Yurt Gazetesi'nden Derya Demir, yeni projeler için hazırlıklarını sürdüren Oktay Kaynarca'yla Türkiye gündemini konuştu.
Abone olKurtlar Vadisi'nde belinde silahıyla yer altı dünyasının ağır ağabeyi Çakır rolüyle ününe ün kattı, adeta fenomen oldu.
Adanalı Yavuz'la suçlulara göz açtırmayan cesur yürek sırtında ceketi, elinde tespihi ile en son Ustura Kemal olarak çıktı karşımıza.
Yurt Gazetesi'nden Derya Demir, yeni projeler için hazırlıklarını sürdüren Oktay Kaynarca'yla Türkiye gündemini konuştu.
Barış süreciyle ilgili açıklamalar yapan Oktay Kaynarca'nın Kürtlerle ilgili sözleri çok anlamlı: "Yıllarca Kürtler'in ne istediğini sormadınız denildi. Ne istiyorlar ben bugün bile bilmiyorum.. "
Kaynarca dün de tvitter üzerinden çözüm sürecini ve İmralı ile görüşmeleri eleştiren sözlere imza atmıştı. O haberi okumak için tıklayın
Söyleşi: Derya Demir
Türkiye barış sürecini konuşuyor. Hükümet PKK ve Öcalan'la masaya oturdu. PKK'ya taviz mi verildi. Bu tartışmanın neresindesiniz?
Ben ulusalcı kanatta duruyorum. Ben meseleye iki taraflı bakıyorum. Çok sert bakmıyorum ama çok yumuşakta bakmıyorum. Bu çekilme süreci ile ilgili yaşananlar bana komik geliyor. Ülkemiz içerisindeki teröristelere resmen deniyor ki, şu tarihe kadar çekileceksiniz, silahlarınızı bırakacaksınız ve gideceksiniz. Bana mantık dışı geliyor. Zaten bu adamların birçoğunun cebinde T.C vatandaşlık kimliği var. Bu adamlar bye bye dedi, sınır dışına çıktı, ama bu kez başka bir yerden Türkiye Cumhuriyeti kimliği ile geri geldi. Ne yapacağız peki. Şimdi ne değişti. O adam eskiden elinde silahla dağda oturuyordu, şimdi de silahını bir yerde saklayacak ve köy kahvesinde gazete okuyacak. Tuhaf bir durum. Bu ne garip bir oyun. Terörizmin, saldırganlığın, silahla birşeyleri değiştirme bilincinin ödüllendirildiği anlamına gelmiyor mu bu yaşananlar. Adı barış süreci olan herşey benim ilgimi çekiyor. Kanla imtihan edilmemek doğrultusunda yapılabilecek herşeyin yanındayız.
Kürtler bu süreci bir zafer olarak değerlendiriken Türklerde bir yenilmişlik havası hakim. Siz ne hissediyorsunuz?
Neden yenilmiş bir ülkenin vatandaşı gibi hissediyorum kendimi bilmiyorum ama umarım yanılıyorum. 30 yıldır bu memleket savaşıyor. Savaşın biçimi de yanlış. İki tarafa da şu anlatılmalıydı. Ne için savaşılıyor farkında mısınız. Büyük resmi görün önce. Orduyla, polisle savaşanlar sadece teröristler değildi. Onların da piyon olduğu başka bir resim vardı ama onlar da ne için savaştıklarını göremediler. Onlar da bir takım tuhaf duygularla dağa çıkarılmış insanlar. Net gerçeği masaya yatırdığımızda ortaya şu durum çıkıyor. Biz manyak mıyız. Biz birbirimizi ne için öldürüyoruz. Bizim birbirimizi öldürmemiz için ortada bir sebep yok. Bir sorun varsa eğer o da ekonomiyle alakalı. Terörün bir Türk-Kürt meselesine dayandırılıyor olması bence büyük bir safsata. Sadece bu değil, bu işin yüzde 60-70'i ekonomiyle ilgili. O bölgede ekonomik anlamda yetersizliklerden kaynaklanan sorunlar, kayıt dışı ekonomi, uyuşturucu ekonomisi büyük bir etken olmaya başladı ve işin içinden çıkılmaz bir hal alınca kontrol elden gitti.
Akil insanlar listesinde olmak ister miydiniz?
