BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Nazım Hikmet polemiği

Nazım Hikmet’in Türk tarihindeki yeri, sanatı ve kişiliği hep tartışılagelmiştir.

Abone ol

Bu kadim tartışmalar, Mehmet Gül’ün, “Direnen Son Lenin Heykeli Nazım Memleket mi?” adlı kitabıyla yeniden fikirlerimize sunuldu. Nazım Hikmet’i okumuşsunuzdur; şairi nasıl bilirdiniz deseler ilk anda ne cevap verirsiniz? Dünyanın tanıdığı bu şair hakkında ne dersiniz? Konuya kayıtsız mı kalırsınız, yoksa güzelim memleketinizden insan manzaraları mı gelir aklınıza... Veya sizin de gözünüzde, İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif ve de Necip Fazıl misali Nazım, saygıyla, hürmetle yad edilen, Türklük—İslamlık mefkuresinin özüyle hareket etmese de kurtuluş mücadelesini inandığı ideolojisiyle ustaca yoğurmuş bir vatan evladı mıdır? Aynı Nazım, emperyalizme karşı Türk’ün o akıl almaz mücadelesini boynu bükük bırakıp Sovyetler’e “kaçmış”, Moskof ellerde ömür tüketmiş bir vatan haini midir acaba? Bir büyük şair midir Nazım? Bu değilse Nazım, hangisidir? Şair Nazım Hikmet, bizim midir, bizim için midir? MHP’li Mehmet Gül, şairin kesinlikle bizden olmadığını hatta ele geçirdiği deliller dahilinde bir vatan haini olduğunu kitap boyunca ispatlamaya çalışıyor. Bunda kısmen de olsa başarılı oluyor ki, Nazım’ı az çok eserlerinden tanıyan biri, hayatına dair bilgi sahibi de değilse kitabı okuduğunda şaire hakaret etmekten geri duramaz. Çünkü Gül’ün çizdiği Nazım portresi; oldukça seciyesiz, canını ve gününü kurtarmak adına devlet adamlarının nabzına göre şerbet veren, elindeki milli—manevi değerleri hiçe sayan ve milletin kurtuluş mücadelesinde asla samimiyet göstermeyen bir kişilik sergiliyor. Çocuk yaşında Mevlana’yı, Türk kültürel değerlerini tanıyan, üstün şiir kabiliyetine sahip Nazım, bu yaşlarda şiir adına güzel örnekler verecek, çocukluktan ilk gençliğe adımında Kurtuluş mücadelesine katılmak için cesaretle Anadolu’ya gitmek isteyecek, ne çare ki Bolu’da tanıştığı Spartakistlerin deolojisini takip, onu Sovyet Rusya’ya ve Moskova’ya kadar götürecektir. Burada gördüğü sadece pratik bilgi veren KUTV eğitimi, onda Marksist—Komünist anlayışın temellerini hazırlayacak, Nazım bu temeller üzerine inşa ettiği düşüncesini asla Sultan Galiyevci çizgiye taşıyamayacaktır. Daha doğrusu kendisi böyle bir düşüncenin yakınından bile geçmemektedir. Milliyetçi komünizm denilen Galiyev’in çizgisi kendisini “taraflı bir Türk” olarak tanıtan Mehmet Gül için tartışılabilir bir mecradadır. Ancak Nazım’ın çizgisi olan Sovyet Rusya’sına yüzde yüz bağlılık ise Türk inkılabına aykırı olmakla birlikte bize mal edilemez. Nazım’ın milliyetçi çizgiye yaklaşmaması salt Rus komünizme ölümüne bağlılığından ileri gelir. Bu nedenle üniversitede komünizmin teorisyenlerinden olan Sultan Galiyev’le tanışmamış, milliyetçi çizgideki TKF’nin (Türkiye Komünist Fırkası) kurucularından Mustafa Suphi’ye de yaklaşmayı denememiştir. Nazım din denilen afyonu reddetmiş ve özellikle milliyetçilikten kopmuş, “kemale ermeyen” Türk devrimini bertaraf edip, gerçekleşmesi gereken proletarya hükümranlığını yerine yapılandırmak istemiştir. Gül, Nazım’ın bu