BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,00
ALTIN 3.011,45
HABER /  POLİTİKA  /  AK PARTİ

O kitabı okudu Ecevit'i bıraktı

AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu Minyeli Abdullah kitabını okuyana kadar Ecevitçi olduğunu itiraf etti.

Abone ol

AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu’nun hedefi, gelecek yerel seçimlerde referandumda alınan yüzde 55 oy oranına ulaşmak..

Altı yıldır İstanbul il başkanlığı yapan Babuşçu, Vatan'dan Mine Şenocaklı'ya konuştu. Siyasi geçmişi, ailesi ve hedeflerine dair ilginç açıklamalarda bulundu.

Tam altı yıldır AK Parti’nin kalesi İstanbul ona emanet. 2007 seçimlerinde o dönemdeki il başkanı Mehmet Müezzinoğlu milletvekili seçilince, görev Babuşcu’ya teslim edilmiş. 45 yaşında görevi almış ve o günden bugüne İstanbul’da AK Parti daha da güçleniyor! “Konjonktür öyle diyebilirsiniz” ama onun çalışma azmini görünce sadece konjonktür etkisi olmadığını hissediyorsunuz. Hissetmek değil aslında, rakamlar açık açık ortaya koyuyor performansı. AK Parti’nin İstanbul il teşkilatı üyelerinin sayısı 900 bin iken, bugün neredeyse 1 milyon 600 bine ulaşmış. Yaklaşık 9.4 milyon seçmen olduğu göz önüne alınırsa bu megapolde, rakamın ne denli yüksek olduğu iyice anlaşılır. Her 6 İstanbullu seçmenden biri bizzat parti üyesi, bırakın oy verenleri!

Bu nasıl oluyor? Tam saha çalışmasıyla... Her şey mahalle, gençlik ve kadın teşkilatlarında başlıyor. “Sayın Başbakanımızın bize yüklediği bir misyon var. ‘İstanbul ayağa kalkarsa ,Türkiye ayağa kalkar’ diyor. Biz de çalınmadık tek bir kapı bırakmıyoruz” diyor Aziz Babuşcu. “Ama benim kapımı çalan olmadı!” diyorum. “Kesinlikle çalmışlardır. Siz evde yoksunuzdur!” oluyor cevabı. Bu kadar emin teşkilatlardan... Başarının ilk sırrı da bu kadar net; güçlü lidere ve parti ilkelerine inançlı ve çalışkan teşkilatlar...

Aziz Babuşcu, AK Parti’nin örgütlenme modelini anlattıkça, mahalle teşkilatlarının tıpkı bir ağacın kökü gibi yayıldığını anlıyorum. “Her mahallede mahalle yönetimi, her mahalle yönetiminin altında ise bir sandık yönetimi var. Şimdi her bir sandık yönetimini 9 kişiye tamamlamaya çalışıyoruz” diyor Babuşcu... Her bir sandıkta 300 seçmen oy kullanıyor, yani her bir sandık için 9 kişi çalışacak bundan sonra... 300 seçmen dokuza bölünecek ve her bir sandık yönetim kurulu üyesi 30-35 seçmeni tek tek ziyaret edecek. Sadece hoş beş, propaganda için değil, bir seçmen profili oluşturmak için. Eğitim düzeyinden tutun da gelir durumuna kadar...

ATAŞEHİR İÇİMDE UHTEDİR ALLAH’IN İZNİYLE BU SEÇİMDE KESİN ALACAĞIZ

İşte bu yoğun teşkilatlanma ve saha çalışmasından dolayı şimdi hedefler zirvede! “Geçen seçimlerde ‘Referandumda aldığımız yüzde 55 hedefine ulaşabiliriz’ demiştim arkadaşlara. Kendimizi bu hedefe yaklaşabildiğimiz oranda başarılı görecektik ve tarihi bir fark yakaladık yüzde 49.5 oyla... Önümüzdeki yerel seçimlerde artık bu hedefi yakalayabileceğimizi düşünüyorum” diyor Babuşcu... 2011’den sonra ilçe ilçe değerlendirmelerini yapmışlar. Maltepe, Kartal, Sarıyer, Silivri, Çatalca ve Adalar AK Parti’nin kazanamadığı ilçeler, “Allah’ın izniyle bu ilçeleri de alacağız” diyor ve hemen ardından ekliyor; “Ama yetmez. Ataşehir yeni kurulan bir ilçe ve alamadık. İçimde uhtedir, bu seçimlerde kesin alacağız.” Bu da yetmiyor Babuşcu’ya ,devam ediyor; “Avcılar ve Büyükçekmece de AK Partili yerel yönetim hizmet anlayışıyla tanışacak.”