Hayır. İstemezdim. Hülya Avşar doğru bir karar vermiş listeye girmemekte. Bu iş sivil toplum örgütleri ile halledilebilir. Akil insanlar şu anki politikayla birebir örtüşen düşünce yapısına sahip olmalı ki akil adamlığı yerine getirebilsin. Sesiniz biraz farklı çıkarsa listenin dışında kalırsınız. Bu süreci hükümetin dilinden anlatabilecek insanlara bu görev verilmiş. Hükümetin şu anda masaya koyduğu çözüm birebir akil adamlar listesiyle paralel ise o zaman doğru bir yaklaşım. Niye sesi farklı çıkan birini listeye koysunlar ki. Ben olsam bende sokmam. Bu dönemde tek seslilik şart haline geldi. Bu çözüm belki de bizim de tahmin etmediğimiz şekilde onların ortaya koydukları doğrultuda da çözülebilir. Önemli olan bundan sonrasını doğru planlayabilmek.
Barışın gelebileceğine inanıyor musunuz?
Barış zaten gelirdi. Barışın gelmemesi için bir neden yoktu ki. Zamanında Türk, Kürt, Rum, Çerkez, Laz kim varsa çok sesli bir akil adamlar grubu oluşturulabilseydi zaten ülke bu noktaya gelmezdi. Çok güzel bir örnek var tarihimizde. Osmanlı bunu daha önce gerçekleştirebilmiş. Amerika Osmanlı'nın sistemini hayata geçirmiş. Hayata geçirdiği dönemde de koskoca bir Amerika Birleşik Devletleri sistemini kurmuş, bir sürü milleti idare ediyor ama sokakta sorun birine, herkes ben Amerikalıyım diyor. İnsanlar haksızlığa uğradılar, cezaevlerinde işkenceler gördüler, ayrımcılık politikaları uygulandı ama bu sadece Kürtlere yapılmadı ki. Bu sağcılar, solcular, radikal dinciler, Aleviler üzerindede uygulandı. Herkes üzerinde yapıldı. Ama hiç kimse eline silah alıp, binlerce militan yetiştirerek dağlara çıkmadı. Alevilerde yakıldı, ezildi. Benim için Alevi diyorlar ama ben Alevi değilim. Ama İstanbul'da doğup, büyümüş biri olarak benim bile bu memlekette Alevilere yönelik ön yargılardan haberim vardı. Biraz memleketinizle ilgileniyorsanız bunları görüyorsunuz. O zaman bu hassasiyet o alanda da gösterilmeliydi. İnsanların bilincinde maalesef “bizden değil” yargısı var. Benim babaannem Zaza'dır. Sülalemin bir tarafı Zaza'dır.
Türklük kavramı yeniden inşa edilmeye çalışılıyor.
Bu ülkede hala ben Türküm demek ve dedirtmek için ölebilecek milyonlarca insan var. Memleket toprakları üzerinde kim kendini nasıl tarif ediyorsa buyursun ama eşit şartlardayız. Bir taraftan da kırgınım, bunun silahla gelmiş olmasına. “Vur gerilla vur, Kürdistan'ı kur” diye bağırdılar yıllarca. Kürdistan da kuruluyor. İmralı'dan ve Kandil'den gelen mesajlar farklı farklı. Bizim kafamızda karıştı hangisine itibar edeceğiz.
Kafanızı karıştıran nedir?
Ergenekon yapılanmasının içinden çıkılamıyor. Önüme konan resim bana adil gelmiyor. Vicdanım sızlıyor. Ne oldu anlamış değiliz. Yıllarca Kürtlerin ne istediğini anlayamadığımız gibi. Yıllarca konuştuk, tartıştık ama Kürtlerin ne istediğini bilemedik ve hala da bilmiyoruz. Ne istiyorsunuz kardeşim. En azından ne istediklerini bilelim. Otonom bir bölge mi, bayrakları ve yönetim biçimleri ayrı mı osun istiyorlar, ne istiyorlar? Ergenekon'da aynı durum. Koskoca paşa İlker Başbuğ, 30 yıldır terörle mücadele eden bu insanların içeride bu durumda olmaları insan vicdanını sızlatıyor.
AKP'ye oy veren kimi sanatçılar neredeyse vatan haini ilan edildi örneğin Halil Ergün?
Kim hangi partiye oy vermek isterse verebilir. Özgür iradeye karışamaz kimse. Halil Ergün CHP'den Beyoğlu Belediye Başkan adayı olmasın rağmen “AKP'ye oy verdim” dediği için eleştirildi. Tuhaflık biraz orada. Halil abiyi severim ama hangi partiye oy verdiğini çıkıp söylemek zorunda değildi, buna gerek yoktu. Siyasi görüşünü belirtebilir ama geçmişle, gelecek arasında bir tezat oluştuğu için tepki çekti diye düşünüyorum.
