Mustafa Kemal bir başkandı !
Cumhuriyet tarihinde ülke yönetiminde yaşanan bütün olaylar tek adam gerçeğidir..Mustafa Kemal ile İnönü' nün yollarının yollarının ayrılması da bu gerçektir.Yani Atatürk'de fiiliyatta bir başkandı..
Türkiye'nin gündemi yeniden başkanlık sistemi..
Başbakan Binali Yıldırım'ın “En kısa zamanda meclise getireceğiz” dediği başkanlık sistemi için CHP her zamanki gibi karşı duruş gösterirken, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yine sürpriz yaptı..
Bahçeli “Anayasa’da kırmızı çizgiler korunursa olabilir” diyerek yeşil ışık yaktı..
Neydi o kırmızı çizgiler..
1-Yeni Anayasa’nın ilk 4 maddesi değiştirilmeyecek..
2-Üniter yapıya dokunulmayacak..
3-Eyalet sistemi gibi bir sistem önerilmeyecek.
4-Bu kırmızı çizgilere AK Parti’den de olumlu yanıt geldi..
AK Parti kurmayları ’Sorun yok tamam’ mesajı gönderdi..
Başkanlık sistemi tamam gibi..
Yani fiiliyatın resmiyete dönüşmesi için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık yolu açıldı artık..
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ne demişti;
“Sayın Devlet Bahçeli, başkanlık sistemi ile ilgili önemli
bir açıklama yaptı. 'nin
başkanlık sistemine dair tartışmaları sona erdirmesi gerektiğine
dair önemli değerlendirmelerde
bulundu. de
katılıyorum Sayın Bahçeli'ye. Çünkü Türkiye'de kim ne derse desin
iktidarla cumhurbaşkanının aynı partiden olduğu dönemlerde esasında
fiili bir başkanlık sistemi
her olmuştur. dönemi,
fiili başkanlık sistemidir.”
Şu bir gerçek ki;
Cumhuriyet tarihine bakıldığı zaman hep Cumhurbaşkanları ile başbakanlar arasında sorunlar çıkmış, krizler patlamış!
Başbakanlar gitmiş!
Örnekleri dünden bugüne çok..
1937’de İnönü’nün gidişi de..
2016’da Davutoğlu’nun gidişi de budur..
Ülkenin önünün tıkandığı olaylar yaşanmıştır.
Hatırlayalım..Merhum Başbakan Ecevit' in kafasına dönemin Cumhurbaşkanı Sezer tarafından anayasa kitapçığı fırlatılmış ekonomi bir anda tepe taklak olmuştur.
Yani Türkiye Cumhuriyeti yönetim kadroları iki başlı sistemi bir türlü kabullenememiştir.
Açıkçası bu milletin genlerinde başkanlık ruhu vardır..
Mustafa Kemal'in tartışılmaz liderliğini konuşmaya bile gerek yok..
Tam bir başkandı..
İnönü'de, Celal Bayar'da, Menderes'de, Özal'da,Demirel'de bugün Erdoğan'da aynı genleri taşıyor.
Bugün Erdoğan-Yıldırım arasında yaşamıyorsa, bunun nedeni Başbakan Yıldırım’ ın kayıtsız şartsız Erdoğan’ın tek adam olduğunu kabullenişidir..
Yani başkan olduğunu..
Ama yarın isimler değiştiği zaman ne olur?
Adalet Bakanı Bozdağ Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olduğu döneme atıf yapınca daha önce kaleme aldığım ‘Mühürbaşı değilim’ başlıklı yazım aklıma geldi..
Atatürk ile İnönü arasında geçen ve İnönü’nün başbakanlığını sona erdiren tarihi olayı hafızaları tazeleme adına sizlerle yeniden paylaşmak istedim..
*
Atatürk 18 Eylül 1937’de, Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılması planlanan fabrika hakkında çiftlik müdürü Tahsin ve Hasan Rıza Soyak’tan bilgi almıştı.
Bu kişiler, fabrikanın verimli olabilmesi için devletin işin
içine girmesi gerektiğini, hatta İstanbul’ daki Bomonti
fabrikasının da devletçe satın alınmasını gerekli görüyorlardı.
Halbuki İnönü buna baştan beri karşıydı.
O sırada orada bulunan Dahiliye Vekili Şükrü Kaya konuşmaları İsmet
Paşa’ya aktarınca olanlar olmuştu.
O günün akşamı, söz çiftlik ve bira fabrikasına gelince, İsmet Paşa gayet sinirli bir şekilde, kendisinden aldığı bilgilerden yetinmeyerek çiftlik müdüründen fikir aldığı için Atatürk’e sitem etmiş ve Hasan Rıza Soyak’ın anlattığına göre, “Ne oldu paşam size? Eskiden böyle değildiniz. Artık emirlerinizi hep sofradan mı alacağız? Aramıza Kara Tahsinler giriyor. Konuşmamıza meydan vermiyorlar...” demişti.
Yanındakilere alçak sesle “Yahu İsmet Paşa’ya ne
olmuş, kendisini çok asabi görüyorum” diyen Atatürk,
olayın büyümemesi için sofrayı erken dağıtmıştı.
Gece olaysız kapanmıştı ama konuklar gittikten sonra olanları,
Salih Bozok’la birlikte köşkte kalan Kılıç Ali şöyle
anlatmıştı:
Önce Atatürk’ün sesi duyuldu:
“Neydi o sofradaki afra tafranız Paşa Hazretleri? Ne demek
istediğinizi açıkça söyleyin bakalım!”
