Müzik’teki “batı müziği vesayeti” ne olacak?!…
Sanat, hak kaybı,vesayet
1982 YÖK yasası ile bütün yüksek eğitim kurumlarını raptu zapt altına almak amacı güdüldüğünden, Konservatuarlarda üniversitelere bağlandı. Uzun süre iyi mi oldu, kötü mü oldu? tartışmaları yapıldı.
Sanat eğitiminin üniversite sisteminde zorlanacağı, uymayacağı ayrı bir alan olduğu dile getirildi. Ama uyum yönetmelikleri ile-yanlışlar olsa da- bugüne gelindi.
O tarihlerde Batı müziği tahakkümü ve baskısı çok ağırdı. Vesayet rejimi bütün hızıyla devam ediyordu. Batı müziği konservatuarlarında, “gerici müzik, kulağınız bozulur, evrensel değildir v.b. sözlerle şarkılar, türküler ve Türk müziği çalgıları sokulmamış, Türk müziğinin önü kesilmeye çalışılmıştı. Dolayısı ile düzenli ve akademik eğitim alma, yayılma da zorlaşmıştı.
Buna o zamanki Cumhurbaşkanlarının ve Başbakanların tavırları/söylemleri de cesaret vermekteydi.
Örnek olarak; zamanın Cumhurbaşkanı Sn. Süleyman Demirel’in, hiçbir Türk müziği konserine gitmemesini, bir çoksesli orkestra konseri sonrası ayağa kalkarak “işte benim Türkiyem” demesini verebiliriz…
Karar verilmişti!; ülke batılılaşmalıydı ve müzik evrensel normları ile ülkede yaygınlaşmalıydı. Peki kendi kimliği/kültürü ne olacaktı?
Kısaca Cumhuriyet rejiminde, “cumhur” yani “halk” göz ardı edilmeye çalışılıyordu.
Bağlama, kanun, ud, klarnet, kemane, zurna v.b. çalgılarımız, aşıklarımız ve bestecilerimiz okullarda öğretilmiyordu.
“………….Geçip giden koca bir 20. yüzyıla üzülmemek imkânsız!
Onca yıl, onca talim terbiye, onca müfredat...
Yüz Temel Eser yayınıymış, Doğu'nun ve Batı'nın klasiklerini
okumaya çağrıymış...
Hepsi hikâye!
Sonuçta toplumun en okumuş yazmış kesimlerinden ortaya çıkan
"aydın" tipi şu...
Hayran olduğu Batı tarafından bilim ve kültür çevrelerinde ancak
figüran rolüne uygun görülen ve kompleksleri paçalarından akan
biri!
İnsan buna nasıl dertlenmez!.................” *
Halbuki bütün ülkelerde halkbilim değerleri (foklor), milli-geleneksel müzikler vardı ve onları en nadide eser olarak saklıyorlar, geliştiriyorlar, tanıtıyorlardı. Bunları yaparken utanmıyorlar, aksine gurur duyuyorlardı.
Bu zorlamalarla, yıllarca, halka; kendinden olmayan, kendinin olmayan bir müzik empoze edilmeye çalışılmıştı…
Peki 89 yılda ne kazanıldı?
Çoksesli müzik sevdirildi mi?!...
Uluslar arası alanda kaç kişi ödül aldı?
Yazılan kaç eser büyük, evrensel orkestralarda çalındı?
Bırakın uluslararasını, ülkemizdeki orkestralarda kaç bestecimizin eserleri çalındı?
Hala Beethoven, Mozart, Schubert v.b. eserleri repertuarlarda önemli bir yer işgal etmiyor mu?
Bu muydu Cumhuriyetimizin müzik alanındaki hedefi?
Elbette değildi?
