TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şentop, yeni anayasa ve başkanlık sistemini Hatice Kübra Kocaoğlu'na değerlendirdi. Şentop, "Türkiye için yeni anayasa konusunda yegane yol uzlaşma komisyonu değil" dedi.
Abone olHATİCE KÜBRA KOCAOĞLU
İNTERNETHABER
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı ve AK Parti İstanbul Milletvekili Prof.Dr. Mustafa Şentop, Türkiye'de parlamenter sistemin hiçbir zaman yerleşemediğine ve bu nedenle Başkanlık Sistemi'nin gerekliliğine vurgu yaptı.
Türkiye tipi Başkanlık modeli için federasyon değil üniter bir yapı öngörüldüğünü söyleyen Şentop "Üniterlik Türkiye için zorunlu bir prensiptir. Bölünme tehlikesi falan tamamen cahillerin uydurmuş olduğu bir şeydir" dedi.
Prof.Dr. Mustafa Şentop, yeni anayasa ve başkanlık sistemi ile ilgili tüm merak edilenleri İnternethaber'e anlattı.
UZLAŞMA KOMİSYONU ÖNCEKİ KOMİSYONDAN İLERDE
Yeni Anayasa için Uzlaşma Komisyonu çalışmaya başladı. Sizin Anayasa Komisyonu Başkanı olarak, bir önceki yeni anayasa çalışmalarını da düşünerek bu yeni süreç için beklentiniz nedir?
Yeni Anayasa yapmaya başladığımızda uzlaşma komisyonunu o dönem Başbakan olan Cumhurbaşkanımız önerdi. Bütün partilerin eşit olarak katılacağı, görüş bildireceği bir komisyon olsun diye eşit temsil düşünüldü o zaman. O komisyon 25 ay çalıştı. Yeni anayasa yapılamadı ama 6 ay boyunca Türkiye'deki bütün sivil toplum kuruluşlarının, şahısların katılımına açık bir süreç izlendi. Aşağı yukarı 18 bin 500 sayfalık veri toplama kaydı var. Daha sonra bütün partiler anayasa ile ilgili görüş açıklıyor ama AK Parti dışında diğer partilerin somut önerileri yoktu. Bu sürecin sonunda 4 partinin de önerileri ortaya çıktı. Bir başka önemli husus da sürecin sonunda 60 madde üzerinde 4 partinin mutabakatı oldu. Bunlar birer aşamadır.
1 Kasım seçimlerinde millet yeniden yeni anayasa konusunda vurgu yapan bir sonuç ortaya çıkardı. Bir partiye 300'ün üzerinde bir milletvekili sayısı verilmiş olması bu artık tek başına hükümet kurma görevi değil, bunun ötesinde bir şeydir. Yeni anayasayla ilgili bir görevdir bu. Biz başlarken yine iyi niyetle bütün partilerin katkı sunacağı ortamı tesis etmek için eşit temsilde olacak komisyonu önerdik. Bu komisyon çalışma yapacak. Yeni anayasanın yapılmasını bekliyoruz ama en azından daha önceki komisyonun yaptığı çalışmalarını daha ileriye götüreceğini umut ediyoruz.
Muhalefet partilerinin de samimiyetle başladığını düşünüyor musunuz?
Öyle olması gerekir diye düşünüyorum.
Daha önceki komisyonda en büyük sıkıntı neydi?
Yaşadığımız en önemli sorun, komisyon çalışmalarının bir türlü sonlandırılmamasıydı. Aslında komisyon çalışmalara başlarken kendisi için 2012 Aralık sonunda metni teslim edeceğiz diye bir limit koymuştu. Fakat buna rağmen o sürede bitmedi. Çalışmalar 2013 Kasım ayında sona erdi. Çalışmalar yapıldıktan sonra bir değerlendirme yapılır, biraz daha çalışıldığında netice alınacak gibi görünüyorsa amenna, ona devam edilebilir ama komisyon 25 ay çalışmış, sadece 60 madde üzerinde mutabakat sağlanmış, 112 maddede mutabakat sağlayamamış, temel görüş ayrılıkları varken hala "komisyon devam etsin" denirse, iyi niyetten şüphe etmek lazım.
