Zaman gazetesi yazarı Mümtaz'er Türköne, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a meydan okuduğunu yazdı.
Abone olİNTERNETHABER.COM - Zaman gazetesi yazarı Mümtaz'er Türköne, 30 Ekim'de yapılan tarihi Milli Güvenlik Toplantısı'yla (MGK) ilgili çarpıcı bir yazı kaleme aldı.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın Kırmızı Kitap tartışmasına noktayı koyduğunu belirten Mümtaz'er Türköne, "Açık ve seçik ifadelerle, Millî Güvenlik Kurulu’nda Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nin gündeme gelmediğini söyledi" diye yazdı.
Mümtaz'er Türköne, Bülent Arınç'ın Erdoğan'a meydan okuduğunu belirterek, Arınç'ın şu sözlerin anımsattı:
“Şayet hükümetimiz takdir ederse” MGSB’de değişiklik MGK’ya götürülebilirmiş. Arınç böylece Cumhurbaşkanı’nın bir aydır gündem oluşturduğu konuda “yetkisi olmadığını” belirtmiş oldu.
Mümtaz'er Türköne'nin 'En akıllımız kim?' başlıklı bugünkü yazısının ilgili kısmı şöyle:
BÜLENT ARINÇ AÇIK MEYDAN OKUDU
Salı günü Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Bülent Arınç, Kırmızı Kitap tartışmasına son noktayı koydu.
Açık ve seçik ifadelerle, Millî Güvenlik Kurulu’nda Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nin gündeme gelmediğini söyledi. Aynı şekilde cemaatler konusunun da ele alınmadığını ekledi. Sözlerinin arasında Cumhurbaşkanı’na açık bir meydan okuma yer alıyordu: “Şayet hükümetimiz takdir ederse” MGSB’de değişiklik MGK’ya götürülebilirmiş. Arınç böylece Cumhurbaşkanı’nın bir aydır gündem oluşturduğu konuda “yetkisi olmadığını” belirtmiş oldu.
ERDOĞAN CEMAATLERE SAVAŞ İLAN ETTİ
Demek ki cemaatler sadece Cumhurbaşkanı’nın gündemi. Cumhurbaşkanı ne diyor? Hiç kimsenin söylemediği şeyleri söylüyor. Doğrudan cemaatleri kastederek (çoğul eki kullandığına göre) “Paralel yapı misali değişik ihanet şebekeleri var” diyor ve “Bir üst akıl bunların hepsini yönetiyor” diye ekliyor. Nedir bu “üst akıl”? Bir dış güç olduğunu, “bu ülkelerin adını vermeme gerek yok” açıklamasından anlıyoruz sadece.
Cemaatler tehlike oluşturuyor ve çözüm demokrasinin sınırlanması; kısaca cemaatler için boğucu ve yasaklayıcı bir ortamın oluşturulması. Tek parti döneminden sonra en sıkı örneğini on yıl önce gördüğümüz “irtica ile mücadele” söyleminin tıpkısıyla aynısı bu. Erdoğan sadece beyanlarıyla değil, emrindeki medyanın manşetleri ile cemaatlerin tamamına açık bir savaş ilan etmiş durumda. Çok yakından tanıdığımız kalıp tekrarlanıyor: Güç, keyfîlik hevesine kapılınca cemaatleri hedef tahtasına yerleştiriyorlar.
ERDOĞAN CEMAATLERDEN NE İSTİYOR?
Cumhurbaşkanları hep smokinleri, silindir koca şapkaları ile resmedilirdi. Erdoğan bu “resmî” kıyafetleri henüz giymedi; ancak öyle anlaşılıyor ki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün bir yerlerinde mevcut silindir şapkalar içinde tavşanlar besleniyor. Belki gün gelir Erdoğan, “adını vermeye gerek yok” dediği ülkeleri bu şapkalardan çıkartır ve bizler de ülkemizin başına hangi tavşanların bela olduğunu öğrenme fırsatı buluruz.
Hepimizin kafasındaki soru şu: Erdoğan cemaatlerden ne istiyor? Alıp-veremediği ne var? Hükümetten kimse sahip çıkmadığına ve takip etmediğine göre mesele Erdoğan’ın şahsî meselesi. O zaman neden o sembolik yetkilerle cemaatlere karşı savaş yürütüyor. Erdoğan’ın bu amansız savaşını hangi “üst akıl” yönetiyor?
DEVLET ŞEMSİYESİ ALTINDA CEMAAT OLUŞTURMAK
Bu aklın biri iktidar savaşının keskin reel politiği ile, diğeri de güç sarhoşluğunun sanal gerçekliği ile şekillenen iki yüzü olmalı. Devlet rantına dayalı bir yolsuzluk düzeni kurduğun zaman, daha önce desteğini aldığın cemaatlerin güçlü ahlâkî itirazlarına karşı tek çare var: Taht-ı itaate almak veya ezip yok etmek. Bir hırkanın ve bir lokmanın beslediği muhalefeti, saraylarınızla ve adamlarınızla başka türlü durduramazsınız. Sanal gerçeklik ise cemaatlerin varlık sebebini ortadan kaldırmak için devlet şemsiyesi altında kendi cemaatinizi oluşturmak. TÜRGEV’i, Yeşilay’ı, Yunus Emre merkezlerini, imam-hatip liselerini, devletin din eğitimini ve resmî din hiyerarşisini, sosyal fonlarını Ak-Cemaat oluşturmak için seferber etmek gibi. Bu yol güya hem yolsuzluklara kılıf bulmaya hem de cemaatlere karşı “paralel yapılar” oluşturmaya yarayacak. Bu güne kadar kaç kere denendi ve hiçbirinde başarılı olmadı. Sebep siyasetin doğasında saklı. Siyasî gücü servete tahvil edip kibir kumkumasına dönüştürenlerin ihsanları ile, Boğaz’a diktiğiniz köprü gibi gönül köprüleri inşa edemezsiniz. Gücün şehveti ve bencilliği ile muhabbet ve hizmet yürütemezsiniz.