NPD'den bize bir mektup var
“Milliyetçi Demokrat Parti (NPD)”, Almanya’da “Nasyonel Sosyalizm”in en etkin temsilcilerinden biri. Şiddet yanlısı “yabancı düşmanlığı ve ırkçı politikaları” desteklemesi nedeniyle de, şu aralar “kapatılıp-kapatılmaması “ tartışmasıyla gündemi en çok işgal eden konuların başında geliyor.
Bu durum özellikle, NPD’yle ilişkisi olan terörist “Nasyonal Sosyalist Yeraltı Gurubu” tarafından 8’i Türk 10 kişinin öldürülmesinin kanıtlanmasının ardından, iyice alevlenen bir hal aldı.
2001 yılında aynı parti için bir kapanma davası daha açılmıştı. Fakat dava, NPD’nin bazı eylemlerinin bizzat devletin kendi ajanları tarafından yönetildiğinin ortaya çıkmasıyla seyir değiştirmişti.
Yani devletin rejimi korurken kullandığı araç ve yöntemler, biranda davanın konusu haline gelmişti. Bunun sonucunda ise yüksek yargı, partinin “kapatılmaması” yönünde bir karara varmıştı.
Ve böylelikle NPD, süreçten daha fazla güçlenerek çıkmayı başarmıştı.
Mevcut “ikinci kapatma davası” sürecinde ise; Merkel hükümeti, yüksek yargının benzer bir kararı tekrarlamasından endişe ediyor. Çünkü aşırı sağ gurupların süreçten bir kez daha galip olarak ayrılmasının, terörist eylemlerin meşruluğunu perçinlemesi anlamına geleceğinin farkında.
Bununla beraber tüm bu endişelere rağmen; “Alman Federal ve Eyaletler Temsilcileri Meclisleri” ise, kapatma konusunda son derece kararlı bir tutum sergiliyorlar. Çünkü şiddet karşısında sessiz kalan bir partinin anayasanın ve demokrasinin düşmanı olduğu tezini sıkı bir biçimde savunuyorlar.
Kapatma tartışması ile birlikte “şiddet - ifade özgürlüğü ilişkisi, demokratik temsil, militan - mücadeleci demokrasi” gibi kavramlar tartışmaların tam da merkezinde durur hale geldi.
Anlayacağınız şu aralar Almanya’da, bize çok tanıdık gelebilecek bir gerilim söz konusu.
Eminim siz, bu “tanıdıklığın” nerden geldiğini daha ben söylemeden anladınız.
Yani NPD için söylenenler, Türkiye’de kendini Kürt sorunun siyasal temsilcisi olarak gören “Barış ve Demokrasi Partisi” için yapılan suçlamalara çok benziyor.
Evet, her iki parti de ülkelerinin doğu bölgelerinin bir sorunu gibi görünüyor. Fırsat eşitsizlikleri, problemin büyümesinde önemli bir yer tutuyor. Ve her iki grupta şiddet merkezli politikaların temsilcisi durumundalar.
Fakat BDP ile Alman neo-nazi partisi NPD’yi tamamen benzeştirmek yanlış olur.
Ancak “terörist eylemlerle hak arayan grupların mecliste siyasal temsili” açısından baktığımızda bir yakınlık yakalayabiliriz.
Yani konu kısaca şu; “şiddetin mecliste temsili olur mu?”
Tabi ki demokratik hak arama yöntemleri arasında “şiddetin” varlığı savunulamaz.
Ama ya büyük kitleler bu gurupları destekliyorsa?
Ve seçmenleri düzenli olarak çoğalmaya devam ediyorsa.
Ne yapacaksınız?
Almanya ve Türkiye işte bu ince sırat köprüsünden geçmeye çalışan iki ülke konumundalar.
Almanya, 1952’den beri Neo-Nazi partilernii kapatıp duruyor. Biz ise en sonuncusu “Demokratik Toplum Partisi” olmak üzere Kürt sorununda tam 10 partiyi kapatmışız.
Peki, onlar sorunu bu şekilde çözüp, şiddete meyilli dazlakları “adam edebilmişler” mi?
Ya biz bir adım yol almış mıyız? Sanırım alamamışız.
Çünkü şiddeti yaratan koşulları ve bu tepkinin psikolojik nedenlerini ortadan kaldırmadığınız sürece sadece kanayan yaranın kısa süreli kabuk bağladığına tanık olacaksınızdır.
Emin olun; ilk kaşımada ve ilk fırsatta ise yara tekrar kanayacaktır.
Doğrudur, anayasa ihlalleri kabul edilemez. Devlet şamar oğlanı değildir ama…
Parlamento yolunu kapatacak engeller, her iki devlet için problemi çözmek yerine sonu çıkmaz sokak olan bir yol açacaktır.
Yani kızıp, öfkelenmekte haklı dahi olsalar, duygularını bir kenara koyup alternatif ve daha gerçekçi yollarla barış mücadelesini vermeye mecburlar.