Askerden muhtıra bekleyen ancak umduğunu bulamayan gazeteci kendini böyle savundu.
Abone olAtatürk'ün Kara Harp Okulu'na girişinin 107. yıldönümü töreni, protokolü gözyaşlarına boğan bir tiyatro gösterisine sahne olmuştu. Turgut Özakman'ın "Şu Çılgın Türkler" adlı kitabından uyarlanan oyun sırasında milli duygular tırmanışa geçmiş, oyunun ardından verilen davet sırasında ise gazetecilerle yüksek devlet ricali arasında Şemdinli iddianamesi konusunda bir köşe kapmaca başlamıştı.
Gazetecilerin ilk karşılaştıkları isim, Şemdinli iddianamesinde ağır suçlamaların hedefi olan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt oldu. Orgeneral Büyükanıt, daha soru gelmeden tavrını koydu: "Konuşmayacağım"...
Semra Hanım uyarınca
Gazetecilerin ikinci hedefi Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'di. Sezer, Şemdinli iddianamesinin yarattığı tartışmalarla ilgili olarak hiç konuşmamıştı. Gazete ve televizyonların Ankara temsilcileri, Sezer'in yürüyüş yolu üzerinde set oluşturmuşlardı bile. Sezer sergi salonunun tam ortasında kurulan sete takılıverdi. Önce "Şu Çılgın Türkler'i izliyoruz" diyerek, durumu kurtarmaya çalıştı, ama nafile... Birden "gelişmeleri olağan karşılıyor musunuz?" sorusu geldi. Sezer, "Hayır..." yanıtını verdi. "Alışalım mı peki?" sorusu üzerine de Cumhurbaşkanı "Alışmamalıyız..." diye konuştu.
Gazeteciler yeni bir soruya hazırlanıyorlardı ki, Semra Sezer eşinin yardımına koştu: "Herhalde bir şey alamayacaksınız, konuşmayacak..." Semra Hanım'ın uyarısı etkili oldu ve Sezer gazeteci barikatını aşabildi.
Gazeteciler Cumhurbaşkanı'nın ağzından diş çeker gibi olağanüstü bir çabayla ancak ve ancak iki sözcük sökebilmişlerdi: "hayır" ve "Alışmamalıyız".
Sezer'in ardından harekâtın üçüncü aşaması başladı. Gazetecilerin hedefi bu kez Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'tü. Barikata takılan Orgeneral Özkök kaçamayacağını anlayınca beyaz bayrağı çekti, "Sorun ama çok kısa olsun lütfen" dedi.
Genelkurmay Başkanı, iddianameyle ilgili ilk soruya "Büyükanıt'tı, daha büyük anıt oldu" diyerek gecenin manşetini verdi. Ancak soruların ardı arkası kesilecek gibi değildi. Nedense "herkesin herkesi" gazetecilerden korumaya çalıştığı gecede eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş "Hilmi Paşa, gel seni kurtarayım" diyerek Hilmi Özkök'ü kurtarmak için hamle yaptı.
Bu arada gazeteci çemberinin dışında sohbeti tebessümle dinleyen Orgeneral Büyükanıt da "Paşam sizi kurtarayım" diyerek Orgeneral Güreş'e katıldı. Ama Büyükanıt, Özkök'ü kurtaramadığı gibi kendisini de gazeteci ablukasının ortasında buldu. Savaşta kuşatma çemberlerinin nasıl yarılacağına ilişkin sayısız kurmay planı yapmış olan koskoca komutanlar bir gazeteci kuşatması karşısında çaresizlik içine düşmüşlerdi.
İşte o soru
Tam bu sırada, Özkök'e çok kritik iki soru yöneltildi. Birinci soru şöyleydi:
"İddianameyle ilgili olarak sert bir açıklama bekleniyordu, bilgi veren bir açıklama yaptınız. Daha sert, sanki muhtıra gibi bir açıklama bekleniyordu..."
Özkök, "İlla masaya pata küte yumruk mu vurmamız gerekiyor? Masaya yumrukla değil, beynimizle vururuz" diye yanıtladı.
İkinci soru da manidardı: "Büyükanıt Paşa'yla aranızda görüş ayrılığı var mı?"
Genelkurmay Başkanı yanıtladı: "Evet, ben Beşiktaşlıyım, o Fenerbahçeli".
Tören ertesi günkü gazetelerin manşetlerindeydi. Gelgelelim özellikle İslamcı ve liberal kesimde büyük bir eleştiri dalgası esti. Bu eleştirilerde Genelkurmay Başkanı'na "muhtırayla ilgili soruyu yönelten gazeteciye ağır eleştiriler yöneltiliyor, sorusunun demokratik adaba sığmadığı söyleniyor, bu gazeteci "darbe çığırtkanlığı" yapmakla suçlanıyordu.