İsmet Paşa, çok yavaş sesle konuşuyordu.
Dediklerini iyice duyamıyordum.
Tek tük kulağıma ‘hükümet işleri’,
‘azarlanmak’ gibi kelimeler çarpıyordu.
Atatürk’ün sesi tekrar yükseldi:
“Ne demek hükümet azası? Ya benim Devlet Reisi olarak
görevim nedir? Yaaa! Demek öyle! Siz bildiğiniz gibi işleri
yürüteceksiniz, ben de sizin işlerinizin mühürcü başısı olacağım!
Öyle mi? Sen böyle mi anlıyorsun Başvekilliği? Böyle mi memleket
idare edeceksin? Başvekil demek layüsel (dokunulmaz) demek
değildir. Elbette yaptığı işler tenkit edilecek. Tenkit edeceklerin
en başında da ben geliyorum! Beğenmediklerimi söyleyeceğim,
düzelteceksiniz. Sizin göreviniz bu.”
Yine İsmet Paşa konuşmaya başladı.
Hükümeti savunmaya çalıştığını anlayabiliyordum.
Atatürk on dakika kadar kendisini dinledi, sonra:
“Siz yorulmuşsunuz Paşa!... Sinirleriniz bozulmuş!.. Yalnız
sinirleriniz olsa yine de zarar vermez ama düşünce selametini de
kaybetmişsiniz! Acele dinlenmeğe ihtiyacınız var! Size izin
veriyorum, yerinize kimin vekâlet edeceğini yarın ajanstan
öğrenirsiniz...”
*
Yakup Kadri bu konuşmadan sonra yanlarından başı öne eğik
şekilde geçen İsmet Paşa’nın gece Salih Bozok’un odasına gittiğini,
kendisinin de yan odadan konuşmaları duyabildiğini belirtiyor.
Yakup Kadri’ye göre İsmet Paşa, Atatürk’e ne kadar bağlı olduğunu,
bu göreve kendisini onun getirdiğini, dolayısıyla da onun görevden
almasının doğal olduğunu ancak kovulmasının kamuoyunun nezdinde
itibarını yerle bir edeceğini söylüyor ve kendisine şereflice
çekilme fırsatı verilmesini rica ediyordu.
İsmet Paşa’nın bulduğu formül, yorgunluk mazeretiyle iki haftalık
bir doktor raporu almak, ardından da istifa etmekti. Salih Bozok,
Atatürk’ü uyandırmış ve teklifi iletmişti.
Atatürk önce, “Hadi ya! Sofrada poz üstüne
poz atıyordu. Neden amana düştü bakalım!” demiş ama
sonra teklifi kabul etmişti.
19 Eylül 1937’de Atatürk ve mahiyeti, II. Tarih Kongresi’ne
katılmak üzere Ankara’dan İstanbul’a hareket etti. Trende İnönü de
vardı. Şevket Süreyya Aydemir’e göre, tren hareket ettikten bir
süre sonra Atatürk, “Bizi Paşa’yla yalnız
bırakınız” demişti. İki adam bir süre arkadaki
salonda konuşmuşlardı. Diğerleri sofrada bekliyordu. Bir süre sonra
İnönü görünmüştü. Yüzünde herhangi bir özel ifade yoktu. Sofraya
oturmamıştı. Az sonra Atatürk gelmiş ve
sofradakilere “Bu iş bitti!” demişti.
İkilinin ne konuştuğunu ise İnönü hatıratında şöyle
özetleyecekti:
“... Trene girer girmez Atatürk beni yalnız yanına
aldı. ‘Akşam vuku bulan çekişmelere, hadiselere, tartışmalara
kısaca işaret ederek, şimdiye kadar, beraber çalıştığımız zamanda
pek çok defa kavga etmişizdir dedi. Ama bu kadar açıktan, bu kadar
serti olmamıştı. Bu sebeple sizin çalışmanıza biraz aralık vermek
doğru olacaktır’ dedi. Ben, onun bu sözünün çok isabetli
olduğunu söyleyerek atılgan bir tavırla, samimi bir tavırla
karşıladım. Çok müteşekkir olurum dedim. Onun üzerine derhal benim
yerime getirmek istediği zatın adını söyledi. Celal Beyi
getireceğim dedi. Pek münasip olacağını, isabetli olacağını
söyledim. ..”
Sonucunda çıkan kriz sonrası İnönü gidiyor Celal Bayar Başbakan
oluyordu (1)
*
İşte Cumhuriyetin kurucusu iki kader arkadaşının
Cumhurbaşkanı-Başbakan olarak yaşadıkları yollarının ayrıldığı
ülkenin yönetimine bakış açısından yaşadıkları ilginç anı
böyleydi..
Sorun ortada..
Aslında başbakan İnönü'ye karşı Reisi Cumhur Mustafa Kemal
Atatürk ‘başkanlık’ dersi veriyor
gibiydi..
Söylenecek söz şudur..
Ülkenin kırmızı çizgileri yeni Anayasa’da korunarak yani üniter devlet anlayışından asla ödün vermeden bir başkanlık sistemine geçilmesi artık kaçınılmaz bir hale gelmiştir.
TBMM’de olmazsa referandumla..
Açıkçası Başkanlık sisteminin fiiliyat tan resmiyete kavuşturulması için düğmeye basıldı.
Halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanından, ilk başkana giden yolculuk başladı..
Kyn: 2011; Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi
Yayınları,