Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru'da bu yaklaşımın gazetecileri nasıl iyi ve kötü olarak ikiye ayırdığını yazdı.
Abone ol Madalyalı ve gazeteci...'Ödüllü gazeteci' olmak iyi bir şey de, gazetecinin madalyalısını duymuş muydunuz?
İngiltere son Irak Savaşı'na 'eklemlenen' gazetecilere madalya verme hazırlığında. Silâhlı Kuvvetler Bakanı Adam Ingram, bu hazırlığı duyurmak için yaptığı açıklamada, "Vereceğimiz madalya, Saddam Hüseyin'in baskıcı rejimini ortadan kaldırmak için hayatlarını tehlikeye sokmuş asker ve sivil unsurların ortak cesareti ve başarısını simgeliyor" demiş. Bu sebeple de, savaş sırasında askerî birliklere 'eklemlenmeyi' kabul ederek Irak'a giden bütün gazetecilere, istedikleri taktirde, birer madalya verilecek...
Yapılmak istenen ilk bakışta 'saçma' gelse bile, ABD ve İngiltere'nin medyaya yaklaşımıyla ilgili önemli bir ipucu da sağlıyor. Bu yaklaşım, gazetecileri ilk olarak ikiye ayırıyor: İyiler ve kötüler... 'İyiler', tahmin edilebileceği gibi, hiçbir şeyi sorgulamaksızın hizaya giren ve konulan kurallara uyanlar; bunlar askerî birliklere eklemlenerek Irak'a gidip kendilerine anlatılıp gösterilenleri olduğu gibi yansıtmayla yetindiler... 'Kötüler' ise, gazeteciliği 'yansız' ve 'bağımsız' bir uğraş alanı bilenler; bunlardan gerçekten yürekli olanlar, 'eklemlenmeyi' düşünmeden cephelere koşarak başlarına gelene katlandılar.
ABD-İngiltere, başına buyruk gazetecilere iyi gözle bakmadığını, savaşta ayrımcılık uygulayarak gösterdi; savaş sonrası şartlarda da bu ayrımcılığı 'iyiler' diye tasnif ettiklerine madalya sunarak pekiştirme çabasında.
Savaş sırasında cepheye gitmediği halde bulundukları mevzilerde savaş-yanlısı yayınlar yapanlar için de bir madalya düşünmüyor mu acaba Irak'ı işgal edenler? Yoksa, muhtemelen o süreç içerisinde gördükleri mükâfatlarla mı yetinmek zorunda onlar? Bir çok ülkede gördük, işgal ordularıyla birlikte Irak'a yürüyen gazeteci kafilesi arasında yer almadığı halde, bazı yönlerden cephedeki meslektaşlarından çok daha fazla savaşa katkıda bulunmuş gazeteciler var. İngiltere ile ABD, süreç sırasında ödüllendirildiklerine bakmaksızın, o tiplerin de madalya almalarını sağlamalı.
Bölgeyi savaşla hizaya getirme çabalarına gönüllü yazılanlar olduğu gibi, 'eklemlenmiş gazeteci' kimliğiyle Irak'a görevli olarak zorla gönderilen meslektaşların da varlığından haberdarız elbette. Bazı gazeteciler de, kendilerine başka bir yol bırakılmadığı için metazori kabul ettiler 'eklemlenmiş' konumunu. Şimdilerde patlayan tartışmada, alabilecek durumdaki pek çok meslektaş, sunulan madalyayı, "Ben gazeteciyim, asker değilim" itirazıyla reddediyor zaten.
'Gerekçe' gösterilen savaşla ilgili bütün unsurların 'yalan' olduğunun ortaya çıktığı şu günlerde, "Yaptıklarımızın hesabını 'uluslararası adalet divanı' önünde vermeyelim" telâşına kapılması gereken sorumluların, alay eder gibi sağa-sola madalya dağıtma girişimleri ilginç. Belli ki, medyada "Bizi aldattınız" gürültüsünü koparması beklenen Irak Savaşı'nı izlemiş gazetecilere, ABD ve İngiltere, "Süreç boyunca siz de bizimleydiniz, biz sorumluysak sizin de bizden hiç farkınız yok" mesajını iletmeye çalışıyor.
Savaş gibi olağanüstü durumlarda yolları kesişse de birbirinden çok uzak durması gereken iki meslek askerlik ve gazetecilik; çıkarları da her zaman üstüste çakışmıyor. Vatanını savunan herkes, özellikle askerler, her türlü övgüye lâyık onurlu bir iş yapıyorlar; ancak gazetecilik de sorumluluğunun bilincinde ifa edildiğinde en az askerlik kadar onurlu bir başka meslektir. Görevini yerine getiren askerin göğsündeki madalya ne kadar şık durursa, gazeteciye madalya verilmesi de o kadar sakil kaçar. Gazetecinin, okurlarının saygısı ve itibarı dışında bir övünç kaynağı olamaz.
Dünya dengelerini kendi çıkarları istikametinde yerle bir etmekten çekinmeyen devletler, bunu daha kolay sağlayabilmek için mesleğimizin itibarına da el atmış görünüyorlar. Saygınlığımızı korumak biz gazetecilerin görevi olmalı.
Irak savaşıyla ilgili madalya dağıtılırken, sadece cepheye koşmuşlar değil de 'fetihçi' serüvene yazı ve yorumlarıyla katkıda bulunmuş bütün gazeteciler kollanacak olsaydı, Türkiye'den kimlerin göğsü kabarırdı? Bir düşünün bakalım...