“Peki ya Şişli? Bu ilçede de bu kadar iddialı mısınız?” diye soruyorum. Biraz önceki ilçeler kadar net bir kesinlikle konuşmuyor ama iddiasını sürdürüyor: “Bizim teşkilatçılık anlayışımızda yakın ve uzak hedeflerimiz vardır. Şişli uzak hedefimiz değil!”

Minyeli Abdullah’ı okuyana kadar Ecevitçi’ydim!

-Sizi tanıyarak başlayabilir miyiz söyleşiye? Nerelisiniz, kaç yaşındasınız, siyasete nasıl başladınız?

Trabzon Akçaabatlı’yım. İlkokul 4’e kadar Gürgendağı Köyü’nde okudum. Babam pek çok Karadenizli erkek gibi uzun yıllar İstanbul’da çalıştı. İnşaat kalfasıydı. 1972’de bizi de yanına aldı. Ben ilkokul 4’ü, 5’i Gaziosmanpaşa’da Ülkü İlköğretim Okulu’nda okudum. Liseyi de Küçükköy’de Vefa Poyraz Lisesi’nde tamamladım. O yıllar, 70’li, 80’li yıllar, hareketli yıllar...

-Siz de siyasetin içinde misiniz peki?

Tabii. Herkes gibi... Biz klasik olarak sosyal demokrat gelenekten etkilenen bir aileydik. Trabzon’un klasik bir CHP tutumu vardır ya, babam da o zamanlar Ecevit hayranıydı. Hiç unutmuyorum, orta son sınıftayım, şu anda hâlâ görüştüğüm, o zamanlar inşaat boyacılığı yapan, kendince bize İslami bilgileri aktarmaya çalışan bir ağabeyimiz vardı, Şefik Özkan, o bana bir kitap verdi. Hekimoğlu İsmail’in Minyeli Abdullah’ını... Siyasi anlamda okuduğum ilk kitapdır o. Sonra Huzur Sokağı’nı verdi...

Şule Yüksel Şenler’in...

Evet. Tabii bu iki kitabı okuyunca önce biraz kafam karıştı. Ama sonra o minvalde, İslami motifler içinde kendime bir istikâmet tayin ettim. Tabii o zamanlar ‘İslamcı’ gibi tabirler yoktu. Kendini sağ yelpaze içinde gören bir öğrenci oldum.

Şefik Ağabey babanızla birlikte mi çalışıyordu?

Hayır. Aynı mahallede oturuyorduk, benden daha büyüktü ama arkadaşlık ediyorduk. Mahallemizin tam merkezinde bir cami vardı. Akşamları o caminin duvarına oturur, el ayak çekilinceye kadar saatlerce konuşur, tartışırdık. O bize İslami telkinlerde bulunurdu, biz onun telkinlerine karşı Ecevit diye savunmaya geçerdik. Böyle bir iletişim içinde başladı arkadaşlığımız. Ama Minyeli Abdullah’ı, Huzur Sokağı’nı ve benzer eserleri okuya okuya etkilendik, şekillendik. O günler bizi aldı bugünlere getirdi.

Sizdeki bu değişime babanızın tepkisi ne oldu?

Benim değişimim ailemi de etkiledi. Babam şimdi bazı noktalarda benden de daha uç noktalarda. Ama o zaman ciddi şekilde benden etkilenmişti. Hiç unutmuyorum, yine Şefik Ağabey’in etkisiyle bir sabah kalktım, abdest aldım ve sabah namazını kıldım. Babam ve evdekiler şaşırdı. “Ne oluyor?” diye... Ondan sonra da hiç kesintiye uğratmadan kıldım beş vakit namazımı.

ÖNCE BEN DEĞİŞTİM, SONRA AİLEM...

Babanız namaz kılmıyor muydu?

