BIST 9.233
DOLAR 34,50
EURO 36,55
ALTIN 2.920,45
HABER /  MEDYA

O gazeteci ortaya çıktı

Ali Babacan'ı aile şirketindeki hisselerini devretmesi için telkinde bulunan gazeteci ortaya çıktı.

Abone ol

Başbakan Tayyip Erdoğan, Devlet Bakanı Ali Babacan'ı arayıp aile şirketindeki hisselerini devretmesi için telkinde bulunan bir gazeteciden söz etti. Baştan söyleyeyim, Başbakan'ın kastettiği gazeteci benim


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, önceki gece Kanal-7'de Nazlı Ilıcak'ın sorularını yanıtlarken, "maalesef" Devlet Bakanı Ali Babacan'ı arayıp aile şirketindeki hisselerini devretmesi için telkinde bulunan bir gazeteciden söz etmiş. Baştan söyleyeyim, Başbakan'ın kastettiği gazeteci benim. Ama Babacan'ı ben aramadım; o beni aradı... Ayrıca, baskı yaptığım iması doğru değil. Görüşmede benim baskım değil, onun bir ricası söz konusuydu.

Peki Babacan'ın rica ettiği husus neydi?
Meselenin tam olarak anlaşılabilmesi için biraz geriye gitmemiz gerekiyor.

Bakana yüzde 45 hisse

Öykünün başlangıcı Hürriyet yazarı Şükrü Küçükşahin'in 30 Mayıs 2005 tarihinde köşesinde çıkan yazıya gidiyor.
Küçükşahin, bu yazısında, Türk kamuoyunun bilmediği önemli bir durumu gün ışığına çıkardı. AB Başmüzakereciliği'ne getirilen, bu arada Hazine Bakanlığı görevini de sürdürecek olan Ali Babacan, aynı zamanda ticari bir şirkette yüzde 45 oranında hisse sahibiydi.

Şirketin adı, "Ali Babacan Tekstil Anonim Şirketi". Bu, 1928 yılında kurulmuş olan ve Babacan'ın dedesinin adını taşıyan bir aile şirketi. Giyim ürünleri alanında toptancı ve perakendeci olarak faaliyet gösteren bir şirket.

Hisseleri devrederim

Ankara Büromuza konuyu araştırmaları talimatını verdim.
Milliyet Ankara Bürosu'nun o dönemdeki ekonomi muhabiri Ahmet Erhan Çelik, hemen konunun üzerine gitti. Çelik'in "yetkili bir kaynakla" konuşup geçtiği haber Milliyet'te 2 Haziran 2005 tarihinde "Babasına sorup şirketi devredecek" başlığıyla yayımlandı.
Bu haberde, Babacan'ın yakın çevresine şu değerlendirmeyi yaptığı aktarılıyordu:

"Fiilen hiçbir ilişkim yok; yönetim kurulu üyesi de değilim. Bayramda veya bazı hafta sonları işyerindeki arkadaşlarla görüşmeye gidiyorum. Bunun dışında işyerlerine de uğramıyorum. Aile olarak tek bir şirketimiz var, diğerleri tasfiye halinde. Faal olan Ali Babacan Tekstil Sanayii'ndeki yüzde 45 oranındaki hisselerimin sorun olabileceğini hiç düşünmedim. Şirket aile şirketi, kime devredebilirim bilemiyorum. Gerekirse babamla konuşuruz ve devrederim."

Galiba bir ay kadar önceydi. Ankara Bürosu Haber Müdürümüz Serpil Çevikcan ile Milliyet'te her pazartesi günü yayımlanan Ankara Kulisi köşesi için neler yazabileceğimizi planlarken, kendisine Babacan'ın şirket hisselerini devredeceği yolundaki sözlerinden sonra bu konuda bir gelişme olup olmadığını sordum. Serpil, konuyu araştıracaklarını söyledi.

Ve Babacan arıyor

Serpil'le konuşmamızdan birkaç gün sonra Devlet Bakanı Ali Babacan beni aradı.
Başta Babacan'ın beni, Merkez Bankası Başkanlığı'na yapılacak atamayla ilgili olarak aradığını zannettim. Bu konuyu konuştuk, doğru. Ancak kendisinin beni şirket hisseleri konusunda aradığını sonradan anladım. "Ankara Bürosu'ndan bir arkadaşınız bizim basın müşavirini arayıp aile şirketindeki hisselerimizi devredip devretmediğimizi sormuş" diye söze girdi Babacan.

Dostane bir sohbet

Bu görüşmenin bir kaydı yok. Tümüyle dostane bir havada yapılmış bir konuşmadan söz ediyorum. Hatırladığım kadarıyla görüşme şöyle geçti. Babacan, bu konunun gündeme getirilmesinden rahatsız olduğunu hissettirdi. Ben, kendisine Ahmet Erhan Çelik'in haberini hatırlatıp kendisinin bu konuda bir adım atıp atmadığını sordum. Babacan, henüz verilmiş bir kararının olmadığını hatırlattı. Ben de kamuoyuna yansımış olan sözlerinin devamının izlenmesinin, gazetecilik açısından doğal olduğunu söyledim. Bana itiraz etmedi. Ardından Babacan'la aramızda kendisinin şirket yönetiminde olmayıp yalnızca o şirketin hissesine sahip olmasının etik olup olmadığı konusunda uzun bir sohbet cereyan etti. Tartışma demiyorum, çünkü gerçekten de çok dostane ortamda yapılmış bir sohbetti. Babacan, hukuken bir pürüz olmadığını söyledi. Ben, hukuken olmasa da etik açıdan pürüz gördüğümü söyledim.

