Milliyet'in bir skandalın altına imza attığını savunan Dumanlı, "Basında Güven" için bazı tavsiyelerde bulunmuş.
Abone olMilliyet gazetesinin sebep olduğu "Çarşaf" tartışması yeniden canlandırdı. Tartışmayı "Sağcı basın" olarak lanse edilen Zaman'dan Ekrem Dumanlı gündeme getirdi. Özür dilemesini bilmek Önemli bir toplantıda rastladım bir gazete yöneticisine. “Yine bize çatmışsınız.” dedi. Şaşırdım. Onun dediği gibi “çatma” hatırlamıyordum çünkü. Kendi kendime “Neyse, olur böyle şeyler” desem de merak içinde kalmadım dersem yalan olur. Zira en hararetli konulara bile yaklaşım biçimimiz ve üslubumuz farklıydı... Konuyu editör arkadaşlara da açınca anladım ki meslektaşımın müşteki olduğu haber Zaman’da değil, başka bir gazetede neşredilmiş. Durumu yönetici dostuma nakledince gerçek biraz daha netlik kazandı. Pazar günü gazeteye gelmeyen yöneticiyi yazı işlerinden aramış ve “dinci gazeteler”in kendilerine saldırdığını söylemişler. Anladığım kadarıyla şikayet sadedinde gazeteler sıralanırken Zaman’ı da söylemeyi ihmal etmemişler. Hadise ayan beyan ortaya çıkınca yayın yöneticisi dostum “Haklısın, bahsi geçen haber sizde çıkmamış. Zaten ben de kuşkulanmıştım...” gibi şeyler söyledi. Birkaç ay önce yaşanan bu olay, aslında beni çok da şaşırtmadı. Çünkü bu ülkede kimin ne söylediği, ne yaptığı anlaşılamıyor. Herkesin kafasında gruplar, örgütler, cemaatler vs. var. Suçlarken inanılmaz kırıcı, suçlandıklarında inanılmaz kırılgan oluyor insanlar... Yukarıda naklettiğim hatırayı Milliyet gazetesinin sebep olduğu geçen haftaki tartışma yeniden canlandırdı. Malum olduğu üzere Milliyet “Bak kim geliyor” başlıklı bir haber yaptı. Orada verilen bilgiye göre göbeği açık olduğu gerekçesiyle bir bayan Gaziantep Öğretmenevi’ne alınmamış; ancak çarşaflı bir kadın aynı binadan çıkmıştı. Olayın perde arkası az aralanınca haber üzerinde soru işaretleri belirmeye başladı. Bir görgü tanığı “çarşaflı”nın erkek olduğunu iddia edince işler iyice karıştı. Erkek miydi kadın mıydı derken, Aydın Doğan da devreye girdi ve olay yerine adam gönderdi. Hürriyet’in elde ettiği sonuç şuydu: Olay yerinde görülen çarşaflı, erkek değildi; ancak kadın, öğretmenevinden çıkmamıştı, oradan “kestirme yol” diye geçiyordu. Hatta Hürriyet tespitini bir kroki ile okuruna duyurdu. Krokiye göre de ‘çarşaflı’nın oradan tesadüfen geçtiği anlaşılıyordu. Düpedüz skandal değilse ne? Şimdi bu skandal mı, değil mi? Bal gibi skandal! Bir bayana kıyafeti nedeniyle “giremezsin” demek nasıl bir skandalsa, oradan tesadüfen geçen bir bayanı “binadan çıkıyordu” şeklinde manşete taşımak da öyle bir skandal! ‘Bak kim geliyor’ diye oradan geçen bir ‘çarşaflı’ya vebalı muamelesi yapmak da hata; sıkışınca aynı insanı kurtarıcı gibi gösterip ‘bak işte erkek değil kadınmış’ demek de. Bu meseleyi bir gazetecilik savaşı haline getirmek doğru mu? O da yanlış! Gazetecilikte böyle hatalar olur. Bazen muhabir yanıltır yazı işlerini; bazen de yazı işleri işi daha renkli bir hale getireceğim derken çuvallayıverir. Önemli olan “Bak işte biz haklı çıktık” demek için bin dereden su getirmek değil. Hele olayın tamamındaki vahim hatayı kapatmak için hadisenin bir parçasına odaklanmak oradaki doğruluğu (- ki o bile bazılarına göre hâlâ şüpheli) kendine delil sayıp “özür dileyecekler mi?” nevinde sataşmak hiç değil! Adam gibi doğruyu ortaya koymak, kamuoyuna eksik, yanlış ve isabetli parçalarıyla bütünü yeniden duyurmak; daha açıkçası özür dilemek varken, neden