Babam o zamanlar bir tek cuma namazlarına giderdi. Ama orucunu tutardı, dini vecibelerini yerine getirirdi. Annem beş vakit namazını da kılardı. Biz 7 kardeşiz. Tabii onlar da bu süreçten etkilendiler... O zamanlar babam sürekli işiyle meşgul, işini en iyi yapmaya çalışan bir inşaat kalfasıydı. Biz de erkek kardeşlerimle yaz tatillerinde onunla birlikte inşaata gider, çalışır, harçlığımızı çıkarırdık.

Ne yapardınız?

O zamanlar inşaatlardaki tahta kalıplarda kullanılan çiviler söküldükten sonra atılmazdı. Biz o çivileri düzeltir tekrar kullanabilir hale getirirdik. İşte ben o günlerde namaz kılmaya başlamıştım. Babam bir süre hiç ses etmeden beni izledi. Sonradan anladım ki, etkilenmiş. Ama bu etkilenmesini bize hiç hissettirmedi. Kendi dönüşümünü kendisi yaşadı. Bir sabah namaza kalktığımda baktım babam da namaz kılıyor!

Ve derken lise bitti... Sonra?

Kısa bir dönem Viyana’ya gittim. Ekonomi ve iktisat okumak için... Amcam orada işçiydi. Fakat olmadı, yürütemedim. 6 ay sonra geri döndüm. Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni kazandım ve kendimi üniversitede buldum. Darbe sonrasıydı ama üniversitelerde siyaset vardı, öğrenci hareketleri etkiliydi. Yine çok okuyordum. Ama daha farklı eserleri tabii...

Mesela?

O dönemler Türkiye’de ‘Müslüman’ ya da ‘İslamcı’ olarak tabir edilen sağ yelpazedeki hareketlerin temel dinamiklerini oluşturan eserleri okuyarak çok farklı mecralara doğru yol almaya başlamıştım. Artık tekamül etmiş, ufkunu, çizgisini şekillendirmiş bir üniversite talebesiydim... Marmara İktisat’ta Anadolu’dan gelen arkadaşlarımız vardı. Bizim evimiz, ailemiz buradaydı, rahattık. Ama onların ciddi zorlukları vardı. Ben o dönemde Anadolu’dan gelen arkadaşlar için bir ev oluşturarak, onları o evde ağırlamayı, rahat yaşamalarını sağlamayı arzu ettim. Fatih’de bir daire kiraladık. İçinde bir şey yoktu. Gittim, Beşyüzevler’deki, Gaziosmanpaşa’daki mağazalardan “Öğrenci evi oluşturuyoruz, bize yardımcı olur musunuz?” diyerek halı, soba, yatak, ne ihtiyaç varsa topladım. Bir süre sonra ben de kendi evimden çok orada kalmaya başladım. Çünkü arkadaşlarla sohbeti, tartışmaların içinde bulunmayı seviyordum. O evdeki arkadaşlıklarımızı bugün hâlâ sürdürüyoruz.

Babuşçu'ya neden reis diyorlardı? Ayıntılar sonraki sayfada

[PAGE]

Fatih’teki öğrenci evinden hala görüştüğünüz kimler var?

Şimdi Fatih’te Ülker mağazası işleten Erzurumlu Osman Ağırman, Sivaslı Mehmet Karyağdı, Karamürsel’de balık lokantası işleten Eyüp Tarcan... Ben Marmara İktisat’taki arkadaşların reisiydim o zamanlar.

Nasıl? Siz reis deyince MHP geldi ilk aklıma... MHP’li miydiniz?

Hayır. Müslüman gençlerin reisiydim. Üniversitedeki arkadaşların ev koşullarından, ders ve sohbet halkalarına kadar hepsini organize eden, Anadolu’dan gelen arkadaşlarla ilk temasları kuran, onları bu halkanın içine dahil etmeye çalışan bir sorumluluğum vardı. Bu arada üniversitede okurken mesleki hayatım da başladı.

Çivi doğrultmuyordunuz herhalde artık?

