Nâzımın Öteki Defterleri
Nazım’ın yeni defterlerinde bulunan dört anlatı parçası ‘Öteki Defterler’ adıyla Eylülde çıkıyor.
Abone olMemet Fuat arşivi düzenlenirken, Piraye’ye yazılmış mektupların bulunduğu sandıktan çıkan, yarım kalmış ve bugüne kadar hiçbir yerde yayımlanmamış roman ve hikâye parçalarıyla dolu defterlerden 160 sayfalık yeni bir kitabı hazırlandı. Piraye’nin 5 Mart 1938 tarihli mektubunun görseliyle başlayan kitapta “Orası” adlı yarım kalmış bir roman, kitapta yüz sayfalık bir bölüm oluşturuyor.
“Bir defter al, her gün duyduklarını yaz. Eminim ki mektupların kadar güzel olacaktır”
(Piraye)
“İnsanların arasından ayrıldığım vakit karaya vurmuş hazin bir palamuda benzerim.”
(Nâzım Hikmet)
Eylül ayında Yapı Kredi Yayınlar’dan (YKY) çıkacak Öteki Defterler’le ilgili yayınevi notları ve defterlerden alıntılar:
* Dört defter tutan “Orası”, hapishane ortamını ustalıkla betimleyen, birbirinden ilginç çok farklı tiplerin birarada anlatıldığı bir roman. Buradaki kişilerin ve olayların ne kadar gerçek olduğunu Nâzım’ın hayatını yakından bilenler görebilir. Yani hem kendisinin hem Piraye’nin izini sürmek, sözü edilen bazı siyasi olayları tarihi gerçeklerle karşılaştırmak mümkün.
* Bir deftere dört bölümü yazılabilmiş “Zeytin ve Üzüm Adası”, İmroz adasında geçen, kısa ama roman kıvamında bir anlatı.
* Adını “Bayram” koyduğumuz isimsiz metinde 1930’lu yılların Yüksekkaldırım ve Tünel çevresinin renkli dünyası, mübadelenin bıraktığı izler bütün güncelliğiyle aktarılıyor.
Piraye’ye hitaben yazıldığından, adını “Piraye’ye” koyduğumuz son metinde ise Nâzım, hapishanedeki düşlerini güçlü imgelerle, bir mektup sıcaklığıyla vermiş.
ORASI ADLI YARIM KALMIŞ ROMANDAN PASAJLAR...
Sübyan kısmıyla beraber komunistler de avluya çıkarılmıştı. İçlerinden biri, Cemal Mahir, arkadaşlarından ayrıldı. Cemal Mahir muharrirdi. İnce balmumundan yüzünde simsiyah kaşları şeytancasına yukarıya doğru çekikti ve tevkifhaneye girdikten sonra bir gün, belki canı sıkıldığı için, belki de Lenin’i düşünerek çenesinde kırmızısı bol, sivri bir sakal bırakmıştı.
Musa Ağa’nın başına toplanan çocuklara sokuldu. Piç Memet’i dinledi ve sordu:
- Senin suçun ne?
- Hırsızlık. Ne olacak?
- Hiç... Öyle sordum. Anan baban yok mu?
- Var. Dünyaya zembille inmedik ya. Babam Bursa’da şofördü. Ama birbirimizi kaybettik. Ne soruyorsun? Akraba mı çıkacağız?
Kürt Musa, Piç Memet’i azarladı.
- Ulan doğru cevap versene. Bey gazeteci. Belki seni yazar.
(.........)
Ressam Halim, kadınların bugün ya süs ya yük hayvanı halinde kullanıldıklarını, herşeyin aslında kadın için de iktisadi kurtuluşun bulunduğunu, kadınla erkek arasında cinsi, ahlaki musavata taraftarlığını söyledi. Ve bunları söyleyen adam gençti, uzun boyluydu, ihtiraslı ve kuvvetliydi. Belki işte bütün bunlardan dolayı bir yaz gecesi, ay ışığından ibaret bir denizin üstünde, bir sandalın içinde ve sahilde, uzaklarda yanan ışıklar, söylenen şarkılar arasında Hatice genç anne memelerini Ressam Halim’in sıcak ellerine bıraktı. Ertesi sabah pişman olmadı. Halim’i delicesine sevdiğini zannetmiyordu ama Mısır’daki kocasını aldattığı da bir an bile aklına gelmemişti.
(........)
Ziyaretçiler gittiler. Cemal Mahir fırsatını bulup görüşme yerinin bir an açık kalan kapısından karısını kucakladı. Ressam Halim, Hatice’nin gidişini seyretti. Tornacı Aziz gelen erzakları ve çamaşırları didik didik eden Yusuf Baba’ya çıkıştı. Ve sekiz komunist, Selami’yle Mehmet oğlu Mehmet de dahil, Cemal Mahir, Tornacı Aziz, Saatçi Kerim, Ressam Halim, Mimar Ali ve Nuri, bayram yerinden dönen çocukların sevinçli mahzunluğuyla, ellerinde paketler ve kese kâatları avluyu geçerek Localar’a girdiler.
ZEYTİN VE ÜZÜM ADASI ADLI BÖLÜMDEN...
-Yok. Ankara’da yengeç yok. Ankara’da deniz yok. Ama deniz yalnız Ankara’da yok sanma. Başka yerlerde de deniz yok. Oraları hep toprak. Toprak, toprak, toprak. Gider gidersin, toprak. Deniz bir bitti mi toprak başlıyor. Artık bir daha deniz yok. Dere var, çay var, deniz yok. Toprak. Ne kadar çok toprak, deniz kadar. Şu gördüğün denizi kurut, toprakla doldur, işte öyle. Belki denizden daha çok toprak. Kimisi sarı, kimisi kırmızı, kimisi bizim adanınki gibi. Buradan giderken denizi bir günde tükettik. Toprağa çıktık. Ankara’ya kadar toprak bir haftada tükenmedi. Daha bir hafta bir ay gitsen tükenmez diyorlar.
PİRAYE’YE ADLI BÖLÜMDEN...
Şimdi bunları ot yatağa o ilk uzanışımdan üç ay sonra yazmaya başladığım için o akşam saatlerin hesabını bitirince daha ne gibi işlerle uğraştığımı iyice hatırlayamıyorum. Fakat mutlaka düşünmüşümdür. Hareket hürriyetinden mahrum edildiğim zaman sınırsız bir düşünce hürriyetine kavuştuğumu ve böyle günlerimde resim seyreder, ses duyar, hatta yemiş yer gibi düşündüğümü sana birçok defalar söylemiştim. Herhalde o akşam da bu eski iptilaya tekrar kavuşmamın zevkiyle işin sefahatına kadar varmışımdır. Buna eminim.
(.......)
Soğuk. Soba sönmüş. Dar, uzun battaniyemin altında yapayalnızım. Halbuki bilirsin ki ben en iyi yazılarımı sokakta kalabalığın arasında dolaşarak yazmışımdır, evde okuduğumu anlamak için çocuklarımın gürültüsüne muhtacım ve insanların arasından ayrıldığım vakit karaya vurmuş hazin bir palamuda benzerim.