Sanatçılar neden siyasete karışıyorlar. Neden siyasi görüşünü polemik konusu haline getirecek kadar sivriliyorlar?
Bence gerek duymuyorlar. Ben hiçbir partiye yakın değilim. Sadece ulusalcı olduğumu söyleyebilirim. Bu memlekette uygulanan politikaları kendi düşünce dünyamla bağdaştıramıyorum. Birçok insan da benim gibi.
Türkiye yasaklar ülkesi mi?
Hep böyle olageldi. 12 Eylül öncesi ve ondan biraz daha öncesi belki en özgür dönem o zamandı. Bizim ülkemiz tuhaf bir ülke. Özgürlüklerin doruğa çıktığı anda mutlaka başınıza bir şeyler örülüyor. Darebler, sivil darbeler geliyor. Hükümetlerin dayattığı yasaklamalarla sanki darbe planları çerçevesinde yaşıyor gibiyiz. Bunları toplum olarak bir araya gelip dillendiremiyoruz. Çünkü bilinçlendirilmedik. Sivil toplum örgütlerinin bir ülkeyi yönetebilirliği net bir gerçekliktir ama bizim ülkemizde sivil toplum örgütleri kanaryayı sevenler cemiyeti adı altında faaliyetteler. Ben iktidar olsam bana muhalefet edenin yiğit olmasını isterim. Korkak olmamasını isterim. Benimle ilgili ne biliyorsa söylemesini isterim. Liderliğin en temel özelliği budur. Düşmanını sevmek.
Barış süreci hükümetin bir açılımı. Daha önce açılım adı altında sanatçılarla buluştu Başbakan. Siz de vardınız. Ne gözlemlediniz?
Açılım ile ilgili bir sabah kahvaltısında Başbakan ve sanatçılar buluştuğumuzda yirmi dakikaya yakın bir konuşma yaptım. O toplantıda sezinlediğim tuhaf bir şey vardı. Başbakan ayağa kalkıp sözünü esirgemeden konuşanların gözlerinin içine bakarak onları dinlemeyi seviyor. Ben öyle hissettim. Yetiştiği yerden, aldığı kültürden kaynaklanan bir delikanlı tarafı var. Dik duran adamı seviyor. Bu hoş bir tavır. İnsanların karşısında eğik duran bir Türkiye vardı. Başbakan'ın “one minute” çıkışı beni çok etkiledi. Beden diliyle, konuşma şekliyle kocaman bir rol oynayabilecek bir lider olarak zaman zaman önemli şeyler yaptığına inanıyorum. Keşke Başbakanımız bir padişah kadar kudertli ve kendine güvenli bir şekilde oturup, kalksa.
ÖZEL HAYAT VE DİZİLERLE İLGİLİ NELER SÖYLÜYOR OKTAY KAYNARCA?
SÖYLEŞİNİN DEVAMI BİR SONRAKİ SAYFADA
[PAGE]
En son “Ustura Kemal” adlı dizide gördük sizi, ancak ömrü kısa oldu dizinin. Beğenerek izleyenler az değildi. Neden kalktı?
Bazen öyle oluyor. Bizim de anlamadığımız gibi. Çok emek verdiğimiz bir işti. Ancak yanlış politikalar yüzünden yayından kaldırıldı. Yayın politikasının hatalı oluşundan kaynaklandı. Reytingleri iyiye doğru giderken, dizinin kimyası ile oynadılar. Çinlilerin çok sevdiğim bir atasözü vardır. “Birşey bozulmadıkça oynamayın.” Bizimki de aynen öyle oldu.
Yeni bir dizide görecek miyiz sizi?
Senaryolar yazıyorum, okuyorum. Öyküler okuyorum ve özellikle öykülerden başka projeler çıkarmaya çalışıyorum. Önümüzdeki seneler için projeler biriktiriyorum. Birgün proje aramak yerine cebimizdekileri masaya koyup onların içinden de birşeyler çıkarmak gerektiğini düşünüyorum. Birkaç tane dizi projesi var. Aralarından hangisini seçeceğimize karar vermeye çalışıyoruz. Bunlardan özellikle iki tanesini çok beğeniyorum. Birini seçip bir an önce hazırlıklara başlamamız gerekiyor.
İçinde bulunduğunuz dizilerin senaryoları alışılagelmişin dışında oluyor. Senaryo seçiminde özellikle mi böyle olsun istiyorsunuz?