(Gülüyor) Hayır. Azapkapı’da bir şirketin muhasebe servisine girdim. Aynı zamanda okuyor, ders notlarını arkadaşlardan alıp, sınavlara hazırlanıyordum. Üniversiteyi böyle bitirirken, muhasebe mesleğinde bir noktaya gelmiştim. Artık kendi işimi kurabilirdim. O zaman bize bitişik köyden arkadaşım Hüsnü Birinci’yle, ki Allah rahmet eylesin 2009’daki sel felakeketinde hayatını kaybedenlerden biridir, bir büro açtık.

İkitelli’deki sel felaketini söylüyorsunuz değil mi?

Evet. Meslek hayatında yeminli mali müşavir noktasına gelmişti. Bir firmayla ilgili olarak Malatya’ya gidecekti. Sabah havaalanı yolunda, İkitelli’de bu felakete yakalandı ve aramızdan ayrıldı. Bu olay benim hayatımda çok derin bir iz bıraktı. Hâlâ o ayrılığı hazmedebilmiş değilim. Her cuma günü Eyüp Kabristanı’na gider Hüsnü’yle konuşurum. Mezarının başında, neler oldu, anlatır, paylaşırım onunla. Çünkü Hüsnü sadece ortağım değil, içimi açtığım, özelimi paylaşabildiğim bir dostumdu. Bu ayrılış benim için çok acı oldu.

O sel felaketi daha sonra çok tartışıldı. “TIR parkı dere yatağına kaçak olarak yapıldı, kaçak yapılar su gidişini engelledi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de hatası var, dere ıslah çalışmaları yapılmadı” diye... Sorumlular bulundu mu?

Pek çok şey konuşuldu. Orada askeri alan içinde bir göletin patlamış olmasından bahsedildi. O biriken suyun çok güçlü bir şekilde geldiği ve olayı tetiklediği söylendi. Tabii ayrıca o havza içersinde kaçak yapılar olduğu ve bunların su sirkülasyonunu engellediği, dere ıslah çalışmalarının yapılıp yapılmadığı gibi pek çok konu da tartışıldı. TIR garajından diğer yapılanmalara kadar hepsinin üzerinde durduk o dönemde. Ama biliyorum ki şu anda büyük şehir belediyemiz çok ciddi olarak dere ıslahlarıyla ilgili çalışmalar yapıyor. Özellikle su baskınları, sel felaketleri gibi afetler yaşanmaması için bir seferberlik içinde çalışıyor. İnşallah bu tür felaketleri bir daha yaşamayız ve aramızdan dostlarımız, sevdiklerimiz, canlarımız, ciğerlerimiz, insanlarımız gitmez. Tabii benim için o hadise bu anlamdaki tartışmalardan ziyade, dostum Hüsnü’nün aramızdan ayrılmış olması nedeniyle de çok acı bir olaydır.

BÜROMDAKİ İLK MASAMI BİTPAZARINDAN ALDIM

Sizi üzdüm... Peki üniversiteden mezun olduktan sonra işlerinizi nasıl geliştirdiniz?

İşte, Hüsnü’yle beraber bir büro açtık. Hüsnü, mali müşavir olarak başka bir firmada çalışıyordu. Fena da bir para almıyordu. Ama henüz benim o imkanım yoktu, ben part time çalışıyordum. Büromdaki ilk masamı o zaman Topkapı’daki bitpazarından aldım. Eski bir masaydı. Hanımımdan da düğünde takılan bileziklerini istedim. O da verdi sağolsun, o bilezikleri bozdurarak büro kurduk.

O arada bir de evlendiniz mi?

Evet. 1984 yılında, öğrenciyken evlendim.

Bildiğim kadarıyla 1964’lüsünüz, demek ki 20 yaşındaymışsınız evlendiğinizde?

Aslında 1962’liyim. Nüfusta 1964 görünüyor. Bizim oralarda babalar hep gurbette olduğu için ancak döndüklerinde çocuklarını nüfusa yazdırırlar, bu yüzden... Yani 22 yaşındaydım evlendiğimde.

Peki nasıl evlendiniz? Görücü usulüyle mi?

Yok, görücü usulüyle değil. Aynı mahallede oturuyorduk. Görerek, konuşarak evlendik diyelim. Öyle bir süreç bizim Gülser’le evliliğimiz. Artık torunlarımız bile var. Kızımızdan iki, oğlumuzdan da bir tane... Hamdolsun, o bambaşka bir mutluluk.