mücadelesini, “Komünizmin esası, sınıf mücadelesine dayandığına ve TC’de proleterya hükümranlığı gerçekleşmediğine göre mücadele devam edecek demektir” diye ifadelendiriyor. Gül’e göre Nazım Hikmet’in vatanından ilk ve sonu gelmeyen kopuşu Bolu’da başladı. Sonraki yıllarda ise ihanetini tescilleyen, zaten tamamıyla Moskova’ya bağlı olduğunu, Moskofizm’i tercih ettiğini ve Sovyetler’in çocuğu olduğunu ifade etmesi oldu diyor. Ülke ölüm—kalım mücadelesi içindeyken Sovyetler’e gitmek ve katılmadığı bir savaşın “ısmarlama” destanını yazmak ise affedilemez. Neticede Nazım’a haddinden fazlaca değer biçmek, Gül’e göre, hem şaire hem Türk milletine saygısızlık olacaktır. Kendisine “Türk” değil, “Türkiyeliyim” diyen şairi yüceltenler de, Gül’e göre Nazım kadar kendini “Türkiyeli” saymaktadır. Gül, bu kitabı okuyanların en azından şairin bilinmeyen yönünü de anlayıp tarafsızca değerlendireceklerini söylüyor. Taraflı bir Türk milliyetçisi olan Mehmet Gül, İstanbul Ülkü Ocakları Derneği Başkanlığı yapmış ve MHP İstanbul İl Başkanlığı’ndan sonra MHP’den İstanbul 21. Dönem milletvekili olmuş. Dolayısıyla olaya ülkücü bir bakış açısıyla bakması doğal. Kitapta da Nazım’la ilgilenen birçok kişinin katılıp katılmayacağı, aslını inkar edip etmeyeceği yanlar var. Ancak taraflı bakış açılarının da katkısıyla bir portre çizilmesi, Nazım’ın yüzünü yer yer tahrip etmiş. Şair hakkında kitapları olan yazar Emin Karaca, Gül’ün çizdiği portrenin orijinaline sadık tarafları olduğunu da aktarıyor. Karaca, “Sayın Mehmet Gül’ün kaynakları büyük oranda sağlam ve güvenilir. Kaynaklar, hem Nazım Hikmet’in kendi eserlerinden hem de solun önemli kalemlerinin Nazım Hikmet hakkındaki eserlerinden oluşuyor. Ancak Gül’ün kendi ideolojik dünyasından kimilerinin; örneğin Darendelioğlu, Sançar, Atsız, Tevetoğlu, Türkkan, Uluç gibi isimlerin objektiflikten çok uzak eserlerinin bazı bölümleri, çizdiği Nazım Hikmet portresini yer yer bozmuş” diye ekliyor. Kitapta dikkat çeken ve aykırı duran diğer bir husus ise, Nazım’ın özel hayatına dair birtakım ayrıntılar verilirken takınılan tavır. Örneğin eşi Vera’yı kendisinden nikah düşmüş olan eski eşinin yanına göndermesi ve eşi gelene kadar iç sıkıntısı çekmesi gibi olayların içerik açısından gayri ahlaki bir duruşa sebep olabilecek, hoş olmayan bir tarzda anlatılması, özel hayat sınırlarını zorluyor. Daha açıkçası şahsı bu yollu küçük düşürmek maksadı seziliyor... Bunun yanı sıra yazar Emin Karaca, yazar Gül’ün kimi hoş olmayan kaynaklardan yaptığı aktarmalara katılmıyorum diyerek görüşünü bildiriyor. “Örneğin Darendelioğlu’ndan aktarılan; Moskova elçisinin Nazım’ın Türkiye’ye dönüp en azından öğretmenlik yapmasını istemesi üzerine; ‘Rusya’yı sevdim. Dönmeyi düşünmüyorum. Hem Türkiye’de otuz sümüklü çocuğu okutmayı hiç aklımdan geçirmiyorum’ demesine de katılmam mümkün değil” diyor. Karaca’nın kitapta eleştirdiği noktalardan biri de, kitabın “Destandaki Maddi Hatalar” başlıklı bölümü. Karaca, “Fuat Uluç’un kitabını kaynak yaparak; gerek devletin siparişi, gerekse dayı paşasının (Ali Fuat Cebesoy) ısrarı üzerine destanı yazmış olsun, o görkemli Kurtuluş Savaşı Destanı’nda, yok