yapısını korumakta ve uluslararası ilişkilerini bu yapının sınırları içinde belirtmekte kararlı olacaktır.
TSK Cumhuriyet’ten ve ulus devlet yapısından taraf olduğunu defalarca ilan etmiştir. Yapısı böyledir, bu şekilde kurulmuştur, bu onun varlık nedenidir.
Bu nedenle hukuk dışı operasyonların ve yıpratma-karalama kampanyalarının hedefi olmuştur. Bu süreçte AKP’nin adeta ABD’nin emrinde şekillenen teslimiyetçi politikaları ne yazık ki bazı komutanlar tarafından da desteklenmiştir. Hilmi Özkök’ün, ulus devletlerin zamanının geçtiği yönündeki beyanı bu duruma tam bir örnektir. Bu o kadar büyük bir çelişkidir ki, ordunun varlık nedenini ortadan kaldırmaktadır. Ordu, Türk toplumunun ulusal varlığını, ulusun bölünmez bütünlüğünü, topraklarını korumak için vardır, ama başındaki komutan ulus devletlerin döneminin kapandığını söylemektedir. Bu düşünceyi destekleyenlerin bazıları ideolojik körlükten, bazıları da ikbal hırsından dolayı bu fikrin yıkıcılığını görmemekte ya da umursamamaktadır.
Aslında bu tip devlet adamlarının tutumlarını “boyun eğmek” olarak tanımlamak doğru değildir. Boyun eğmek bir dayatma karşısında olur, oysa burada dayatma değil gönüllü bir fikir ortaklığı vardır.
İdeolojik Kireçlenmenin Nedenleri
İdeolojik kireçlenme dediğimiz olgu sadece ordu kadrolarına mahsus değildi. Ulusumuzun ve devlet bürokrasisinin içinde bulunduğu genel bir hastalıktı.
NATO sürecinden sonra bütün toplum katmanlarında oluşturulan anti-Sovyet ideoloji ve buna karşı oluşan cephe biliniyor. Her iki taraf da tam bağımsızlık ideolojisinin dışında fikirler savunabiliyorlardı. Bu kısır ve acıklı bir çatışmaydı aslında. Bir taraf Amerika’nın uydusu olmayı savunurken, karşı taraf için kurtuluş bütün egemenlik haklarını SSCB’ye teslim etmekti. Her iki cephede de tam bağımsızlığı savunanların sesleri silah zoruyla bastırıldı.
Yıllar boyunca devam eden ve kanlı sokak çatışmalarına neden olan bu saflaşma, 12 Eylül 1980’de son buldu. Türkiye’yi 1980’e getirmenin suçu bu saflaşmaya yüklendi. Bundan sonrası adeta Amerika’nın egemenlik dönemiydi. Ayırt edilebilmeksizin, bir ideoloji sahibi olmak adeta suç sayıldı. Kabul gören tek ideoloji, ilgisizlik NATO’ya bağlılık ve Amerikan yandaşlığıydı.
OKTAY YILDIRIM KİMDİR?
28 Mayıs 1971 Elazığ doğumlu. Aslen Erzurumlu. Orduda uzun süre Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde astsubay rütbesiyle görev yaptı. Evli, Aybüke ve Orhun Efe adında iki çocuğu var. Görevi gereği yaptığı bir paraşüt atlayışında sol bacağından ağır bir sakatlık geçirdi, tedavisinden sonra görevine döndü. 1999 yılında Şemdinli’de görevdeyken, aynı sakatlık tekrar etti. Uzunca bir süre tedavi gördükten sonra 2005 yılında TSK harp malulü olarak emekli oldu. Emekli olur olmaz, Yeni Hayat dergisinde yazmaya başladı. Özellikle Yeni Hayat dergisi, www.acikistihbarat.com, www.kuvvvaimilliye.net başta olmak üzere birçok internet sitesinde çok sayıda politik makale yazdı. Hükümete karşı muhalif protestoların sürekli ön safl arındaydı.
Ergenekon Davası’nın ilk tutuklanan sanığı olarak; Ergenekon savcıları tarafından Ümraniye’de bulunduğu iddia edilen bombalar... Şemdinli iddianamesini protesto etmek...Milli Şehit Kaymakam Kemal Bey’i anmak... “Türkler Pontus soykırımı yaptı” iddialarını protesto etmek... Fransa’da çıkarılmaya çalışılan “Ermeni soykırımı” yasasını protesto etmek... Türkiye’nin AB üyeliğine karşı etkinliklerde bulunmak...Orhan Pamuk’un, “Türkler bir milyon Ermeni’yi ve 30.000 Kürt’ü öldürdü” şeklindeki sözlerinden dolayı yargılandığı davaya müdahil olmak... 20 Temmuz Gaziler Günü yürüyüşüne katılmak gibi nedenler ileri sürerek “Ergenekon terör örgütünün üyesi” olmak nedenleriyle 7 yıl tutuklu kaldı.
Ergenekon mahkemesi 34 yıl 10 ay hapis cezası verdi. Mahkemedeki son sözü “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” oldu. Hapisteyken Aydınlık ve Teori dergilerinde yazmaya devam etti.
Yayımlanmış kitapları şunlardır:
Ergenekon Bombalarının Sırrı, Kaynak Yayınları, 2010.
Savaşmadan Kaybetmek / Türkiye’nin Silahsız İşgali, Kaynak Yayınları, 2010.
Mehmetçik / Tarihsel ve İdeolojik Kökeni, Kaynak Yayınları, 2011.
17 Mayıs 2006-9.45 / Bir Suikastın İ.yüzü, Kaynak Yayınları, 2013.
KUMPASTAN DİRİLİŞE
Oktay Yıldırım
Destek Yayınları
343 syf.
22 TL