Elimden geldiğince farklı olması için çalışıyorum. Tek tip oyuncu olmak bir süre sonra kısıtlanmışlık yaratır. Belli bir çerçevenin içinde tutar. Kendinizi geliştiremezsiniz ve olduğunuz yerde kalırsınız. Ondan sonra da oyunculuğun lezzeti kalmaz. Bu iş sevilerek yapılır, sevmezseniz yapmanız mümkün değil.
Zara ile ortak bir program sundunuz. O programla sizin bir türkü aşığı olduğunuz ortaya çıktı. Dinlemekle kalmayıp söylüyorsunuz ayrıca. Düşünüyor musunuz müzik piyasasına bir türkü albümüyle girmeyi?
Biz Doğu kökenli bir aileyiz. Elazığ ve Malatya karışımı bir ailenin ferdiyim. Annemler Almanya'da kaldılar bir süre. O dönem bizi babaannem büyüttü. Babaannem Elazığ'lıdır. Belki de ondan geçti bana. Kardeşlerimde hiç böyle bir ilgi yok. Küçüklükten kulağımda kalan bir şey. Daha sonra da ortaya çıkan bir durum. Lise öğrencisiyken bir yıl Elazığ'da kaldım. Onun etkisi de olabilir. Mümkün olduğu kadar türkülere katılmaya çalışıyorum. Söyleyebiliyor muyum bilemem. Ben yıllarca hep herkes kendi işini yapsın dedim. Ama geçenlerde arkadaşım olan Mazlum Çimen “benim seçtiğim parçaları evde söylermiş gibi yorumla, bizde bunu kayda değer görürsek albüm haline getirelim” dedi. İlerde hatıra kalsın diye albüm yapmak biraz tuhaf olsa da olabilir. Ama profesyonel anlamda albümü rafa çıkarmak başka bir iddia ve ben bu iddianın arkasında olmak istemiyorum. Mazlum “böyle bir iddia yok zaten” dedi. Benim kafam biraz karışık. Albüm olabilir de olmayabilir de.
“NİKAH BEŞ YILDA BİR TAZELENMELİ”
Uzun bir bekarlık döneminin ardından bir anda evlendiniz. Nasıl gidiyor evlilik hayatı?
Uzun bir dönem bekardım ve dediğiniz gibi ani bir kararla evlendim. Evlilik tuhaf bir şey. Uzaktan bakıldığında benim bugüne kadar korktuğum bir durumdu. Çünkü içine girdiğiniz zaman bir takım zorunluluklar ortaya çıkıyor. İlişki evlilikle resmiyet kazanıyor. İşte o resmiyet insanı yoruyor. Ama karşılıklı iki insanın oturup, çözebileceği bir durum ayrıca. İki insan flört ettikleri dönemi evlendikten sonrada yaşatabiliyorsa sorun kalmıyor. Zaten hayatım boyunca ben bekarım, her istediğimi yaparım diye dolaşan bir adam olmadım. İki insanın bir arada olması için evlenme şartı bana göre yok. İki insan aynı süreci birbirine saygı çerçevesinde evlenmeden de yürütebilirler. Ama toplum içerisinde birşeye dönüşebilmek, yaşanan ilişkinin adını koyabilmek için evlilik denen kurum var olmalı herhalde. Ama bana kalırsa nikah beş yılda bir tazelenmeli. Bu insanların hayatında çok şeyi değiştirebilir. Evlilik resmi makamların gözünde iki insanın beraber olduğunun kanıtı ve resmiyet orada başlıyor zaten. İşte önemli olan resmiyeti unutup, eski samimiyeti yaşatmak gerekiyor. Evlilikle ilgili düşüncelerim 20 yaşındaykende aynıydı.
Dizi sektörü çok yorucu diye şikayet ediyorsunuz ama aldığınız paralarda biraz uçuk kaçıyor.
Herkese dışardan bakıldığında laylaylom geliyor. Köşe yazarlarına kadar herkes oyuncuların aldığı paraları konuşuyor. Oysa bir futbolcunun bir yıl içerisinde kazandığı paranın yarısını bile bir oyuncu bu memlekette zor kazanıyor. Bunu gören olmuyor ama. Yıllarını bu işe vermiş, okuyan, çizen, biriktiren oyuncuların aldıkları nedense göze batıyor. Çok genç bir oyuncu da büyük paralar alabilir. Tıpkı çok genç, yetenekli bir futbolcunun aldığı gibi.
