Zaman yazarı Mümtaz'er Türköne, 'cemaatsiz bir siyasetin mümkün olup olmadığını' sorguladı.
Abone olİNTERNETHABER.COM
Zaman yazarı Mümtaz'er Türköne bugünkü yazısında, son zamanlarda gün be gün büyüyen "cemaatler tartışması"nı kaleme aldı; 'cemaatsiz bir siyasetin mümkün olup olmadığını' irdeledi.
Gündeme maliyetinin yüksek oluşuyla bomba gibi düşen cumhurbaşkanlığı konutu 'Ak Saray'ı örnek veren Türköne, 'bu kadar gücün, bu kadar ihtişamın, bu kadar israfın olabilmesi için, cemaatlerin olmaması, kapılarına kilit vurulması lâzım' dedi. Türköne, cemaatin toplumda 'dayanışma ve yardımlaşma'yı sağladığını, iktidarların ise her dönemde gücün sarhoşluğuna kapıldığını, bu yüzden de cemaatin her daim iktidarı dizginlemek için siyasette olması gerektiğini dile getirdi.
Türköne, cemaatin dokuz asırdır tüm zorbalıklara ve haksızlığa rağmen sürdüğünü en az bir o kadar daha süreceğini ileri sürdü.
İşte o yazıdan çarpıcı satırlar:
Hoca Ahmed Yesevî, Divan-i Hikmet'inde söze, gariplerin fakirlerin halini sorarak başlar.
(...)
Yesevilik sadece bir tasavvuf ekolü değil, daha fazlası bir sosyal örgütlenme modelidir. Bu model, farklı silsileleri takip eden tarikatlar tarafından da örnek alınıp takip edilmiştir. Bu modelin ana mantığı, insanları bir arada huzur ve barış içinde yaşatmak ve zaruri bütün toplumsal ihtiyaçları karşılamaktır. Devletin ve siyasetin etki alanı dışında insanlar dergâhlar etrafında sivil sosyal güvenlik ağları oluşturmuş, yardımlaşma ve dayanışma içinde birbirlerine tutunmuşlar ve bu topraklara kök salmışlardır. Sadece maddi ihtiyaçları değil, diğergam ahlâk prensiplerini tutkal gibi kullanarak toplumlara güç, sağlamlık ve kalıcı dengeler kazandırmışlardır. Sanılanın aksine bu geleneğin karşıladığı ihtiyaçlar, azalmak yerine modern toplumun artan karmaşası yüzünden çoğalmıştır. Hoca Ahmet Yesevî'nin "fakirler ve garipler" için yaptığı çağrı bugün daha etkileyicidir ve bu yüzden aynı dayanışma ve yardımlaşma modelini uygulayan cemaat yapıları yeni toplumsal talepleri karşılamak için daha fazla sorumluluk üstlenmektedir.
(...)
Yesevî'nin modeli, toplumun maddi ve manevi ihtiyaçlarını bütünüyle karşıladığı için kalıcı olmuş; ama devlet her dönemde bu toplumsal merkezlere, kendisi dışında örgütlü yegane alternatif yapılar oldukları için kuşku ile yaklaşmıştır. Medrese ile tekke arasındaki rekabet, dinî-itikadî bir mesele olmaktan çok aslında tek taraflı devletin endişelerini ve korkularını yansıtır. Merkezî yönetimden destek alan ve merkezî yönetim tarafından desteklenen medrese, zamanla "Rüsûm Uleması" sıfatıyla, tekke yani halk karşısında devleti, yani güç sahiplerini temsil etmeye soyunmuştur.
Asırlardır süren gelenekler kolay yok olmuyor. Geleneği yaşatan, tecrübe edilip işe yaradığının görülmesidir. Toplum tecrübe edilenleri gelenekleri ile sürdürür; siyasî iktidarlar ise her dönemde gücün sarhoşluğuna kapılıp yeni denemelere girişir.
Bugün büyüyen "cemaatler tartışması"nı, dokuz yüzyıl öncesinden Yesevî'nin fakirliğe, kimsesizliğe karşı açtığı gönül savaşının tam karşısına, "Cumhurbaşkanı'nın Ak Saray'ı ve uçağının parası ile neler yapılabilirdi?" sorgulamasını yerleştirerek ölçüp-biçmeyi deneyin. Bu kadar gücün, bu kadar ihtişamın, bu kadar israfın olabilmesi için, cemaatlerin olmaması, kapılarına kilit vurulması lâzım.
Lakin çaresi yok. Bu güçlü cemaat geleneği onca zulme ve haksızlığa rağmen dokuz asırdır sürüyor, en az dokuz asır daha sürecek. Peki arada onca saltanat, onca güç ve şevket sahibi geldi ve kayboldu, geriye ihtişamları ve güçleri namına ne bıraktılar? Hangisi aklınızda?