KOMİSYON ANAYASA YAPIMININ ÖNÜNÜ TIKAMAMALI
Uzlaşma Komisyonu'nun yeni anayasa çalışmaları ne kadar sürer?
Komisyonda henüz daha karar verilmedi. Yeni Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nun en önemli işlerinden birisi milletin önüne çıkarken bir taahhütte bulunmasıdır. "Şu süre içerisinde biz bir çalışma yapacağız" diye taaahhütte bulunması lazım. Bu süre de yaklaşık 5-6 aydır. Bunu şahsi bir görüş, temenni olarak söylemiyorum.
Biz 24. dönemde Uzlaşma Komisyonu çalışmaları başladığında dünyada yapılmış anayasalarla ilgili bütün çalışmaları gözden geçirdik.
Biz o dönem 6 ay veri toplama aşamasından geçtik. Bugün böyle bir aşama yok. Diğer partilerin somut görüşleri yoktu o zaman, şimdi var. Üstelik 60 madde üzerinde de mutabakat var. Dolayısıyla bugün o zamana göre daha ileri bir noktadayız. Onun için 5-6 ay makul bir süredir, haklı bir süredir. Aksi halde milleti bu konuda kandırmış, oyalamış oluruz. Olursa olur, olmazsa da bu işin komisyonla yapılamadığını ortaya koymak lazım. Başka bir takım usuller yöntemler ve arayışlara da imkan vermek lazım. Yani anayasa yapımı için kurulmuş bir komisyon, anayasa yapımının önünü de tıkamaması lazım.
ANAYASANIN ÖNCEKİ RUHUNU BERTARAF ETMEK LAZIM
Siz "Türkiye'nin anayasayla ilgili problemi anayasanın sözünde değil, ruhunda" diyorsunuz. Nedir bu anayasanın ruhu? Bunu biraz açabilir misiniz?
Anayasa'nın başlangıç kısmı önemlidir. Orada bir ifade var: "Anayasa sözüne ve ruhuna sadakatle anlaşılır ve uygulanır". Anayasanın sözü bildiğimiz maddeler ve metinler. Anayasanın ruhu, ideolojisi, paradigması dediğimiz şey esas olarak; Türkiye'de seçimle iktidara gelemeyen bir siyasi fikriyatı, düşünceyi seçimi kazanamasa da iktidara getirecek, seçimi kaybetse de iktidarda tutacak bir formül olarak karşımıza çıkmış.
1950 ile 60 arasında serbest seçimler olmuş, çok partili hayat var. Bu süre içerisinde Türkiye'yi uzun yıllar yöneten statüko, bürokratik oligarşi ile bütünleşmiş olan siyasi elit ve bunları temsil eden Cumhuriyet Halk Partisi. Bunları 1950'de seçimi kaybediyor. 54'te kaybetmiş, 57'de kaybetmiş. Dolayısıyla seçimle iktidar olma ihtimallerinin bulunmadığını o zaman görmüşler. Farklı bir formül, darbe formülüyle iktidara gelmişler. Fakat darbeyle iktidarda kalabilmek mümkün değil, gelebilirsiniz ama uzun süre kalabilmeniz mümkün değil. Onun için kalıcı bir formül lazım. Bu formülün adı anayasadır Türkiye'de.
Anayasa bir iktidar metnidir, milletten iktidarı alamayanların iktidarı için kullandıkları bir zemin anayasa. Dolayısıyla anayasa ile ilgili önce bu anlayışı, bu ruhu bertaraf etmek istediğimizi ortaya koymak lazım. Bu yaklaşım başlangıçta benimsenecek yaklaşımdır. Bütün anayasayla ilgili tartışmalar da bu bağlamda görülmelidir. Anayasayla ilgili bütün itirazları, statükonun gösterdiği büyük reaksiyonu da böyle anlamak lazım.