Rejimi sallayan bu soruları yönelten gazeteci kimdi? Projektörler Habertürk'ün Ankara Temsilcisi Taki Doğan'a çevrildi.
Doğan, "Vallahi rejimi sarsmadım" dedi ve Ankara Kulisi'ne şu açıklamayı yaptı:
"Benim yoğurt yiyişim böyle. Derdim haber almak. Ankara'da herkes komutanların muhtıra gibi sert bir açıklama yapacağını konuşuyordu. Ben de gazetecilik reflekslerimi kullandım, bunu sordum. Üstelik Orgeneral Özkök demokratik rejimi rahatlatan bir yanıt verdi. Bu durumda ben aslında rejimi rahatlatmış oldum. Kulislerde sıkça konuşulan bir konuyu soruverdim, hepsi o kadar..."
Kalbi rejim için atıyor
Hemen söyleyelim, Ankara basınının en sevilen gazetecilerinden biri olan 35 yıllık kıdemli Taki Doğan askeri okuldan ayrılma ve devre arkadaşları arasında bugün generallik rütbesine yükselmiş komutanlar var.
Doğan da "Rejime saygım sonsuz. Rejimi sarsmaya benim gücüm yeter mi? Neler oldu rejim sarsılmadı, benim bir sorumla mı sarsılacak? Bizim kalbimiz rejimi koruma ve muhafaza etme aşkıyla çarpar" diyor.
Geçen yıl üç damarından başarılı bir baypas ameliyatı geçiren Taki Doğan'ın sağlık durumunun çok iyi olduğunu belirtelim.
Bir de sigarayı bırakabilse...
Kongo Anayasası nasıl kıymete bindi?
ANKARA geçen hafta Afrika'dan gelen bir konuğu ağırladı. Konuk, Kongo Demokratik Cumhuriyeti Senatosu Başkanı Pierre Marini Bodho'ydu. Çantasında ülkesinin yeni anayasası olduğu halde Ankara'da ziyaret turuna çıktı.
İlk durağı olan TBMM'de Meclis Başkanı Bülent Arınç'la bir araya gelen Bodho, yeni anayasalarını sunarken, "Bir yerinde bir hata görürseniz bize söyleyin, bir dahaki sefere düzeltelim" dedi.
Yeni Kongo Anayasası'nın Türkiye ziyaretinin nedeni bu görüşmede ortaya çıktı. Metnin hazırlanmasında 1961 Anayasası'nın mimarlarından, Anayasa Profesörü Mümtaz Soysal'ın büyük katkısı olmuştu.
Prof. Soysal, Milliyet'in sorularını yanıtlarken, öyküyü şöyle anlattı:
"7 yıl süren iç savaş sonrasında demokrasiye geri dönerlerken anayasa ihtiyacı doğmuş. Benden de katkı istediler. Orada toplantılara katıldım, hazırladıkları taslak hakkında bir rapor yazarak gönderdim. Anayasa'nın nihai metninde o görüşlerimi de göz önüne almışlar. Daha önce Fransa'dan gelen anayasa uzmanları üniversitedeki konuşmalarında sömürgeci ülke oldukları için yuhalanmış. Bana da davet yaptılar. Kurtuluş Savaşı'mızı biliyorlardı ve bu nedenle büyük saygı gösterip alkışlarla uğurladılar."
Ancak Soysal'ın katkısını kıskananlar da oldu. TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu, Bodho'ya şakayla karışık, "Biz de anayasa profesörüyüz. Benden yardım isteseniz daha iyi bir anayasa yapardım" diye sitem etti.
Soysal, muhabirimiz Saliha Çolak'a, Kuzu'nun tepkisini, "Biz anayasa yapma konusunda deneyimli bir ülke olduğumuz için bu deneyimleri aktardım. Bunda alınacak bir durum yok" diye yorumladı.
Bu arada, Kuzu'nun sözleri "Hangisi daha iyi anayasa yapar?" sorusunu da gündeme getirdi. Ankara büromuzun küçük bir araştırması, bu sorunun yanıtını arayanlar için önemli bir ipucunu ortaya çıkardı.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan, hatta burada anayasa hukuku anabilim dalı başkanlığı da yapmış olan Kuzu meğer doçentlik sınavında Prof. Soysal'ın da yer aldığı jüri önünde bir hayli terlemiş.
Kuşlar, hatta Kuzu'nun ilk sınavından "geçemediğini" de söylediler.
Neyse ki, Kongo heyeti bunu bilmiyordu.
Kaynak: www.milliyet.com.tr