Çünkü; kültürün bir ayağı yok edilmiş, topal bırakılmıştı…
Yasaklamalar ve tek tip müzik baskısı tepki doğurmuştu…
M.K.Atatürk; müziği de, sanatı da önemsemişti, bizim sanatlarımızın da uluslar arası alanda yer almasını istiyordu. O, ayrım yapmadı, hiçbir alanda halka sırtını dönmedi, birlikte söyledi, huzura kabul etti, onurlandırdı, zeybek/bar oynadı… Ama, yurt dışına gönderdiği sanatçılar, ülkeye dönünce, önce Türk müziğini okullardan/radyolardan kaldırmaya, devlet salonlarında yer vermemeye çalıştılar. Yani yetkiyi/desteği yanlış yorumladılar…
Batı müziğinin vesayeti devam ediyordu; 2809 sayılı kanunun geçici 10. mad. verilen ünvanlarda dahi Batı müziği mensuplarına Prof. yağdırılırken, Türk müziği mensupları -aynı seviyede ve eşit oldukları halde, basınında olumsuz desteğiyle- Y.Doç ve Doç. olarak onurlandırıldılar!.. Bu, anayasanın “kişiler arasında ayırım gözetilmez” maddesiyle de çelişmekteydi. 29 yıldır da maalesef, bir yönetmelikle bunu düzelten/”af değil” hak kaybını telafi eden YÖK ve güçlü iktidar çıkmadı…(Hak kaybına uğrayan sayıları az da kalsa sanatçılar –çoğu emekli oldu-YÖK’e kırgınlar; “afla dışarı çıkan cezaevindekiler, afla vergi faizi ödeme yükümlüğünden kurtarılan iş adamları, sınırsız affa kavuşan üniversite öğrencileri, beyanla üniversitelere yazılacak Suriyeli mülteciler kadar değerimiz yok” diyerek, YÖK yönetiminden olumlu haberler bekliyorlar.)
Batılı gibi olmayı/yaşamayı istemek başka şeydir, kendi kültürünü unutturmayı istemek başka şeydir.
Yıllarca; devlet konservatuarlarında ud, kanun v.b. çalgılar yok, öğretilemez dendi!...
Ne kazanıldı?
Ne engellendi?
Ülke binlerce Türk müziği dernek/vakıfları ve halk oyunları dernekleri ile dolu…
Yıllardır okul öncesinden üniversitelere kadar her kesimde yaygın olan ve en geniş üyeye sahip olan THOF’un halk oyunları yarışmalarındaki katılımı ve heyecan göz ardı edilmemelidir.
Bakınız ülkemiz yıllardır AB üyesi olmak için uğraşıyor…Ama, kendi özelliklerini koruyarak uluslar arası arenada olmak istiyor…
Yeter ki;ülke gençleri ve sanatı/kültürü kaybetmesin…
Peki şimdi nerdeyiz?
YÖK bünyesinde 2012 Türkiye’sinde 35 konservatuar, 30’a yakın müzik eğitimi ABD, 55 Güzel Sanatlar Lisesi (Maalesef içerikleri aynı zihniyetin ürünü, Türk müziği müfredatta yer almıyor), 5 GSF müzik bölümü var…
Kurumların; yapı/kadro/idari-yönetim/yabancı dil barajı/ales/temsil sorunları hızla büyüyor…
Konservatuarlar müzik ayrımı yapmadan eğitim planlarını oluşturMAK ZORUNDA…
Aslında; KonservatuarlarDA öğrenci istediği çalgıyı/alanı seçmeli, hangi alanda başarılı ise o alanda yürümeli...
Konservatuar, sadece onun o alanda iyi eğitim alması için çaba göstermeli…
Ülkemizde yetenekli çok gencimiz var ve bunları eğitmek, şekillendirmekte en çok eğitimcilere düşüyor.
Biz müzikbilimciyiz, müzik eğitimcisiyiz…
Eğitim, sanat, kalite ile birlikte büyür…
Yetenekli bir genci, kötü bir programla ve öğretimle o alandan soğutabilirsiniz… Önemli olan o genci, eğitimle, istediği alanda “en iyi hale getirmek” tir…
Yıl 2012, ülkemizdeki uygulamalara bakıp şaşırıyorsunuz;
Sanki bu milletin geçmişinde;
hiçbir değer/
kültür/
tarih/
sanat/
dirayetli ve çözümcü yöneticiler yok!...
Sanki bu ülke “butik bir devlet”…
Pes doğrusu…
Günün sözü;Değişimi ve gelişmeyi reddeden insan yapısı tek kurum mezarlıktır!
(Harold Wilson)
*Babaoğlu, Haşmet; Bu "aydın"larla buraya kadar!.., Vatan, 14.03.2012