Türkiye şartlarını düşünürsek eğer dizilerin başrol oyuncularının aldığı paraların dikkat çekmesi normal. Köşe yazarları Türkiye genelini de göz önünde bulundurarak böyle bir eleştiri getiriyor olabilirler, çok da haksız sayılmazlar sanırım.
Gelir seviyesindeki adaletsizlik, saçma sapan bir şey. Galatasaraylı Burak Yılmaz için 40 milyon euro konuşuluyor. Şimdi bu çocuk o parayı hak ediyor mu, ediyor. O zaman size ne. Bu tür yorumları ciddi bulmuyorum. 48 saat uyumadığımız oluyor dizi setlerinde. Yüzümüze, gözümüze şişmesin diye buz koyuyoruz. Tolga Çevik geçtiğimiz gün aldığı arabalarla ilgili olarak çok güzel bir şey söyledi. “Siz uyurken ben çalışıyorum.” Bu söz çok hoşuma gitti. Baskı altında yaşıyoruz. Çok da fazla göze batmamaya çalışıyoruz. Ülkenin var olan ekonomik yapısı ile ilgili gerçekleri bildiğim için mümkün olduğu kadar dikkat etmeye çalışıyorum.
Rol adığınız diziler kısa sürede ömrünü tamamlıyor ve basına Kaynarca'nın oynadığı diziler başarılı olamadı şeklinde yansıyor. Neden?
Görüyorsunuz ki bir oyuncunun üstünde nasıl bir baskı var. “Nuri” ve “Ustura Kemal” yayından kaldırıldı. Bu iki projede talihsizliğe kurban gitmiştir. Oyuncunun sırtındaki riske bakın. Dizi yayından kaldırılır ve suçlu oyuncu olur. Bu işin yapımcısı, yönetmeni, kanal yönetimi hiç kimsenin aklına gelmez. Oyuncu istenilen saatte sette olmuştur, her söyleneni yapmıştır ama farklı sebeplerden dolayı dizinin yayından kaldırılmasının sebebi oyuncuya mal edilir. Bu galiba magazin basının bana karşı duruşta olmasından kaynaklanıyor.
“BENİM MAGAZİN BASININA İHTİYACIM YOK”
Magazin basını ile aranızda bir husumet mi var?
Benim bir husumetim yok. Ben herkesi saygılı olmaya çağırıyorum. Bunlar istiyorlar ki biz onların ellerinde maymun olalım, her istediklerini yazsınlar istiyorlar. Benim magazin basınına ihtiyacım yok. Saygı çerçevesinde herşey yapılmalı. Ben vazo değilim, izin almadan beni çekiyorlar. Önce benden izin almalılar. Sonuçta magazin basını ile aynı geminin içerisindeyiz. Tepişirsek su almaya başlar ve hep birlikte gideriz. Başka bir gemiye binip, yoluna devam edenler onun kızı, bunun kızı olan magazinle var olmaya çalışan insanları ancak var ederler. İnsanlar da para vererek aldıkları gazetelerin sayfalarında bu türden insanları görmekten sıkıldı.
Sizin tepkili bir duruşunuz var. Neden?
Ben herkese tepkiliyim. Çünkü özgür bir görüş açısının oluşmadığı bir dönem. Kendi kendimize son 10 yıldır tuhaf bir biçimde oto sansür uyguluyoruz. Biz demokratik bir ülkenin çocukları olarak doğduk. Bu memlekette herkesin fikrini beğenin, beğenmeyin söyleme hakkı vardır. Fikir beyan etmek suç ise bundan ürkmek lazım. Başbakan'ın hayata geçirmeyi düşündükleri ya da geçirdikleri 75 milyonluk ülkede aynı düzeyde kabul görmeyebilir. Başbakan çok şanslı, bugünkü muhalefet düzeyi açısından. Türkiye'nin sesi çıkmıyor. Dolayısıyla bu her Başbakan'a nasip olmaz bir durum.
Kendisine oto sansür uygulayan biri mi var şu anda karşımda?
Zaman zaman yapıyorum. Bir kere en önemlisi şu. Görüşlerine karşı çıktığınız biri için herşeyi yanlış, hiç doğrusu yok gibi düşünmek yanılgılara yol açıyor. Taban tabana zıt olduğunuz birisinin de birşeyleri doğru söyleme ihitmali vardır. Muhalefet ve iktidar bir şekilde birbirlerine zıt olmak gereği duyuyorlar. Oysa bu ülke gerçekleri karşısında taban tabana zıt olmak yerine, ortak paydalarda buluşmak gerektiğine inanıyorum.