MİLLETİN DEVLETİ ANLAYIŞINA GEÇİŞ
Yeni Anayasa'nın olmazsa olmazları nedir?
Aslında çok temel iki şey söylenebilir. Birincisi Anayasada temel hak ve hürriyetlerle ilgili yaklaşımların değişmesi lazım. Türkiye'nin anayasayı normalleştirmesi lazım. Bir iktidar metni olmaktan çıkarması lazım. İktidarın yegane kaynağı millettir. İkincisi hükümet sistemiyle ilgili esaslı bir değişikliğe ihtiyaç var. Bizim önerdiğimiz Başkanlık sistemi de buradan doğuyor. Bu da bizim için önemli, olmazsa olmaz şeylerden bir tanesi.
İlk defa devleti, millet adına düzenleyen bir metin olarak anayasa yapılması fırsatı var önümüzde. Bu da milletin devleti anlayışına geçiştir. Bu bakımdan biz yeni anayasa sürecini şöyle ifade ediyoruz: Devletin milleti anlayışından, milletin devleti anlayışına Türkiye'yi taşıyacak bir metin olmalı yeni anayasa.
Yeni Anayasa'da çok maddeli bir metinle mi karşılaşacağız, yoksa kapsayıcı, genel, kısa maddeli bir anayasa mı olacak?
Bu anayasanın paradigmasıyla ilgili bir şey. Çok maddeli anayasalar, hep devletin siyasete, dolayısıyla millete güvenmediği toplumlarda yapılmış metinlerdir. Çünkü bir konuyu anayasayla düzenlediğinizde, o konuyu aslında siyaset alanının dışına taşımış oluyorsunuz. O konuda mesafe katedebilmek için anayasayı değiştirmeniz gerekiyor. Bu sebeple çok maddeli anayasa anlayışı hep darbe dönemlerinin, vesayetçi anlayışların ürünüdür. Bu sebeple bu zihniyeti bertaraf etmek için anayasa yapıyorsanız daha az sayıda maddeyle, siyasetin insiyatif alanını artıracak bir metin yapmanız lazım. Bizim yaklaşımımız bu. Bizim sunduğumuz metnin madde sayısı 105'di. Bu aynı zamanda 1924 anayasasının madde sayısıdır. CHP, 173 maddelik, HDP, 171 maddelik bir metin sundu. MHP, 125 madde zannediyorum. Bunlar partilerin aslında anayasanın paradigmasıyla ilgili yaklaşımlarını da ortaya koyan metinler. Biz daha kısa sayıda, daha özlü düzenlemeler yapan, dünyadaki anayasalar gibi bir teknik anayasa metni olmasını tercih ediyoruz.
PARLAMENTER SİSTEMLE PARLAMENTOYU KARIŞTIRIYORLAR
Sizin parlamenter sistemin artık Türkiye'de geçerli olmadığı tezinize MHP'den Ümit Özdağ'ın "parlamentoya hakarettir" şeklinde bir cevabı oldu. Siz ne diyeceksiniz bu yoruma?
Zannediyorum, çoğu kişi Ümit Özdağ da dahil olmak üzere parlamenter sistemle parlamentoyu özdeşleştiriyor. Parlamento sadece parlamenter sistemde var. Başkanlık sistemi derseniz, başkanlık sisteminde parlamento yok zannediyor. Veya parlamenter sistemle parlamentoyu özdeş kabul ettiği için, parlamenter sisteme yapılan eleştirileri, parlamentoya yapılan eleştiriyle karıştırıyor. Bu çok sığ bir düşünce ve bilgi kıtlığı. Parlamento başkanlık sisteminde de vardır, parlamenter sistemde de vardır. İkisi arasındaki fark parlamentodan değil, hükümet sistmeminden, yürütmeden kaynaklanan bir farktır. Dolayısıyla çoğu insan bu konuda konuşuyor ama bilmeden, cehaletle konuşuyor.
