“O cami falanca tarikatın camisi” belası...
Bu yazının her bir kelimesini yazarken içim cız etti. Lakin bu gerçeklerle de yüzleşmek gerekiyor.
“Her nimet kendi nev’inden şükür ister” demiş büyüklerimiz. Şükrü yapılmayan nimet de elden alınırmış.
Korkarım kâğıt üzerindeki kazanç olarak hanemize yazdığımız nimetlerin şükrünü eda etmekten fersah fersah uzağız.
Rakamlara baktığımızda son 11 yılda biri 63 bin kişilik olmak üzere 8 bin 743 cami ibadete açılmış. 2002’de 450 olan İmam Hatip okulu sayısı 4 bini aşmış. Son 12 yıl öncesinde hayalini dahi kuramadığımız programlar televizyon kanallarında arzı endam ediyor.
İnsan bu rakamları görünce acayip derecede seviniyor. Şahsen benim gönlüme büyük bir huzur geliyor. Öyle ya bu camilerden yetişen cemaat, bu okullardan yetişen talebeler daha güzel bir toplumun oluşmasına vesile olacak.
Oysa rakamlar hiç de öyle söylemiyor.
Aynı süreçte fuhuş yüzde 790, çocuklara cinsel istismar yüzde 434, uyuşturucu bağımlılığı yüzde 678, yetişkinlere cinsel taciz yüzde 449 ve nihayet cinayet yüzde 261 artmış. Rüşvetler, nüfuz ticaretleri, adam kayırmalar (Nepotizm), liyakatsiz tayinler “Vaka-i Adiye” den sayılamaz olmuş!
Öte yandan 2018 İslamîlik Endeksi’ne göre Türkiye İslam’a en uygun yaşayan ülkeler arasında 95. sırada yer alıyor!
Dünyadaki devletlerin İslam’a göre yaşayışlarının derecelendirildiği endeksin ilk 5 sırasında Yeni Zelanda, İsveç, Hollanda, İzlanda ve İsviçre olduğu görülüyor. İlk 40 ülke arasında ise Müslüman diye tanımlanan ülke yok.
Görünen o ki nimetlerin şükrünü yapmaktan fersah fersah uzağız.
Hal böyle olunca insanın içini verilen nimetlerin geri alınacağı endişesi sarmıyor değil. Nitekim son zamanlarda yaşadıklarımız bunun birer emaresi. Son 17 yılın iktidar nimetini değerlendiremeyen muhafazakâr kesimin elinden bu nimet alınmaya başladı. İnşallah bu bir ikaz mahiyetini taşır da dindar kesim aklını başına devşirir.
Eğer bu gerçekleşmezse, yani aklımızı başımıza devşirip nimetin şükrünü eda etmezsek geçmişin mağduriyetlerini adeta mumla arayacağımız günler hiç de uzak değil. Dindar ve muhafazakâr kesime üst perdeden bakmalar, aşağılamalar, hor görmeler ufaktan ufaktan başladı bile.
Küçük bir zafer elde etmekle bunu yapanlar daha büyük kazanımlar elde ettiğinde neler yapmaz ki?
Onun için dindar kesimin arasındaki rekabete son verip tek yürek olmaya ihtiyacı var. Bakıyorsunuz bir köyde veya mahallede üç-dört cami var. Biraz soruşturunca her bir cemaatin, her bir tarikatın kendine has bir camisi olduğu gerçeği ile karşılıyorsunuz.
“O cami falanca tarikatın camisi” cümlesi kadar dehşet verici bir söz olabileceğini düşünemiyorum.
Bu öyle bir bela ki Müslümanları tarumar ediyor.
Bu nedenledir İslam coğrafyasının kana ve gözyaşına bürünmüş olması. Budur İslam diyarlarının üçüncü dünya ülkesi muamelesi görmesinin nedeni.
Yaklaşık 6 yıldır özeleştiri mahiyetinde yazılar kaleme almaya çalışıyorum. Mahallenin delisi olarak bakıldı uzun süredir. Gelinen nokta ve veriler üzücü de olsa bu fakiri haklı çıkarıyor.
Manevi değerler refleksi ticaretimizde, aile ilişkilerimizde, içtimai hayatımızda görünmez ve yok olmuş durumda. Aksi olarak hamaset, cehalet, haksızlık, riya, sum’a, tefrika almış başını gidiyor.
Tahammül sınırları ve masumiyet bitmiş vaziyette.
Daha önce de dile getirmiştim;
Bir yoklar zamanı yaşıyoruz.
Huzur yok, sükûn yok, sabır yok, şükür yok, güven yok…
Tevekkülde büyük bir kuvvet vardı, sükûtta bir cazibe, maalesef artık bunlarda yok…
Var olan tek şey kendi öz benliğimizi, kim olduğumuzu, inancımızı, gayemizi, ideallerimizi ve hedeflerimizi bize unutturmuş durumda olan yoğun gündemler!
Bu yazının her bir kelimesini yazarken içim cız etti. Lakin bu gerçeklerle de yüzleşmek gerekiyor.
Gelin camilerimizin çokluğu veya imam hatip liselerinin sayısı ile övünmeyi bir kenara bırakalım.
Allah’ın istediği gibi bir insan olmanın yollarını arayalım.
İşte o zaman bize verilmiş olan nimetlerin şükrünü eda etmiş oluruz...