Dokuz yaşında İstanbul'a gelen ve bir şekercide çalışan Tayfur, Kitabımda kendi gerçeğimi anlattım dedi.
Abone olHayatının bir hamalın okuma yazma öğretmesiyle değiştiğini söyleyen Tayfur, ismini bilmediği hamala çok şey borçlu olduğunu da vurguladı. Son bir haftadır televizyonlarda sık görünen, birçok dergi ve gazetede sayısız röportajı çıkan Ferdi Tayfur'un bu koşuşturmasının nedeni, hayatını anlattığı ‘‘Şekerci Çırağı’’ adlı kitabı. Bach dinleyen, şu sıralar Henry Miller'ın ‘‘Oğlak Dönencesi’’ adlı kitabını elinden düşürmeyen, Yaşar Kemal'in çok uzun yazdığından şikayet eden, Orhan Pamuk, Ahmet Altan ve Tolstoy'u beğenen ‘‘arebeskçi-yazar’’ Ferdi Tayfur, bu yoğun tempo içinde bize de zaman ayırdı. ‘‘Sıkışık zamanlarda yazdım’’ dediği kitabı için Tayfur şunları söyledi: ‘‘Ben 9 yaşında bir şekercinin yanında çırak olarak çalışıyordum. Hayatım bir anda bir hamalın bana okuma yazma öğretmesiyle değişti. O yıllarda söz yazmaya başladım. O insana çok şey borçluyum. Onun hayatta olduğunu tahmin etmiyorum, hayatın ve sırtında yüklerin ağırlığıyla nasıl yaşasın adamcağız. Benim Şekerci Çırağı adlı romanım anılarla dolu. 40 yıllık anılarım var. Kitabımda kazık yediğim insanları da değişik isimler vererek anlatıyorum. Özellikle memleketim Adana'nın anıları ağırlıkta. Kitap 350 sayfa, ama ben bu kitaba anılarımı sığdıramayacağım için bu kitaptan sonra da devam edeceğim. Özel televizyon şirketleri hayatımı dizi yapmak istediler. O kadar ilginç ve değişik teklifler alıyorum ki. Benim bu anılarımı hayranlarım harmanlayıp ders alarak okumalı. Hepsi gerçek anılara dayanıyor.’’ Yazarken belli bir yöntem izlemediğini söyleyen Ferdi Tayfur, ‘‘Birçok işin arasında, sıkışık zamanlarda yazdım bu kitabı. Bilgisayarın başına oturuyorum, hayal dünyam o kadar geniş ki, kitabın neredeyse yarısını kısalttım’’ dedi. Anıların ikinci bölümünü şimdiden yazmaya başladığını söyleyen Tayfur, ‘‘İkinci kitabın adı 'Umuda Kaçış' olacak. Bana okuma öğreten hamalın torunu Veli'nin hayatı üzerine kurulu olacak. Eleştirilerden korkmuyorum. Mutlaka beni eleştirecekler, biliyorum. Entel yazarlar beni topa tutacak. Ama benim için önemli olan benim tatmin olmam. Üstelik ben Bach dinler ve çalarım. Bunu hava olsun diye söylemiyorum. Ama beni eleştirenlerin bazılarının Bach'ı dinlemediğini biliyorum’’ dedi. Hayatımın en büyük macerası bir hemşire idi Ferdi Tayfur, kitabında içindeki diğer insanla yüzleşmesini, verdiği zorlu hayat mücadelesini, okula gidemediği için duyduğu ezikliği, öğretmenlere karşı özlemini ve dost bildiği gazeteci arkadaşlarının ona yaptığı kötülükleri anlatıyor. Kitabın en ilginç bölümü, Ferdi Tayfur'u elektrik gibi çarpan M. adındaki bir kadın: ‘‘Güzel bir bayandı. Ama bir gizemi vardı yüzünde, bir keder, bir sır saklıyordu. Bana ilgisiz davransa da bir şey olmuştu. Tarif edemeyeceğim bir şey. Sanki beni elektrik çarpmıştı, bilemiyorum. Belki de o anı yaşamak gerek. Dul ve iki çocuk annesi bir hemşire olduğunu söylemiş ve evine davet etmişti. Tekrar geldiğinde üzerinde pembe uzun pamuklu bir gecelik vardı. Burnu havadaydı. Kendinden emin, fazla konuşmayan, konuşunca da yerinde ve temiz bir Türkçeyle izah eden biri. İçimden titremeye başladım. Çok gençtim. Ateşli bir genç... Daha sonra o geceliği hep hatırladık. Meğer o da aynı duygular içindeymiş. Beni çaktırmadan süzer, için için söylenirmiş. Konya'dan ayrılacağımın günün bir gece öncesiydi. M. bana hamile olduğunu söylemişti. Askerden geldikten sonra M'yi sordum. Kardeşlerinin korkusundan Almanya'ya kaçtığını söyledi. İşte hayatımın en büyük macerası da budur." Kaynak : Hürriyet