TÜRKİYE'DE PARLAMENTER SİSTEM HİÇBİR ZAMAN YERLEŞMEDİ
Peki Türkiye'de parlamenter sistem ne zaman çalışamaz hale geldi?
Türkiye'de parlamenter sistem hiçbir zaman yerleşmemiştir. Sayın Bahçeli bir konuşmasında "140 yıllık parlamenter sistem geleneğimiz var" diyor. Şu 140 yılı hızlıca bir anlatayım:
1876'da Kanun-i Esasi kabul ediliyor ve Meclis-i Mebusan açılıyor. Arkasından bir buçuk yıl gibi bir zaman sonra Sultan Abdülhamit tatile gönderiyor Meclis'i Mebusan'ı. Aşağı yukarı 30 küsür yıllık bir tatil bu. 140'dan bunu düşelim. 1908'de tekrar parlamento toplanıyor 1909'da Bab-ı Ali baskınıyla birlikte İttihat Terakki'nin bir tek parti diktatöryası kurduğunu görüyoruz. Savaş zamanları içerisinde parlamentonun çalışmadığını ve çalıştırılmadığını, dolayısıyla bir parlamenter sistemin işlemediğini görüyoruz. 1920'de Ankara'da Meclis toplanıyor. 1924'e kadar İstiklal Savaşını yöneten Meclis, esasen parlamenter sistem değil Meclis hükümeti dediğimiz bir sistem. 1924'te Takrir-i Sükun'la birlikte CHP dışındaki partilerin hepsi kapatılıyor. Türkiye'de daha sonra seçim var ama seçenek yok, tek parti dönemi. 26 yıl parlamenter sistemin varlığından söz edemeyiz. 1950'ye kadar Türkiye'de parlamenter sistem yok. 140'dan düşüyoruz bunları hep. 1950'de başlıyor 1960'a kadar. 27 Mayıs 1960'da bir darbe. Ümit Özdağ'ın babası da o darbecilerin arasındadır. Sonra aslında 65'e kadar TSK'nın kendi içinde çetelerin, cuntaların çıkardığı olaylar sebebiyle gerçek manada parlamenter sistem olmadığını görüyoruz. 65'te yeniden normalleşiyor, işlemeye başlıyor, derken 12 Mart 1971'de bir darbe daha. Ve 2 yıl darbe dönemi. 73'te tekrar parlamenter sistem işlemeye başlıyor ve 80'de bir darbe. 3 yıl darbe dönemi, 89'a kadar da Kenan Evren'in Cumhurbaşkanı olduğu dönemde anayasada özel hükümler var kendisiyle ilgili, düşük yoğunluklu bir darbe dönemi. 89'dan sonra parlementer sistem işlemeye başlıyor. 28 Şubat 97'de bir müdahale daha.
Şimdi bu 140 yıllık tarih parlamenter sistemin ne güzel işlediğini, yerleştiğini falan göstermiyor. Tam aksine bir türlü yerleşemediğini, işletilemediğini gösteriyor. Bu sebeple Türkiye'de parlamenter sistem dışında başka bir hükümet sistemi arayışı sık sık gündeme gelmiştir. İlk defa AK Parti ve Sayın Cumhurbaşkanımız bunu dile getirmiyor.
BAŞKANLIK TARTIŞMALARI 50 YILDIR VAR
Fakat Başkanlık sistemi tartışmalarının özellikle Sayın Erdoğan söyledikten sonra gündeme getirildiği yolunda iddialar var.
