Nereden nereye!
Türkiye, tarihinde ilk olarak, bir Nato ve Avrupa Birliği üyesi ülkeye SİHA ihraç etmiş oluyordu
"Test edilmiş insansız hava araçlarından oluşan modern ekipmanlarla donatılacak” ifadeleriyle duymuş oldukları güveni bütün dünyaya ilan ediyordu.
Nitekim Polonya Devlet Başkanı Duda’nın geçtiğimiz günlerde gerçekleştireceği Türkiye ziyareti esnasında sayın Cumhurbaşkanımızla birlikte SİHA antlaşmasını karşılıklı olarak imzalamış, Polonya basını da bu antlaşmaya çok geniş yer vermişti.
Böylece Türkiye, tarihinde ilk olarak, bir Nato ve Avrupa Birliği üyesi ülkeye SİHA ihraç etmiş oluyordu. Üstelik bu 24 adet SİHA, yalnız keşif ekipmanı taşımakla kalmayacak, aynı zamanda tanksavar füzeleri ile de donatılacaktı. İşte onların asıl dikkatini çeken işin bu tarafıydı.
Evet nerden nereye… Bir zamanlar yalvarıyorduk büyük müttefikimize ve onun yanıbaşımızdaki uydusuna “ne olur SİHA değil, hiç olmazsa İHA verin bize” diye…
Ama nazlanıyordular, verseler bile şartlı verip binbir hile ile yazılımlarını ellerinde tutuyor, daha biz menzile varmadan, arkamızdan haberi, belirlenen hedefe uçurup bizi boşa çıkarıyorlardı.
İşte eski Türkiye’nin manzarası böyleydi. Boşuna dememişler “ kötü ko
mşu insanı mal sahibi yapar” diye. O günlerden bu günlere geldik, hamd olsun Yüce Allah’a. Artık yalnız İHA değil, SİHA’sını bile yapıyoruz. Hem de her şeyiyle, dizaynı ile dış görünüşle, beyniyle yazımıyla…
Kısacası hem fiziği hem de kimyasıyla, üstelik şimdide onları tanksavar füzelerle donattık, dosta güven, düşmana endişe sunsun diye… O SİHA’lar, önce güneyimizde bizim güvenliğimize büyük katkı sundular, Doğu Akdeniz’de, Libya’da kardeşlerimize huzur getirdiler, daha sonra da otuz yıldır, Ermeni işgali altındaki ecdat yadigarı Karabağ’ın eşkiyadan temizlenip asıl sahibi kardeşlerimize tesliminde en etkin rolü oynadılar.
Böylece o SİHA’lar, bilhassa Karabağ’daki etkinliği ile Savunma stratejilerinde kendinden çok söz ettirdi ve geleceği etkileyecek şekilde merkeze yerleşti. İşte 24 SİHA’nın bir Nato ve AB üyesi ülkeye satışı işte bu sürecin en belirgin izi ve kabulleniş tarzı idi.
İSRAİL’İN TEK TARAFLI “ATEŞKES” KARARININ ALTINDA YATAN GERÇEKLER
Bu kararın altında yatan en büyük sosyal realite ve kabulleniş İsrail’in ilk olarak medya savaşını kaybetmiş olmasıdır. Şimdiye kadar her seferinde hem cephede kazanmışlar hem de yaygın ve etkin güçleri sayesinde propaganda ve medya savaşını da kazanmışlardı. Ama bu sefer öyle olmadı.
Niçin mi? İzah edeyim… Bugüne kadar olduğu gibi Filistin’de akan her gözyaşının ızdırabını vicdanında hisseden Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan, Ramazan’ın son günlerinden itibaren başta Birleşmiş Milletler olmak üzere Devlet Başkanları, Uluslararası Kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, İslam Ülkeleri Devlet Başkanları, Tink-Tank kuruluşları nezdinde, çok yoğun bir şekilde, yürütmüş olduğu telefon diplomasisi sonucu İsrail’in Filistin’deki zulmünü, Kudüs ve Gazze’deki cinayetlerini, Müslüman- Hristiyan, dinli-dinsiz “ben insanım” diyen herkese anlattı, onların ızdırabını mazlumun feryadını bütün dünyaya duyurdu.
O kadar ki, İslam dünyasının her tarafında, hatta ABD ve Avrupa kapsamında İsrail aleyhine yapılan tezahüratlar, o kadar etkindi ki, üzerine ölü toprağı serpilmiş olduğuna dair kanaatlerin yaygın olduğu İslam Dünyasının nabzının tekrar atmaya başladığına başta İsrail olmak üzere bütün dünya şahit olmuştu.
Hatta nabzın tekrar atmaya başlamasıyla birlikte İsrail’in bu saldırganlığı sayesinde İslam alemi yeniden bir araya gelmiş ve nev-i şahsına münhasır bir dünya olduğu realitesini zalimin zulmü sayesinde hatırlamış ve beynine kazımıştı.
İşte atan hayatiyet nabzına dayalı bu uyanış ve zalimin zulmü karşısında “ bir olma” şuurunun pekişmesi İsrail’i korkutmuş ve tek taraflı “ Ateşkes” kararıyla islam aleminin birliğine vesile olan bu çirkin ve saldırgan fiilini nihayete erdirmişti.
İsrail’i tek taraflı ateşkes’e zorlayan ikinci önemli sebep ilk defa Gazze’den karşı tarafa yönelik 200 km menzilli füzelerin kullanılmış olmasıdır.
Biz, Kobani olayları sürecinde 40 km menzilli Fırtına Obüsler’le güneyimizi güven altına alabilmiştik. Dolayısıyla 200 km menzilli füzelerin Gazze’de mazlumların elinde bulunması elbetteki zalimi tedirgin edecektir.
O kadar ki, bu füzeler sayesinde ilk defa İsrail’in Başkent’i vuruldu. İsrail’i tek taraflı “ ateşkes” kararına icbar eden diğer sebep de işte bu korkudur.
İşte bu korkuyla İsrail ilk defa tam 11 gün uluslararası nitelikli hava limanlarını kapattı.
İsrail, Gazze’deki 200 km menzilli füzelerin varlığının vermiş olduğu korkuyla ilk defa kara harekatı yapmaya cesaret edemedi.
Bu arada bir başka “ ilk” yaşandı, bu seferki İsrail’in taşkınlığında; O’da, ABD ve AB dahil herkes kalıcı çözüm için en azından aracı ülkeler üzerinden HAMAS’la görüşülmesinin zorunlu olduğunu kabul etmeleriydi.
Ve yine bu güne kadar ilk defa Mossad, Gazze’de olup bitenden habersiz kaldı, zalimlere yeterli derecede, şüphelileri ve ihtimalleri asgariye indirecek kesin veya kesine yakın bilgi aktaramadı. Bütün bunların sonucu İsrail tek taraflı ateşkes kararıyla hakkı zatında kendi geleceğini kurtardı.
Böylece “Korku ve İktidar dengesi” arasındaki yakınlığı şiddet politikasında esas alan İsrail, yukarıda sıraladığımız “ İlkler”in saikiyle, kabaran “Korku” psikozunun etkisiyle tek taraflı “ ateşkes” kararı alarak, içerisinde bulunduğu kısır döngünün kendi sonunu hazırladığını anladığının da sinyallerini vermiş oldu. İnşallah tam anlarda zulüm sona erer, hak yerini bulur.
Hoşça kalın sevgili dostlar.