Aile meclisinde görüşeceğiz

Ben, gazeteci olarak geçmişte Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Ülker Holding'in gıda ürünlerini dağıtan aile şirketlerindeki hisselerinin durumunu ısrarla gündeme getirdiğimi, Erdoğan'ın şirketleri tasfiye ettikten sonra "Sayenizde sattık..." diyerek bu işten beni sorumlu tuttuğunu da hatırlattım.
Başbakan'ın aile şirketindeki hisselerini elinden çıkararak önemli bir emsal yarattığını da söyledikten sonra, "Siz AB Başmüzakerecisi olarak AB ölçülerini savunmak durumundasınız, etik ölçüler konusunda özel bir konumunuz var" dedim.

Çok iyi hatırlıyorum, Babacan, bu sözlerime itiraz etmedi. Bana babasıyla konuyu konuşacağını, durumu değerlendirdikten sonra beni arayacağını söyledi. Ardından, kendisi beni aramadan önce Milliyet'te bu konuda bir haber çıkmazsa memnun olacağını söyledi.

Erdoğan ne dedi?

Kaç haftadır Babacan'ın babasıyla konuşup bana dönmesini bekliyordum ki, Başbakan önceki akşam Kanal-7'de şunları söyledi:

"Bırakalım yatırımını yapacak olan yapsın. Fakat siyasetçi için medya bu noktada rahat durmamıştır. Mesela yasal olarak siyasetçi siyasete girmeden önce bir şirketin yönetimindeyse, iktidara diyelim gelmiş sonradan yasal açıdan bir mâni yok... 'Parlamentoya girince etik açıdan yönetimden ayrılsın, hissedar olarak kalsın' dendi. Ben parlamentoya girdikten sonra (şirketin) yönetimden ayrıldım. Yönetimden ayrılışımızı bile hazmedemediler. Dediler ki, 'Bu da siyasi açıdan etik değil.' Eee!!! 'Hisselerini de devredeceksin.' Böyle başlayınca 'Tamamen bu işi satalım ve bu işten çıkalım' dedik, tamamen sattık.

Aynı şeyi geçen gün maalesef bir gazete yöneticisi kalkıyor Devlet Bakanı Ali Babacan'a telefon açıyor, aynı şeyi ona teklif ediyor. 'Ben yönetici değilim, hissedarıyım' diyor. O da diyor ki, 'Bu da siyasi etik açısından doğru değil.' Baba-evlat işi başka bir şey yok. Ta çocukluktan beri gelmiş. Bu bile siyasi etik açısından doğru değilmiş. Baba, evlat, kardeşleriyle beraber, başka kimse yok. Dededen gelen bir işyeri. Bunu bile kalkıp bu şekilde yorumluyorlar. Bu anlayış, dürüstlük başka bir olay, bu başka bir olay. Burada ben inanıyorum ki, o gazetenin patronu aynı anlayışta değildir..."

AB müzakerecisi örnek olmalı
Bu sözlerden Babacan'ın benimle konuşmasını Başbakan Erdoğan'a da aktardığını anlıyorum. Kanal-7'ye yaptığı açıklamalar, Başbakan'ın şirket hisselerini satmış olması konusunda hâlâ rahatsız olduğunu gösteriyor.
Sözlerimi toparlayayım: Babacan'a baskı yapmış değilim. Kendisiyle konuşmamda gazetecilik sınırlarının dışına çıktığımı zannetmiyorum.
Babacan'ın şirket hisselerini elinden çıkarması gerektiği yolundaki görüşümden geri adım atmıyorum. Yüzde 45 oranında hisse sahibi olması, bana göre Türk Ticaret Kanunu hükümleri çerçevesinde kendisini kâr elde etmek amacıyla ticari faaliyet gösteren bir kişi, yani "tacir" durumuna getirmektedir.
Hazine Bakanı'nın aynı zamanda tacir olması doğru değildir, etik hiç değildir. Ayrıca, Hazine Bakanı'nın adının bir şirket ya da ticari kuruluşla yan yana anılması pazar ekonomisinde rekabet koşullarına gölge düşüren bir durumdur.
AB'den sorumlu olan bakan, etik ölçüler konusunda rol modeli olmak durumundadır.
Nitekim Babacan dün gece yarısı ATV'de Fatih Altaylı'nın bir sorusunu yanıtlarken, şirket hisselerini devrettiğini sürpriz bir şekilde açıkladı.
Bu etik tartışma da galiba böylelikle kapanmış bulunuyor.