Çok enteresan bir şey söyleyeceğim. Meclis kütüphanesinden aldığım bir kitap var. 1982, o zaman anayasa tartışmalarının yapıldığı bir dönem tabi. Kitapta bir kaç temel başlık var. Hükümet sistemi başkanlık sistemi diye bir başlık var orada. Kısa bir önsöz yazmış kitabın yazarı. Orada diyor ki; "son on yılda en çok tartışılan konuların başında Başkanlık Sistemi geliyor". Demek ki 1972'den beri 82'ye kadar siyasetteki en çok tartışılan konular arasında birinci sırada başkanlık sistemi yer alıyormuş. Ben de bu kadar yoğun tartışıldığını bilmiyordum o dönemde. O dönemde Tayyip Erdoğan'ı Başkan yapmak için 1972'de insanlar Başkanlık sistemini tartışıyor diyemeyiz herhalde. Dolayısıyla Türkiye'de başkanlık sistemi esasen parlenter sistem bir türlü yerleşmediği, çalışmadığı için tartışılmaktadır. Onun için Türkiyede hükümet sistemi arayışları, Başkanlık, yarı Başkanlık, arayışlarının tarihi oldukça eskidir. Bunu 70'lerin başına kadar götürebiliyoruz.
Bunun dışında Milli Nizam partisi parti programında çok açık bir biçimde Başkanlık Sisteminin Türkiye için öneriyor. Yine 70'li yıllarda başlarda rahmetli Necmettin Hoca olmak üzere Süleyman Demirel yarı başkanlık sistemini 78'de 80'lerde öneriyor. CHP içerisinden bile yarı başkanlık sistemine görüş ifade eden siyasetçiler var.
Bu bakımdan Başkanlık sistemi tartışması AK Parti'ye veya Tayyip Erdoğan'a mahsus bir tartışma değil. Türkiye'de aşağı yukarı bir 40-50 yıldır tartışılan bir konu. Bu da parlamenter sistemin Türkiye'de bir türlü işlememesinden, yerleşmemesinden kaynaklanan bir durumdur.
BAŞKANLIK SİSTEMİ ŞAHSİ MESELE OLARAK GÖRÜLEMEZ
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başkanlık sistemini kendisi için istediği, özellikle muhalefet tarafından sık sık dile getiriliyor. Siz de buna itiraz ediyorsunuz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başkanlığı kendisi için istemediğinin en büyük kanıtı nedir?
Türkiye'de Başkanlık sisteminin, parlamenter sistemin çıkmazından kaynaklandığının, Tayyip Erdoğan'dan çok çok önce, birçok siyasetçi tarafından dile getirildiğinden, tartışıldığından bahsettik. Bu bağlamda başkanlık sistemi Tayyip Erdoğan tarafından ilk defa gündeme getirilse, o zaman bu konu ona mal edilebilir.
Bir ikinci husus Tayyip Erdoğan, Süleyman Demirel gibi Cumhurbaşkanı olduktan sonra Başkanlık sistemini savunmaya başlamış birisi değil. Resmi olarak bizim verdiğimiz metin Kasım 2012'de. Tayyip Erdoğan o zaman Başbakan ve o zaman verdiğimiz metinde Başkanlık sistemi var. Daha geriye gidiyoruz 2004'te bu sistemi savunmuş. Daha da geriye gidiyoruz 80'lerin sonu 90'ların başında bu sisteme destek verdiğini görüyoruz. Yine Tayyip Erdoğan'ın içinden geldiği siyasi gelenek Milli Selamet, Milli Nizam Partisi başkanlık sistemini önermiş. Fikri olarak beslendiği kaynaklara bakıyoruz; Sezai Karakoç, Necip Fazıl gibi isimlerin Başkanlık sistemini önerdiğini birçok yazılarında bulabilirsiniz. Sezai Karakoç üstadın hem yazdığı dergilerde, yazılarda hem de 1989 yılında kurduğu Diriliş Partisi'nin programında başkanlık sistemini savunduğunu görüyoruz. Dolayısıyla başkanlık sistemi meselesi, şahsi bir mesele olarak görülemez. Bunun aksini ortaya koyacak birçok veri var elimizde.