Akarçay’ın yeri orası değil, yok Kocatepe ‘yanık ve ihtiyar bir bayır değildir’ gibi maddi itirazlara yer vermek hoş durmuyor” diye aktarıyor. Nazım’la ilgili kenarda kalmış beyan edilmeyen fakat köşe taşı olabilecek bilgileri yazdığını söyleyen Mehmet Gül ise, daha önce yazılmış kitapların satır aralarını, üstü kapalı ifadeleri irdeleyerek bu bilgilere ulaşmış. Yani yazdıkları, herkesin bildiği fakat Nazım’ı dev yapmak adına toz kondurmadığı “has” gerçekler... Kitabının Nazım’ı eleştirmek için yazılmış ilk ve en kapsamlı kitap olduğunu söylüyor. Okumadan eleştirenlerin, kendisini mahkemeye vermek isteyenlerin ise demokrasiye aykırı durduğu ve böyle bir aydın mantığıyla hareket edilemeyeceği görüşünde. Olumlu ve olumsuz yanları birarada vermiş. Gül, bazı çevrelerde Nazım’ın bir mitos ve ideal insan tipi gibi gösterilmek istendiğini söylüyor ve şunları söylüyor: “Bu durumda Türkiye’deki yüzde doksan insan ideal tip değildir. Çünkü onlar vatan sevgisini Nazım gibi anlamıyor! Sovyetler’e bağlı bir politika güdülüp Türkiyeci olunamaz... Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı Ataol Behramoğlu ise söylenenlerin tamamıyla yanlış olduğu fikrinde... Behramoğlu, “Sanat eserini düşünceye indirgeyerek anlayamazsınız. Onu oluşturan pek çok öğe vardır. Beethoveen Fransız İhtilali’nden etkilenerek 5. Senfoni’yi yazdıysa onu ihtilalin propagandacısı gibi algılayamayız. Aynı şey faşistlerin çok sevdiği Wagner için de geçerlidir, o Nazilere yaranmak için sanat yapmıştı denilemez” diyor ve ekliyor; “sanat elbette düşünceden ayrılamaz ama Mehmet Gül’ün anladığı anlamda değil! İkincisi Nazım Hikmet niye vatan haini olsun? İlk gençlik yıllarından son nefesine kadar kendi inançları doğrultusunda Türkiye insanının mutluluğu için mücadele etmiş, savaşa katılmak istemiş fakat Mustafa Kemal’in isteği üzerine geri saflarda kalmıştır. Sosyalist düşünceden etkilenmeyle vatan hainliği söz konusu olmaz, dolayısıyla bunların hepsi derinliksiz, afaki yaklaşım ve sözlerdir...” Behramoğlu, ülkeden kaçmanın da bazıları tarafından hainliğe delil gösterildiğini, fakat 15 yıl haksız yere hapis yatan Nazım’ın askere alınma bahanesiyle canına kastedildiğini anlatıyor. Bu da Nazım’ın çok sevdiği ülkesinden ayrılması ve yaşamını yurt dışında sürdürmek zorunda kalışının sebebi... Gurbet şiirlerindeki hasret Nazım Hikmet’in ne kadar derin bir yurt özlemi içinde yaşadığını gösteriyor... Nazım’ın kitapta söylenildiğinin aksine hiçbir zaman Stalinci olmadığını da söyleyen Behramoğlu, aksine Stalin’e karşı, orada edebiyat çevresini örgütlediğini söylüyor. Hikmet’in camilere ve milletin imanına kastetmediğini aktaran yazar, “Şeyh Bedrettin Destanı’na Zeyl” adlı eserde Süleymaniye Camii’ni bir şaheser olarak niteler, bunun da sosyalizmle çelişen bir yanı yoktur... Bence yaşamı boyunca tutarlı kalmış bir büyük şairdir... Nazım, öyle ya da böyle günümüzde genç kuşak tarafından okunan ve beğenilen bir şair portresine sahip. Bir tespite göre bu onun Türk şiirine getirdiği yenilikçi form ve ataklardan kaynaklanıyor. Ve vatan hainliğiyle suçlanan kadim tartışmanın ortasındaki şairin eserleri hâlâ dillerde... Ne hikmet?