-Peki yine geçmişe dönersek... Masanızı, sandalyenizi bitpazarından aldınız, eşinizin bileziklerini bozdunuz ve büroyu kurdunuz. Sonra?

Hamdolsun, büromuz da tuttu, iş yapmaya başladık ve dedik ki biz muhasebeciyiz bundan başka iş yapmayacağız. Hâlâ da o işi yapıyorum. Mali müşavirim. Bürom Gaziosmanpaşa’da.

Peki şu anda kaç masa var büroda?

10-12 masamız var.

Ya siyaset?

Ben siyasete 2004’te Gaziosmanpaşa’dan belediye başkan aday adayı olarak dahil oldum. Onun öncesinde herhangi bir siyasi partide bulunmadım.

Yine bir Şefik Ağabey var mıydı AK Parti’ye geçiş kararınızda sizi etkileyen peki?

Hayır. Ama arkadaşlarım vardı. Birisi rahmetli Hüsnü’ydü... Bir gün birkaç arkadaş ve Hüsnü büroda oturmuş sohbet ediyoruz, 2004 yerel seçimler öncesi... Dediler ki, “Ya Aziz, senin artık siyasete girme vaktin geldi.” “Ben niye siyasete gireyim, siz girin!” dedim. “Yok, sen bu işi bizden daha iyi yaparsın, senin girmen lazım” diye teşvik ettiler beni. Böylece 2004’te Gaziosmanpaşa’dan aktif siyasete katılmış oldum.

BABAM ECEVİT’İ TÜMDEN UNUTTU ARTIK BAŞBAKANIMIZIN HAYRANI!

Peki bu arada üniversite yıllarınızdaki o İslamcı, Müslüman gençlik halkalarını oluşturmaya devam ettiriyor muydunuz?

Tabii... Üniversite bitti, biz o ders halkalarını evlerimize, mahallelerimize taşıdık. Haftada üç akşam evlerimizde dersler yapardık. Açık yüreklilikle ifade ediyorum, iyi ki de bu dersleri yapmışız. Çünkü o günlerde o evlerde okuduğumuz kitaplar, mütalaa ettiğimiz konular sayesinde bir birikime sahip oldum. İyi ki o dönemleri o dolulukta, o hızlılıkta yaşamışız. Bazen tefsir dersi yapardık, bazen şiir okurduk, bazen de Türk siyasi tarihi üzerine tartışırdık. Ama herhalükârda bir halkanın içinde olurduk.

Merak ettim babanız Ecevit’i unuttu mu?

Tümden unuttu. Babam şu anda son derece Sayın Başbakan’ın hayranı, düşkünü. Her namazında, her anında ona dua eder. Benimle de her vesileyle kendilerine selam iletir.

Babası ekmeğini taştan çıkarmış on yıllar boyunca... Gurbette, İstanbul’da... O sebepledir ki nüfus kağıdında iki yıl geç, 1964 diye görünüyor tevellütü... Ali Babuşcu çalışmaktan fırsat bulamamış, memlekete gidip oğlunu nüfusa yazdırmaya... İnşaat kalfası, emeğinin değerini bilen biriymiş, umudu hep ‘Karaoğlan’ olmuş 80’lere kadar. İşte böyle bir ailede yetişmiş Aziz Babuşcu...

Ortaokulda bir gün mahalleden bir ağabeyi eline bir kitap tutuşturmuş, moda laf olacak ama o kitabı okumuş, hayatı değişmiş! ‘Minyeli Abdullah’ yepyeni bir kapı açmış ona...

Kitabı bitirmiş, ertesi sabah namaza kalkmış. Sadece kendisinin değil, ailesinin de hayatı değişmiş. O zamana kadar cumadan cumaya camiye giden babası da tek bir vakti kazaya bırakmaz olmuş! O da o mahalleli ağabeyi gibi pek çok kitap tutuşturmuş kardeşlerinin eline... Pek çoğunun elinden tutmuş, hatta ev açmış, dersler vermiş...

Üniversitede artık ‘reis’miş! Müslüman arkadaşlarının reisi!

Hâlâ aynı azimle çalışıyor AK Parti İstanbul İl Başkanı olarak...