TÜRKİYE ŞU ANDA YARI BAŞKANLIĞA DAHA YAKIN
Şu anda Türkiye fiili olarak hangi sistemle yönetiliyor?
Türkiye'de bir parlamenter sistem var mı, bu tartışılabilir. Bu baktığınız açıya göre değişir. Bir kere parlamenter sistemlerin en önemli, ayırıcı özelliği tekil meşruiyet anlayışıdır. Parlamenter sistemde tek bir seçim yapılır ve sadece yasama organı seçilir. Yürütme organı meşruiyetini yasama organından, yasama organı meşruiyetini halktan alır. Türkiye 2007 Ekim ayında yaptığı referandumla, Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesini benimsedi. Dolayısıyla da uygulamada da 10 Ağustos'da doğrudan halk tarafından bir cumhurbaşkanı seçildi. Şu halde doğrudan tekil meşruiyet anlayışı değişti. Parlamento için bir seçim yapıyoruz, hükümet onun içinden çıkıyor, amenna. Ama cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçiliyor, meşruiyetini parlementodan değil halktan alıyor. Türkiye ikili bir meşruiyet anlayışına 2007'de resmen, 10 Ağustos 2014'te de fiilen geçti.
Buna ilave olarak parlamentolarda cumhurbaşkanının yeri ve yetkileri semboliktir. Cumhurbaşkanının kanunları onaylama, bazı atamalarda imza gibi yetkisi var. Bunlar da bir prosedürü tamamlamak için kullanılan yetkiler. Halbuki Türkiye'de 1982 anayasası cumhurbaşkanına çok geniş yetkiler getirmiş. Daha 90'lı yılların başlarında bazı siyaset bilimciler, bazı hukukçular 82 Anayasası'nın klasik parlamenter sistemi benimsemediğini, bu sistemin parlamenter sistemden ayrılan bir sistem olduğunu söylemişler. Üstelik cumhurbaşkanı da halk tarafından seçilmeye başlayınca, parlamenter sistem klasik bir parlamenter sistem değil. Peki nedir? Yarı başkanlığa çok yaklaşan bir sistem. Parlamenter sistemden uzaklaşmış ama yarı başkanlık olamamış bir hükümet sistemi tablosuyla da karşı karşıyayız.
TÜRKİYE TİPİ BAŞKANLIK NEDİR?
Bu durumda AK Parti'nin önerdiği Türkiye tipi başkanlık sistemi nedir?
Bizim başkanlıkla ilgili somut, resmi bir metnimiz var. Bu metin esasen Amerika Birleşik Devletleri'ndeki başkanlık sistemi modelini esas alıyor. Ana omurgası bunun üzerine oturuyor. Başkanlıkla ilgili teoriye de en uygun model bu. Türkiye'ye özgü farklılıklar ise fazla değil. Bunlardan en önemlisi şu: Amerikada'da Başkanlık sistemi ve federasyon var. Biz ise üniter başkanlık sistemi önerdik. Amerika Birleşik Devletleri'nde iki kamaralı meclis sistemi var biz de tek kamaralı parlamentosu olan bir başkanlık sistemi önerdik. Daha çok teknik detaylar farklılıklar.
BÖLÜNME TEHLİKESİ CAHİLLERİN UYDURMASI
Türkiye'de başkanlık sistemi gelirse federasyon olacak, hatta Türkiye bölünecek kaygıları var.