böyle yollara sapılır, anlamak mümkün değil. Hatayı tashih etme yerine başkalarına yüklenmek daha kolay geliyor bizim basına. Yüklendikleri gazeteleri ayrıntılarıyla okusalar, okuduklarını doğru anlasalar; en azından yazılanları birbirine karıştırıp önüne geleni suçlamasalar bari! “Şimdi özür dileyecekler mi” diye yazan arkadaşlara bir tavsiyem var: Zaman’ı bir kere daha okuyun. Göreceksiniz ki Zaman, olaylara her zamanki gibi soğukkanlı yaklaşıyor, konuyu ajite etmiyor; hatta temkinli yaklaşımın tabii bir neticesi olarak gelişmelere hep “iddia” gözüyle bakıyor. Doğru olan da budur! “İddialar” tarafsızca dile getirilir, “soru işaretleri” kamuoyuna dikkatli bir üslupla duyurulur. Ne var ki bazı gazeteci arkadaşlarımızda insanları kategorize etme hastalığı var. Bu nasıl bir virüstür bilemeyeceğim; ancak yan etkilerinin okumama, okuduğunu anlamama veya dağınık okumaları bir başlık altında toplayarak herkesi mahkum etme gibi sorunlara yol açtığını söyleyebilirim. Öfke uğruna medya yoldan çıkarsa Medya dünyası birbirine karşı çok acımasız. Kafalarda sunî cepheler var çünkü. Bir taraf “dinci medya” diye başladı mı ağzına ne gelirse söylüyor. Diğer taraf da “Aydın Doğan’ın gazeteleri” diye bir cümle kurdu mu her türlü suçlamaya yer verebiliyor. Oysa pek çok yanlışına rağmen her gazetenin kendine has özellikleri, öncelikleri, duyarlılıkları var. Mesela, bir konuda Hürriyet’in yazdığı Milliyet’i, Radikal’in yaklaşımı Posta’yı tutmuyor. Bu bir zenginlik. Gerçi “Bunlar kendi aralarında anlaşmışlar iyi polis kötü polis rolleri paylaşmışlar” diyenler de var; ancak bu çok komplocu bir yorum. Böyle bir komplo senaryosunun gerçek dışı olduğuna inanırım; inanmak isterim... Bir öfke uğruna dengeleri elden kaçırmamak gerekiyor. Mesela Milliyet önemli bir gazetedir. Ne yazık ki son günlerde boşu boşuna kendini tüketiyor. Yıllara mührünü vurmuş bir gazetenin “basında güven” iddiasını ucuz hikayelere kurban etmesi, hem Milliyet, hem Türk basını için zararlı. Ne var ki son birkaç aydır ilginç hataların ardı arkası kesilmiyor. Neydi o bayan Erdoğan ile bayan Karamanlis’in fotoğrafını basmak, yanına çarşaflı bir kadın fotoğrafı; olmadı onun da yanına İsrail’i protesto eden küçük bir grubun fotoğrafını basarak “imaj her şeydir” nevinden ucuz fotoroman-manşet denemesi! Aydınların oryantalist açısına ne de güzel bir örnektir o manşet. Sanki Türkiye manzarası o üç fotoğraftan oluşuyor. Peki nedir o “başörtüsü takmadığı için gelininin saçını yaktılar” haberi. Haber külliyen yalan çıkıyor; ancak “özür dilemek” hiç kimsenin aklına gelmiyor. Sahte bir fotoğraf bastığı için Daily Mirror bile özür diliyor, istifalar art arda geliyor; aynı fotoğrafı basanlardan hâlâ özür sadır olmuyor. YÖK Başkanı Teziç’in ağzından atılan başlık: ‘1960’a gidilmesinin belirtileri oluştu’. Neler oluyor, anlayan var mı? AB dönemecine girdiğimiz bu günlerde, Hasan Mutlucan’dan efe türküleri söylemenin mantığını anlayan varsa beri gelsin. Bu tür yayınlar tepki çekince hadiseyi ‘Cumhuriyetin son kalesi’ düzlemine çekmeye de gerek yok ayrıca. Milliyet yöneticisi arkadaşlar alınmasınlar. Bir dost olarak, bir meslektaş olarak bütün samimiyetimle ve iyi niyetimle söylüyorum: Lütfen Türk basını için önemli ve tarihî bir yere sahip gazetenizi gereksiz tartışmaların girdabına çekmeyin. Birisi sizi eleştirdiği zaman kimin ne dediğine, nasıl dediğine de bakın. Bir de, özür dilemesini bilin ki özür talepleriniz inandırıcı olsun...