Üniter yapı veya federasyonla Başkanlık sistemi ya da parlementer sistem arasında doğrudan bir ilişki yok. Başkanlık sistemini benimsediği halde federasyon olan ülkeler de var üniter yapıyı benimseyen ülkeler de var. Parlameter sistemi benimsediği halde üniter yapıyı kabul eden de federasyonu kabul eden de var. Amerika Başkanlık ve federasyon, Almanya parlamenter sistem ve federasyondur sonuçta. Eğer "başkanlık gelirse federasyon olur" falan diyenler ne kadar haklıysa, "parlamenter sistem gelirse federasyon olur" diyenler de o kadar haklıdır. Başkanlıkta da üniter sistem pek ala olabilir. Federasyonun, üniter yapının kendine mahsus tarihi şartları vardır. Halbuki Türkiye'de federasyonun tarihi şartları yok.
Federasyonu ve üniterizmi yasama, yürütme, yargının tek olup olmamasına göre değerlendirmek lazım. Amerika'da her eyaletin kendi yasası vardır. Bizde Osmanlı Devleti'nde yasama tektir. Bütün kanunlar, hukuki düzenlemeler İstanbul'dan yapılır ve tek elden yapılır. Farklı kanunlar yapıldığında bile bu kanunlar merkezden yapılır. Diyelim Girit Kanunu farklı bir kanun ama Girit'de yapılmaz, İstanbul'da yapılır. Dolayısıyla yasama organı tek ve merkezi. Yürütme organı da yine tek ve merkezidir. Bütün beylerbeyi, vali, kim varsa İstanbul'dan gönderiyorusunuz. Yine hakimler İstanbul'dan padişahın imzasıyla gönderiliyor. Dolayısıyla bu topraklarda federasyonun tarihi zemini şartları yoktur. Üniterlik Türkiye için zorunlu bir prensiptir. Bölünme tehlikesi falan tamamen cahillerin uydurmuş olduğu bir şeydir.
YENİ ANAYASA VE BAŞKANLIK TARİHİ MECRUBİYETTİR
Başkanlık sistemi yeni anayasayla çözülmezse ne olur, referandum mu seçim mi?
Biz Türkiye'nin yeni anayasa yapmak mecburiyetini ve hükümet sistemini değiştirme mecburiyetini bir tarihi mecburiyet olarak görüyoruz. Bazen siyasetin akışına tarihi zaruretler yön verir. Dünyada örnekleri de var. Biz eninde sonunda ama mutlaka Türkiye'nin yeni bir anayasa yapacağını ve hükümet sistemini bu anlamda başkanlık sistemi olarak değiştireceğine inanıyoruz. Yöntemler bulunabilir.
Nedir bu yöntemler?
Uzlaşma komisyonu yeni çalışmaya başladığı için bunları konuşmak yerine onun yapacağı çalışmaları beklemek daha doğru olur şimdilik. Ama şunu söylemek lazım Türkiye için yeni anayasa konusunda yegane yol da yöntem de bu uzlaşma komisyonu değil.
BAŞKANLIK SİSTEMİ TÜRKİYE'NİN ELİNİ GÜÇLENDİRİR
"Başkanlık sistemi her şeyin çaresi gibi sunuluyor bu da başkanlık tartışmalarının içini boşaltıyor" şeklindeki eleştirilerle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Başkanlık sistemi bir hükümet sistemidir. Bir hükümet sistemini bu ülkede parlamenter sistem olarak dayatmanın Türkiye'nin birçok sorunuyla ilgili alternatiflerini, çözüm yollarını kapattığını, tıkadığını söylemek mümkün. Dolayısıyla parlamenter sistem yerine başkanlık sistemine geçildiğinde birçok sorunla ilgili Türkiyenin daha çözüm bulucu imkanlara sahip olacağını söyleyebiliriz. Ama başkanlık sistemi elbette her derdin çaresi değildir. Sadece bir imkandır. Türkiye'nin sorunlarının çözümü yönünde Türkiye'ye daha güçlü bir imkan ve fırsatlar sunar. Sistemin kendisi gelir gelmez Türkiye'de sorunlar çözülür demek yanlış olur. Fakat sorunları çözme yolunda Türkiye'nin elini güçlendirecektir.